Sosyal çürümenin rol modellerini yaratmak!
Duyarlılığı olan herkesin Türkiye’de çok büyük bir sosyal çürüme yaşandığına dair bir kaygısı var. Bunu sınırlandırılmış bir alana maalesef ki koyamıyoruz. Ailede, siyasette, okulda, sanatta, sporda, medyada, sağlıkta, ticarette, yargıda, bankada, tarımda, emlakta aklınıza gelebilecek her yerde bu kaygılı hali görmek mümkün...
“Bu sosyal çürümeden etkilenmiyorum yahut bu hale benim bir katkım yok” diyen birilerinin olduğunu düşünmüyorum. Belki o kişinin dili gerçeği saklıyordur yahut farkına henüz varmamıştır ama özünde herkes bu çürümeden etkileniyor ve bazı davranışlarıyla bu çürümeye katkı sağlıyor. Kimi bu çürüme haline %1, kimi %50, kimi %100 oranında katılıyor. Ama nihayetinde sen, ben, hepimiz bu sürecin bir ucundan tutuyoruz. Hepimiz aynı gemideyiz. Herkes kendi vicdanını terazide tartarsa dili de gerçeği zaten söyleyecektir…
Sosyal çürüme özetle toplumun değer yargıları ile kurumların zayıflamasında ahlaki bozulma, adaletsizlik, yozlaşma, liyakatsizlik, yandaşlık gibi etkenlerle birbirini tetiklemekte... Yolsuzluk vakaları, rüşvet skandalları, suç üretme yahut kapatma tezgâhları, siyasi manipülasyonlar, toplumun kurumlara olan güvenini sarsarken bu çürüme hali herkesi herkese benzeten bir öğreticiliğine ek olarak, neredeyse toplumu bu yönde eğitimden geçiriyor. Meselenin iktidar ve muhalefet olarak kutuplaştırılmış kalıpta değerlendirilmesi de doğru değildir. Muhalefetin bazı konularda iktidarı eleştirirken bavullarla para taşıma görüntüleri hala hafızalardadır. Muhalefetin milletvekili sıralamalarını parayla sattığına dair iddialar hala güncelliğini korumaktadır. Milletin vekilliğini para ile satanların, para ile alanların tartışıldığı bu toplumda kimde hangi güven duygusu kalacaktır? TBMM gibi yüce bir kurum bile bu şekilde lekeleniyorsa, anlatmak için geriye ne kalıyor?
Türkiye’nin en büyük meselesi yeni nesillere sunulan rol modellerdir. Nasıl bir karakteri rol model olarak sunarsan, yeni nesil onu örnek alacaktır.
Aslında tüm bunları, son ayların en popüler olayı haline getirilen Engin ve Dilan Polat’ın tutuklaması ve tahliye edilmesinden sonra ortaya çıkan atmosfere ve tartışmalara bakınca kaleme alma ihtiyacı hissettim.
Bu ve benzeri süreçlerin başında MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli “Daha çok faiz geliri elde etmek için tertip edilmiş fon ve finans oyunları, doymayan kursaklarının tahrikiyle milyon dolarlarını bu fonlara bağlayan tanınmış simalar, bunlara çanak tutan sahtekâr bankacılar, kurulan saadet zincirleri, saçlarına dolardan bukleler yapan şaibeli soytarılar gerçekten de milletimizde haklı bir öfkeye neden olmaktadır.” (28 Kasım 2023) değerlendirmesinde bulunmuştu.
Engin ve Dilan Polat çiftine ve ekibine yönelik yapılan operasyon sonucunda “vergi kaçırma, sahte fatura, kara para aklama, yasa dışı bahis” suçlamalarıyla tutuklanmışlardı. Hepsinin hakkında 40’ar yıl hapis cezası istenirken, Engin ve Dilan Polat çifti ve ekibi serbest bırakıldı.
Madem ortada bir suç yoktu, niye ortalık ayağa kaldırıldı yahut bu suçlar işlendiyse niçin serbest bırakıldılar?
Maalesef yargının bu tutumu ve medyanın bunlara kahraman muamelesi yapması yüzünden topluma kolay ve haksız para kazanma hevesinde olanlara yönelik bir rol model oluşturuldu. Dikkat edin, suçlamaların ilk zamanları onlar gibi birçok çift piyasa çıktı. Yargının bu kararı ve medyanın bu tutumu sonrası emin olun bu tiplerde çok büyük artış olacaktır.
“Kahvemi altın suyuyla içiyorum” diyen, saçlarına dolardan bukleler yapan, püskürtme araçlarıyla para saçan, en lüks araçlara binen Dilan Polat artık genç kızların, kocası Engin Polat da genç erkeklerin yeni rol modeli olacaktır.
“Biz de yaparsak, başımıza bir iş gelmez” mantığı herkesi yeni Dilan Polat, Engin Polat olma yolunda motive edecektir. İşte sosyal çürüme etkenleri böyle böyle bir kitle yaratıyor.
Böyle çok büyük paraların konuşulduğu davaların üzerine büyük şaibeler düşmektedir. Önce “Çok büyük yolsuzluk yapan, rüşvet veren, kara para aklayan, sahte fatura kesen çete çökertildi” diye günlerce yayınlar yapılıyor, belgeler yayınlanıyor. Sonra bir bakıyorsunuz suçlanan herkes serbest bırakılıyor.
Bunun birçok örneği var maalesef…
“Demir Yumruk” operasyonuyla ilgili “Dev yolsuzluk” diye günlerce haberler yapıldı, belgeler, görüntüler yayınlandı. “105 milyar liralık sahte faturayla kamuoyu 25 milyar zarara uğratan şirketlere operasyon yapıldı” suçlamasında bulunuldu. Sonra bir baktık yolsuzluk suçlamasından tutuklu kimse kalmadı. Bu yolsuzluk dosyasına da siyaset ve yargı ağının gölgesi düşmüş, hâkimlerin adı birçok şaibeye karışmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam kararı veren hâkim de emekliliğini istemişti.
