Türkiye'nin yeni anayasa ihtiyacı
1 Şubat 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, “Yeni anayasa için harekete geçebiliriz. Belki de şimdi Türkiye’nin tekrar anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir” ifadesi üzerine siyasi partiler yeni anayasa çalışmalarını başlattı. Hazırlığı ilk tamamlayan MHP oldu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 4 Mayıs 2021 tarihinde hazırladıkları anayasanın önemli başlıklarını basın önünde kamuoyu ile paylaştı. Arkasından “Cumhuriyet’in 100. Yılında 100 Maddelik Yeni Anayasa” taslağını Cumhur İttifakı ortağı AK Parti’ye sundu. Sonrasında diğer partilerden açıklamalar geldi. Ancak şu ana kadar kamuoyu ile tam bir metin paylaşımı söz konusu olmadı. Sadece içerikte neler olduğuna yönelik genel mesajlar verildi.
Öncelikle 1982 Anayasası değişmeli mi? Zaten yeterince değişti, daha ne değişecek denilebilir. Oysa şu an vurgulanan, sivil yeni bir anayasa yapılması gereğidir. Esasen bu beklentinin haklılığı ve gerekliliği için 1982 Anayasası’nın gerekçesine bakmak yeterlidir. Milli Güvenlik Konseyini oluşturan generallerin metnin oluşmasındaki beyanları tek tek incelendiğinde de bu görülecektir. Şu da bir gerçek ki, ülkemizde son 15 yılda yeni anayasa tartışmaları artmış ve güncelliğini koruyarak devam etmiştir. Özgürlükleri esas alan sivil bir anayasa bugüne kadar her siyasi partinin taahhüdü olmuştur.
PARLAMENTER SİSTEM’İN ÖNEMİ
Ülkemizde güncel olarak yaşanan önemli siyasi sorunların temelinde 1982 Anayasası etkin rol oynamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi yaptığı değişiklikler ile bu sorunları azaltma yönünde çabalar sarf etmiştir. Ancak yapılan anayasa değişiklikleri temel sorunları çözememiş, bir istikrar sağlayamamıştır. 2017’de yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiş, Parlamenter Sistem’in tekrar eden sorunlarından kurtulunmuştur. Ancak Anayasa’nın darbe ruhu bütünü ile ortadan kalkmamıştır. Bu yüzden yeni anayasa beklentisi devam etmektedir. Anayasanın devlet ve toplum ilişkilerinin çerçevesi olduğu bir gerçektir. Anayasalar uzun süre devam etmesi amacıyla hazırlanan istikrar belgeleridir. Anayasa koyucu tarafından hazırlanan, kabul edilen, hatta halk tarafından onaylanan anayasa metinleri kolay kolay değişmemek üzere kabul edilmektedir. Tabii ki zaman içerisinde değişim ihtiyacı doğabilir. Ama bunun için zor usuller getirilmiş, tam bir uzlaşma sağlanma mecburiyeti aranmıştır. Değiştirilmesi bu şekilde zor usullere bağlanmış olan yazılı anayasalara da katı anayasalar adı verilmiştir.
Ülkemizde 1876 tarihli Kanuni Esasi’den beri beş anayasamız olmuştur. Anayasalarımız; 1876 tarihli Kanuni Esasi, 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye, 1924 tarihli Anayasa, 1961 Anayasası ve şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasası’dır. 1876 tarihli Kanuni Esasi 7 defa değişikliğe uğramış ve toplam 35 maddesinde değişiklik yapılmıştır. İkinci Anayasa’mız olan 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye 3 ay yürürlükte kalmış ve 6 maddesi değişmiştir. Üçüncü Anayasa’mız olan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye de 5 defa değişikliğe uğramış ve toplam 21 maddesi değiştirilmiştir. Dördüncü Anayasa’mız 1961 Anayasası 7 defa değişikliğe uğramış ve toplam 54 maddesinde değişiklik yapılmıştır. Beşinci ve yürürlükteki Anayasa’mız olan 1982 Anayasası ise ilk kez 1987 yılında olmak üzere toplamda 19 defada 184 değişikliğe uğramış, ayrıca Anayasa Mahkemesinin 05.06.2008 ve 07.07.2010 tarihli iki kararı ile de bazı maddeleri iptal edilmiştir. 16 Nisan 2017 tarihinde millet iradesi ile yapılan 18 maddelik değişiklik sonucunda da Parlementer Sistem’den Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin esasen ülkemizin önünü açan, Parlamenter Sistem’in darbelelere zemin hazırlayan yapısından ülkemizi kurtaran ve Türkiye’yi geleceğe taşıyacak rasyonelleştirilmiş bir sistem olduğu açıktır. Bu nedenle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne müzahir olarak Anayasa’nın bütünüyle yenilenmesi gerekmektedir. Şu anki siyasi atmosfer ve demokratik iklim, yeni sivil anayasa yapmak için uygundur.
