Coğrafya aslına dönüyor
İbn-i Haldun’un coğrafyanın fiziki şartlarının insanın üzerindeki etkilerinden yola çıkarak yaptığı “coğrafya kaderdir” tespiti her ne kadar doğru kabul edilse de, o coğrafyada yaşayan insanların “coğrafyaya rağmen” kaderlerini değiştirebildiği de zaman içinde ispatlanmıştır. İnsanlar yaşadığı coğrafyanın yeraltı kaynaklarını, yeryüzü şekillerini, iklimini değiştiremese de içinde bulunduğu şartlara göre alternatif çözüm arayışından vazgeçmemiştir. Coğrafyanın tek başına insanların üzerinde etkili olduğu tezi zaman içinde değişmiş ve coğrafyanın kaderinin insanlar tarafından belirlendiği bir dönem başlamıştır.
600 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında huzur içinde yaşayan çeşitli soy, din, mezhep ve inanışa mensup insanlar Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle birlikte kan, zulüm, çile ve iç savaşlarla yaşamaya mahkûm olmuştur. Aynı coğrafyada farklı yaşam biçimlerinin oluşmasında ve değişen kaderde coğrafya değil bizzat insanın kendisinin etkili olduğu görülmüştür.
Huzurun sembolü haline gelen Osmanlı topraklarının barbar istilasına uğraması sonrası başlayan bölünme, parçalanma ve ayrışma insanların her neviden kategorilere ayrılarak düşmanlaştırılmasına yol açmıştır. Etnik ve dini ayrılıklar zerrelere bölünmüş; aynı milletten farklı kimlikler ve aynı dinden farklı mezhepler birbirine kılıç çekerek hayatta kalmaya çalışmıştır. Küresel emperyalizmin Ortadoğu’ya uzanan zehirli damarı coğrafyayı ağ gibi örmüş ve sarmalamıştır. Yaklaşık son 150 yıldır savaş ve çatışmanın yaşanmadığı bir toprak parçası neredeyse kalmamıştır.
Birinci ve İkinci dünya savaşlarından sonra Ortadoğu’nun yeraltı kaynaklarını kontrol etmek için iki kutbun sömürü alanına çevrilen Ortadoğu kardeşin kardeşe kırdırıldığı, yönetimlerin darbelerle el değiştirildiği, terör örgütlerinin nefes bulduğu, sapkınlığın yaygınlaştığı bir bölge haline gelmiştir. Bölgenin ele geçirilemeyen tek gücü olan Türkiye ise zaman içinde yıpratılmış ancak yıkılamamıştır. Bugün Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’da hala umutlu bir bekleyiş varsa bunun nedeni Türkiye’dir. Çünkü Türkiye ayaktaysa umutlar tükenmemiş demektir.
Suriye de bu umudun bir parçası olarak 61 yıldır zulüm altında olmasına ve 13 yıldır insanlar kendi yönetimi tarafından katledilmesine rağmen 13 günde aradığı huzura kavuşmuştur. Ortadoğu’yu ele geçirdikten sonra coğrafyayı kader olarak dayatan küresel emperyalizm, bugün bu irade karşısında coğrafyayı terk etme noktasına gelmiştir.
Ortadoğu’yu lime lime bölüp, cetvelle çizilen haritaları ayrı renk, bayrak ve kimliklerle tanımlayanlar yolun sonuna gelmiştir. Coğrafya hasret kaldığı huzur için 600 yıl öncesine yani aslına dönmeye başlamıştır. 13 yıldır ülkesinden ayrı yaşayan ama bir gün dahi geri dönme umudunu kaybetmeyen Suriyeliler ülkelerine giderken, “Türkiye bize bir bayrak kazandırdı” diyerek sınırın öbür yanına geçiyorlar. Aradaki sınırın sadece diplomatik bir geçiş güzergâhı olduğu bilinci yeniden doğuyor. Yüzyıllardır bir arada yaşayan Türk, Kürt, Arap, Müslüman, Hristiyan ve Aleviler yeniden aynı ruha kavuşmanın heyecanını taşıyor. Suriye sokaklarındaki sevinç gösterileri ve her yere asılan Türk bayrakları coğrafyanın aslına döndüğünü işaret ediyor.
Küresel güçlerin bölgeyi sömürmek için vekâlet unsur olarak kullandığı terör örgütleri artık huzur arayan herkesin ortak düşmanına dönüştü. İslam’ı kullanan DEAŞ ve Kürtlerin sırtına basan PKK/YPG artık kaçacak delik aramak zorunda kalıyor. Her dinden ve mezhepten insanı katleden, kendinden olmayan Kürtlere yaşama hakkı tanımayan ve zulmeden bu örgütler fare gibi saklanıyor. Onları kullanan, silahlarını ve paralarını veren küresel güçler de bölgeden kaçmanın yollarını arıyor. Türkiye-Suriye-Irak arasında kapana kısılan bu unsurlar “Türklerin zaferi” itirafında bulunuyor.
Ortadoğu’ya ABD’nin jandarma karakolu olarak dikilen İsrail için de çember giderek daralıyor. İşgal hareketine devem eden İsrail’in asıl korkusu Türkiye ile komşu olmasından kaynaklanıyor. MHP Lideri Bahçeli’nin “Şam’a gözünü diken Osmanlı şamarı yer. Tarih bize diyor ki Kudüs’ün ilk durağı Şam’dır. Şam güvendeyse günü geldiğinde Kudüs’te güvende olacaktır” sözüyle bunu işaret etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’nin yeni yönetiminin Türkiye ile birlikte oluşturulacağını açıklaması da İsrail’in korkması için yeter sebeptir.
Suriye’de sağlanacak istikrar ve huzur ortamının tüm bölgeye sirayet etmesi muhakkaktır. Suriye Ortadoğu’nun kilit taşı, güvenlik duvarıdır. Oluşacak yeni yönetimde tüm dini ve etnik grupların yer alması Suriye’nin refahı açısından kıymetlidir. Suriye’nin asli unsuru olan Türkmenlerin de kaygılarının göz önünde bulundurulduğu ve yeni yönetimde söz sahibi olduğu bir Suriye’nin oluşması Ortadoğu’nun geleceği açısından önemlidir. Türk’ün olduğu her yer güvenli ve huzurludur. Coğrafya kendi kaderini Türk milletinin kaderiyle eşlemiştir.