Yine bir başka “Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Uyuşturucuya Bağlı Suç Gelirleri Operasyonu: Bataklık Operasyonu” diye sunulan bir olay vardı. “Türk ve dünya kamuoyunun yakından tanıdığı iki örgüt liderinin yöneticiliğinden oluşan organizasyonun, uyuşturucu ticaretinden elde ettiği gelirlerle çok sayıda lüks ev ve otomobil ile kıymetli araziler edindikleri tespit edildi.” denilmişti. Fakat finalde bir tane tutuklu sanık kalmamıştı.
Gündemi çok meşgul eden Ayhan Bora Kaplan olayında da yargı-emniyet- siyaset ağında yaşananlara ve çıkan kokulara bakın, final şimdiden kendini belli ediyor. Bu işlerin kokusunu çok iyi bilen simsarlar, aynı finali yaşatmak için kapı arkalarında vızır vızır dolaşıyor.
Uzak ve yakın tarihte bu gibi olaylara daha verilecek örnek inanın çok…
Eğer bu olaylarda ve benzerlerinde muhatapların suçu yoksa niçin aylarca o kişiler itibarsızlaştırılıyorlar. Yok, eğer kamuoyuna yansıtılan suçları işledilerse niçin hepsi serbest bırakılıyor? Tekrar tekrar sorulması gerekenlerde bunlardır.
Bu olayları seri halde izleyince yine o “Fil tuzağı” hikâyesi aklıma geldi.
Fil Avcıları vahşi filleri takibe alırlar. Bilirler ki, filler geleneklerine bağlıdır. Beslenmeye, sulanmaya geliş gidişlerinde her daim aynı güzergahı kullanırlar.. Kendilerince uygun bir yerde derin bir çukur (Filin düştüğünde çıkamayacağı kadar) kazarlar ve üstünü kamışlar ile ızgaralayıp, hafifçe toprakla kamufle ederler. Genellikle fillerin en büyüğü ve en güçlüsü lider olduğundan, gelir ve çukura düşer. Avcılar siyah elbiseler giyip, dayanabildiği sürece fili aç bırakır, şiddet uygular ve eziyet verirler. Günlerce aç-susuz kalan ve hırçınlaşan file, aynı avcılar beyaz elbiselerini giyerek, sevdiği yiyecekler verir, okşar ve gönlünü kazanırlar. Hırçınlığı geçen filin bulunduğu çukurun önünü kazıp düzeltirler ve beyaz elbiseli avcılar yardımı ile fil çukurdan çıkar ama artık beyaz elbiseli sahiplerini kurtarıcı olarak benimsemiştir. Bundan böyle ''Sahip'' ne derse onu yapmaya devam eder.
***
Örnek olarak verdiğimiz tüm bu olaylarda, suçluyu yakalayan elin, suçluyu bırakan ele dönüşmesi meselenin asıl kaynağıdır.
Bir toplumda adalet ve güven duygusu zedelenirse sosyal çürümenin önüne geçecek fazilet ve erdem duyguları da işlevsiz kalır. Adalet, hukuk bu şekilde yara alırsa yeni nesiller önünde Dilan/Engin Polat gibileri rol model olarak konum sahibi olurlar. Yaptığı yanına kar kalan ve lüks hayatına kaldığı yerden devam eden bu rol modeller çok kişi üzerinde sosyal çürüme etkeni olarak sembolleşecektir.
Sokak röportajının birinde aylar önce bir vatandaş, "Dilan Hanım, yakında adliyenin önünde 'Engin, enerci' diyecek ve Engin çıkacak. Konvoyla gidip alacaklar Engin'i, yaşasın adalet diyecekler. Ben üzülüyorum, biz ne günah işledik bu dönemlere geldik." şeklinde yorum yapmıştı. Aynen dediği de oldu. Cezaevinden upuzun konvoyla adeta şov yaparak ayrıldılar.
Engin/Dilan Polat ailesi tahliye edilince de bir başka vatandaşın “İşi bırakacağım. Naylon fatura, kaçak bahis, kara para aklama işine gireceğim” sözlerine şahit olduk. Sosyal medyada her iki vatandaşın videosu izlenme rekoru kırmaktadır. İşte toplumun bu tür olaylar karşısındaki psikolojisi bu şekildedir. İşte bahsettiğim önümüzdeki en büyük tehlike budur. Bu duygu ve düşünce topluma tamamen yerleşirse suç ve suçlu tanımı da tamamen değişecek, suçlu oranı da sosyal çürümede en büyük oran olarak yerini alacaktır.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, 28 Kasım 2023 tarihinde Türk siyasetinin röntgenini çektiği ve topluma verdiği zararlardan kurtarma çağrısı yaptığı şu sözleri tam bugünlerde tekrar hatırlatmak gerekiyor:
“Hakeza, siyasetin üzerine çöken taciz ve yolsuzluk iddiaları, sancılı ilişki ağlarını deşifre eden itiraflar, samimiyet ve sorumluluk anlayışıyla ifade etmeliyim ki yalnızca muhataplarına değil Türkiye’mize haddinden fazla zarar vermektedir.
Toplumsal arınma, siyasi aklanma ertelemez yükümlülüğümüzdür.
Selin gidip kumun kalmasını beklemeye gerek yoktur.
Zira selin verdiği zayiat tehlikeli düzeylerdedir.
Türkiye bu kirliliğe daha fazla maruz kalmamalıdır.
Burada önemli olan samimiyet, dürüstlük ve tutarlılıktır.”