Bizim de içinde bulunduğumuz Kıta Avrupası hukuk sisteminde bu tür yazılı anayasalarda istikrar kural iken, 125 yıllık dönemde yapmış olduğumuz anayasalarımızda çok fazla değişiklik yapılmış ve istikrar sağlanamamıştır. Özellikle 1961 ve 1982 Anayasaları askeri darbelerden sonra askerlerin direktifleri doğrultusunda hazırlandığı için sonrasında sürekli olarak değiştirilmek istenen anayasalar olmuşlardır. Şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasası ilk günden beri sürekli tartışmaların odağında olmuştur. Her yasama yılı başlangıcında anayasa değişikliği önerisi gündemde olmuştur.
KANUN YAPMA FELSEFESİ
Siyaset, akademi ve sivil toplum kuruluşlarında toplumsal ve siyasi alanda yaşanan sorunların kaynağında bu Anayasa’nın olduğu konusunda bir konsensus bulunmaktadır. Peki bu Anayasa’nın kötü olarak anılmasına sebep olan unsurlar nelerdir? Kimisi özgürlükleri kısıtladığını, insan haklarına saygıya yer vermediğini, yargı bağımsızlığını zedelediğini, hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırdığını belirtmiş, kimisi ise bu Anayasa’yı siviller yapmamıştır diyerek 1982 Anayasası’nın özünün nasıl oluştuğunu ortaya koyan bir yaklaşım sergilemiştir.
Türk Medeni Kanunu madde 1’de, “Kanun, sözü ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır” düzenlemesi yer almaktadır. Aslında kanun koyucunun gerek anayasa yapmada gerekse kanun yapmada felsefesi budur. Hukuk uygulayıcılarının sadece hükmün sözüne değil, özüne de bakarak bir sonuca ulaşmasını aramaktadır. Öz ile kastedilen yazılı metnin ruhudur. Anayasada da bir öz vardır ve metni okurken demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler, temel hak ve hürriyetler, yargı bağımsızlığı ve insan hakları gibi özü oluşturan hususları yakalayabilmek esastır. Oysa mevcut Anayasa’ya bakınca akla 12 Eylül 1980 askeri darbesi gelir. Tarihe vurulmuş kara leke hafızalarda canlanır.
Bu sebeple 1980 sonrası şartlarda hazırlanmış 1982 Anayasası’nın sözünün arkasında yer alan özü masum görmek, samimi olduğuna inanmak, toplumu huzur ve sükûnete ulaştıracağını zannetmek ve istikrar abidesi olduğunu söylemek de imkânsızdır.
Özetle 1982 Anayasası’nı hazırlayanların toplumda oluşturduğu travma metne yansımış, bu yönüyle Anayasa’nın özgürlükçü bir Anayasa olmadığı yönündeki endişeler sürüp gitmiştir. O sebeple mevzuat hiyerarşisi içinde en tepedeki hukuk metninin darbe ruhundan kurtarılması şarttır. Bu ise yeni değişikliklerle değil, yeni bir anayasa ile mümkündür.
YENİ SİVİL ANAYASA ARAYIŞI
1982 Anayasası’nın gerekçe metninde, Danışma Meclisinin Milli Güvenlik Konseyiyle birlikte anayasa hazırlamak için kurulan kurucu meclisi oluşturan iki organdan birisi olduğu görülmektedir. Milli Güvenlik Konseyi ayrıca Danışma Meclisi tatilde olduğu sürelerde ve gerekli görülen hâllerde yasama yetkisini doğrudan kullanma ehliyetine sahiptir. Danışma Meclisinin önemli görevleri arasına yeni bir anayasa ile siyasi partiler ve seçim yasalarının hazırlanması alınmıştır. 1981’de anayasa çalışmalarına başlanmıştır. Yeni anayasanın hazırlanması için Danışma Meclisi İstanbul üyesi olarak görev alan Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında 15 üyeden oluşan bir Anayasa Komisyonu oluşturulmuştur. 8 aylık çalışma sonunda hazırlanan metin Danışma Meclisi Başkanı’na sunulmuştur. Danışma Meclisi bu taslak metin üzerinde yaptığı görüşmelerden sonra 23 Eylül 1982’de bir anayasa metni hazırlamış ve bu metin Milli Güvenlik Konseyi’ne sunulmuştur. Milli Güvenlik Konseyi’nin yaptığı değişiklikten sonra 7 Kasım 1982’de halk oylaması ile kabul edilmiştir. 1982 Anayasası’na son hâlini veren Milli Güvenlik Konseyi’dir. Konsey 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren generallerden oluşmuştur. Generaller, Anayasa’nın her bir maddesi hakkında görüş belirtmiş, eklemelerde bulunmuş ve son hâlini vemiştir. İşte 1982 Anayasası’nın ruhunu zedeleyen, yeni sivil anayasa arayışını gündemde tutan temel sebep budur.
