Cemal Kaşıkçı’nın öldürüldüğüne dair şüpheler arttıkça, ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik tavrı sertleşiyor. Olayın ardından yaptığı ilk açıklamada “Endişeliyim” demekle yetinen Donald Trump’a, ABD kamuoyu ve Kongre üyeleri tarafından yapılan baskının giderek şiddetlenmesi, olayların seyrini etkileyecek boyuta ulaştı.

İlk günlerdeki tepkilerine bakılırsa Trump, muhtemelen olayın büyümeden kapanacağını ve belki de sorumluluğun Türkiye üzerinde kalacağını düşünüyordu. Kral Salman ile telefonda görüşen Trump, Kral’ın “Kaşıkçı konusunda hiçbir bilgisinin olmadığını” söylemiş ve Suudi dostu üzerinde baskı oluşmasını engellemeye çalışır bir tavır takınmıştı.

Ancak, Türkiye’nin işi sıkı tutması ve başkonsoloslukta yapılan incelemeler sonucunda Kaşıkçı’nın öldürülmüş olabileceğine dair bazı ipuçlarının ortaya çıkarılması, Trump’ın olayı geçiştirmeye yönelik hesaplarını bozdu. Trump, yaşadığı onca hengâmeden sonra bir de Kaşıkçı olayı yüzünden zor duruma düşmemek için, kendine yönelen baskıyı Suudi rejimine aksettirmeye başladı.

Bu tavır değişikliği, olayın azmettiricisi olduğu düşünülen veliaht prens için kötü haberlerin gelebileceğine işaret ediyor. Nitekim, veliahtın tahta çıkmak bir yana mevcut konumunu dahi artık koruyamayacağı, ölüm haberi henüz teyit edilmediği halde konuşulmaya başlandı bile. Son birkaç gündür ABD basınına yansıyan açıklamalardan, veliaht prens Muhammed Bin Salman’ın olayın sorumlusu olarak öne çıkarıldığı görülüyor.

Trump gibi Cumhuriyetçi bir Senatör olan ve her platformda Suudileri desteklediğini belirten Lindsey Graham, “Kaşıkçı’nın Salman’ın talimatıyla öldürüldüğünü” savunup “Salman görevinde kaldıkça o ülkeye gitmeyeceğim” diyerek prensi açıkça hedefe koydu. Diğer bazı Kongre üyeleri de benzer açıklamalarla Prens Salman’ı itibarsızlaştırmaya devam ediyor.

Bu ve benzeri tepkiler, Kaşıkçı olayının baş sorumlusunun Prens Salman olabileceğine yönelik algının kuvvetlenmesine yol açıyor. Oysa veliaht prens, ABD yönetimi tarafından “Ülkesini aydınlatacak genç bir reformcu” olarak pohpohlanmış, Beyaz Saray’da “krallar” gibi ağırlanmıştı. Ayrıca veliaht prens kadınların araba kullanması yasağının kaldırılması gibi “reformları” hayata geçirerek ABD kamuoyunda sempati kazanmıştı.

Trump’ın damadı Jared Kushner’in yakın arkadaşı olduğu bilinen veliahtın “olağan şüpheli” olarak ön plana çıkması, Trump’ı olayın ciddiyetini kavramasını sağladı. Eğer Kaşıkçı, kendisine eleştiriler yönelttiği için veliaht tarafından öldürülmüşse, o zaman Suudi rejimle sıkı fıkı olmanın Trump tarafından izahı hayli zorlaşacaktır. Trump’ın “Bizden yüklü miktarda silah satın alıyorlar” şeklindeki demeçleri; muhalifleri susturmak için “idam rekorları” kıran ve Yemen’de sivillerin üstüne bomba yağdıran gaddar bir rejimle olan samimi ilişkilerini açıklamaya yetmeyecektir.

Şimdiden yükselen tepkiler Trump’ın kerhen de olsa olayın üstüne gitmesini gerektirdi. Trump önce “olası yaptırımları” gündeme taşıdı ve ardından Dışişleri Bakanı’nı Riyad ve Ankara’ya göndererek zevahiri kurtarmaya çalıştı. Pompeo’nun salı günü Riyad’da gerçekleştirdiği görüşmelerden birkaç saat sonra ve Suudi başkonsolosun konutunda yapılacak incelemeden sadece bir iki saat önce başkonsolosun kaçarcasına Türkiye’yi terk etmesi, Suudi rejiminin olaydaki sorumluluğu olduğuna dair kuşkuları iyice arttırdı.

Henüz kesinleşmemiş olsa da başkonsoloslukta ele geçirilen deliller, Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürüldüğü hususunda şüpheye pek yer bırakmıyor.

Bu noktada “acaba Kaşıkçı, Salman’ın tahtını tehlikeye atabilecek bilgilere sahipti de o yüzden mi öldürüldü?” sorusu akıllara geliyor. Önem arz eden bir diğer soru da şu: Operasyon için İstanbul’un seçilmesinin sebebi, Suudilerin “İran ve Katar’la birlikte şer ekseni” olarak nitelendirdiği Türkiye’ye zarar verme, Türkiye’yi töhmet altında bırakma niyeti miydi? Ardındaki amaç ve niyet her ne olursa olsun, veliahtın bu kez baltayı taşa vurduğu ve tahtının sallanmaya başladığı kesin.