YILDIRAY ÇİÇEK / TÜRKGÜN
“Sığınmacılar, ırkçılık, provokasyon, provokatörlük, demografik yapı...”
Son yıllarda ve aylarda Türkiye’de en çok duyduğumuz, en çok tartıştığımız bu konular olmaktadır. Hep birbirini besleyen, birbiri içinden üreyen, istismar edilen, dikkat edilmesi gereken konular… Sığınmacı yükünün fazlalığı elbette hepsini tetiklemektedir. Sosyolojik olarak zaten bu hareketlilik içinde tüm bunların harekete geçmesi de doğaldır. Sığınmacı yükünden ve demografik yapının korunmasından bahseden herkes elbette ırkçı, provokatör, provokasyon hazırlayıcısı olmadığı gibi, hastalıklı zihniyetlerin bu meseleyi ırkçılığa, provokatörlüğe çevireceği de provokasyon için fırsat göreceği de bir gerçektir. Her ikisinin dengesini iyi analiz etmek lazımdır. Samimi kaygıları ve uyarısı olanlarla, bu meseleyi kaosa, çatışmaya çevirmeye çalışanları bir tutarsak, asıl güç kazanan bu konu üzerinden ülkede kaos/çatışma yaratma peşinde olanlar olur.
Ben, bugün yazdıklarımı Suriye’de iç çatışma çıktığı ve Suriye’den sığınmacıların gelmeye ilk başladığı günlerde yazmaya başlamıştım. Bugün olanlar konusunda, 12 yıl öncesinden uyarılarda bulunmuştum. O günden bugüne hiçbir ifademizi de ırkçılık kalıbına da sokmadık. Zaten ırkçılık Türk milletinin inanç iklimine ve mensubu olduğumuz davaya en aykırı bir düşüncedir. “Yaratılanı severim, Yaradan'dan ötürü “düşüncesiyle her daim mazlumun yanında, zalimin karşısında olan bir milletin evlatlarının ırkçı olması zaten mümkün değildir.
Türkiye, dünyada başka bir örneği olmayacak şekilde sığınmacı meselesiyle yıllardır büyük bir sınavdadır. Sayıları milyonlara varan sığınmacıların yükünü taşıyan ve yaşayan Türkiye’den başka bir ülke yoktur. Türkiye’yi yöneten hükümette sığınmacı yükünün farkında olduğu için son yıllarda ayakları yere sağlam basan çözüm yolları aramaktadır. Suriye ile ilişkileri normalleştirme, terör örgütlerini işgal ettiği yerlerden temizleyerek güvenli bölgeler oluşturma ve oluşturulan güvenli bölgelere briket evler yaparak sığınmacıları o evlere yerleştirme çabaları, sistemli bir diyalog ve mücadeleyle başarıya ulaşırsa bu meseleden ancak böyle kurtuluruz. Hükümetin bu adımlarında başarı sağlaması için desteklenmeli dediğimizde kaos ve çatışma peşinde koşanlar adeta kuduruyor. Beşar Esad’la görüşmesini ve diyalog içinde çözüm bulmasına yönelik her adımı engellemeye çalış, terör örgütü YPG ile mücadele ederek güvenli bölme oluşturma çabalarına karşı çık, ondan sonra çık “Suriyeliler niçin gönderilmiyor?” diye herkesi tahrik et… Burada niyet üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Türkiye’de sığınmacı konusunu en çok istismar ve tahrik edenlerin, HD(P)KK destekli Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemesi de aşırı bir garabet halidir. Suriye’nin kuzeyine sözde Kürdistan kurmaya çalışan terör örgütü YPG’nin safında olanı destekle ama Türkiye’de de “Suriye’den gelen sığınmacı Arapları, Türkmenleri, Kürtleri istemiyoruz” diye yaygara yap. Bu zaten ırkçılık değil, hainliği ırkçılık maskesiyle örtmeye çalışmaktır. Türkçülük maskesiyle sığınmacılar konusunu kaosa dönüştürmeye çalışanların seçimlerde “YPG terör örgütü değil, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşum” diyerek kimden yana olduğu çok belli olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi zaten niçin çok dikkatli olmamızın delili değil midir?
Türkiye’nin sığınmacı yükünden kurtulması için sığınmacılar konusunu tahrik edenlere karşı dikkatli olmamız şarttır. Elmalarla- armutları birbirine karıştırmadan sığınmacı yükünün çözümü Türk milletinin beklentisidir.