Özgürlükçü bir dünya görüşüne sahip toplumlarda anayasasının da bu felsefe içinde oluşması beklenir. Özgürlükçü dünya görüşüne dayalı anayasalar totaliter ülkelerin anayasalarının aksine birey ve toplum ilişkilerine sadece temel ilkeler bağlamında çerçeve çizmeyi yeterli görmektedir. Bu çerçeve, hukuk devleti olarak da adlandırılmaktadır. Hem hukuk kurallarının adaleti sağlaması hem de millete güven duygusu veren, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı hedefleyen bir devlet yapısının varlığı istenmektedir. Bu varlığı sağlayacak olan ana metin anayasadır. Toplumun beklentisinin temelinde bu vardır.
O hâlde Türkiye’nin; Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında sivil nitelikli, çoğulcu, katılımcı, kapsayıcı ve demokratik usullerle Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ni kurumsallaştıran yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır.
DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
Nasıl bir anayasa? Anayasanın hem mevcut hem de gelecek kuşaklara hitap edebilen, uzun ömürlü bir toplum sözleşmesi niteliği taşıması, yapım sürecine geniş bir katılımı ve güçlü bir milli irade desteğini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle siyaset kurumu ile birlikte meslek teşekkülleri, sendikalar, barolar ve benzeri sivil toplum kuruluşları ile geniş toplum kesimlerinin anayasa yapım sürecine katılımı ve katkısı son derece önemlidir.
Siyasetin ve zamanın üstünde ve ötesinde kapsayıcı bir sözleşme olması gereken anayasanın “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini benimseyen, milli ve üniter devletin tam manasıyla vücut bulmasına ve güçlenmesine imkân sağlayan, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan şeref ve haysiyetinin; fikir, teşebbüs, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olma vasfına sahip olması gerekmektedir.
Anayasal sistemin üzerine inşa edildiği felsefe çok önemlidir. Bu felsefe anayasanın yapım gerekçelerini destekler. Anayasanın yapılmasına yol açan toplumsal olaylar ve ihtiyaçların, gelecekteki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak hukuk kurallarına dönüştürülmesi önemlidir. Savaş, darbe, büyük toplumsal olaylar, derin ekonomik ve siyasi krizler gibi olağanüstü şartların bulunmadığı siyasi ve sosyal şartlarda bir anayasa yapabilmek, ülkemiz için şüphesiz önemli bir kazanım olacaktır.
Türkiye, bu kapsamda yeni bir anayasa yapılabilmesi için uygun iklime, hukuki meşruiyete ve yetkinliğe sahiptir. Bu nedenle kurucu iktidar tartışmaları yersizdir, darbe ve hukuki boşluk dönemlerini meşrulaştırma girişimi olarak da değerlendirilebilecek niteliktedir. Darbelerden sonra ortaya çıkan hukuki boşluk hâllerinde yapılan anayasalar hiçbir hukuk kuralının tanınmadığı bir ortamda yapıldığı için darbe ruhuna sahiptirler. Mevcut 1982 Anayasası yerine demokratik sivil bir anayasa yapma mecburiyeti de esasen buradan gelmektedir. Anayasayı yine o anayasada öngörülmüş olan usullere bağlı olarak yenileme yetkisini anayasalar genellikle yasama organına vermektedir ve bu kapsamda Türk milleti de “yeni bir anayasa” yapabilecektir.
Yeni anayasanın temel felsefesi tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek dil ilkesine dayalı üniter milli devlet yapısının muhafazası ile milli birlik ve milli hâkimiyeti esas alan kurucu ilkelere sıkı sıkıya bağlı olmalıdır.
TÜRK TİPİ BAŞKANLIK
Anayasanın yapımında, genel sınırlama hükümlerinden daha çok genel koruma hükümlerine yer verilmeli ve özgürlükler esas alınmalıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin demokratik hukuk devletinin hayatiyet kaynağı ve yaşam sigortası olması, vatandaşlarımızın aynı milletin bir ferdi olmaktan gurur duyacağı, ayrışmayı değil bütünleşmeyi, farklılaşmayı değil kucaklaşmayı, kutuplaşmayı değil kaynaşmayı sağlayacak toplumsal uzlaşmanın gerçekleştirilmesini hedeflemesi gerekmektedir.
Anayasanın başlangıç kısmında ve ilk üç maddesinde ifadesini bulan esaslara ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerine saygı ve riayet ile Türk milli kimliği, demokratik rejim ve temel insan hakları gibi değerlerin vazgeçilmezliği esas olmalıdır.
Özetle yeni anayasanın; etnik köken, dini inanç, mezhep, siyasi düşünce gibi özelliklerin bin yıllık kardeşliğin yoğurduğu Türk milli kimliği ve kültürünün zenginliği olarak görüldüğü bir toplum hayatına kavuşulmasını, Türkiye’nin milletler camiasında sözü geçen ve dünyaya başkent Ankara vizyonundan bakabilen kudretli devlet, küresel bir güç hâline gelmesini mümkün kılacak, Türkiye’ye özgü “Türk Tipi Başkanlık” modelinin kurumsal hâle getirilmesini esas alması gerekmektedir. Yeni anayasa bugüne ve gelecek nesillere borcumuzdur.