Sakarya Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kemal İnat, 2021 yılında Orta Doğu'da yaşanan gelişmeleri Analiz Masası için değerlendirdi.
2021 yılında Orta Doğu siyasetinin şekillenmesinde en fazla etki eden gelişmenin ABD'de yaşanan iktidar değişikliği olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. İsrail ve silah lobisinin istekleri doğrultusunda bölge siyasetine ağırlığını koyan Trump'ın ocak ayında başkanlığı Biden'a devretmesi, ABD desteğiyle kurulan ve İsrail, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır'ın ana aktörlerini oluşturduğu ittifakın geleceği konusunda soru işaretleri oluşmasına yol açtı.
Trump'ın desteğini elde etmek için İsrail ile yakınlaşmanın ve ABD'den silah satın almanın yeterli olduğunu tecrübe eden BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi Körfez ülkeleri, Biden'ın İran konusunda Obama dönemi politikalarına dönme ihtimali karşısında ciddi endişe yaşadı. Trump döneminde ABD ve İsrail ile birlikte İran'a karşı ağır bir baskı ve yaptırım politikası izleyen bu ülkeler, Biden döneminde bir yandan Tahran ile normalleşme yolunda adımlar atmaya başlarken diğer yandan da Türkiye gibi, İran'ı dengeleyecek başka aktörlerle de ilişkilerini düzeltme arayışına girdiler. Katar Emiri Şeyh Temim'in yılın başında Suudi Arabistan'ın El-Ula şehrinde gerçekleşen Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi'ne katılması normalleşme sürecinin bir parçası oldu.
BAE ve Suudi Arabistan'ın İran, Katar ve kısmen Türkiye karşısındaki geri adımlarını, ABD ve İsrail'e güvenerek izledikleri sert ve müdahaleci politikanın başarısızlığını görmüş olmalarının doğal bir sonucu olarak da değerlendirmek mümkün. İran'daki rejimin, baskı politikasına karşı ayakta kalması ve kendine has araçlarla bu baskı ve yaptırım politikasına karşılık verme kabiliyeti, Abu Dabi ve Riyad yönetimlerini bu ülkeye karşı adımlar konusunda daha temkinli olmaya sevk ediyor. Aynı şekilde, kolay lokma olarak gördükleri Katar'ın da başta Türkiye olmak üzere, Almanya ve İran'ın da desteğiyle kendisine uygulanan ablukaya karşı ayakta kalması, BAE ve Suudi Arabistan yönetimlerine, sırtını ABD ve İsrail'e dayayarak bölgede istedikleri her şeyi gerçekleştirmeyeceklerini bir kez daha göstermiş oldu. Yine ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin ağır baskısıyla Türkiye'deki AK Parti iktidarının devrileceği yönündeki beklentilerin de boşa çıkması, BAE'nin Türkiye ile ilişkileri normalleştirme yolunda hızlı adımlar atması sonucunu doğurdu.
Normalleşme rüzgarları
Biden yönetiminin İran ve İsrail konusunda Trump dönemindeki politikaları uygulamayacağına yönelik beklentiler ve bu beklentileri doğrulayan adımları, Orta Doğu'daki normalleşme rüzgarlarında en önemli rolü oynadı. Bu çerçevedeki en önemli adımlardan biri 6 Nisan'da İran ile P4+1 ülkeleri arasında müzakerelerin Viyana'da yeniden başlaması oldu. ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin İran'ın balistik füze programı ve kapasitesini dahil etmek istediği yeni anlaşma görüşmelerinde, bu talebe karşı çıkan Tahran yönetimi ise yaptırımların bir an önce kaldırılmasını istiyor. İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle bir süre ara verildikten sonra 29 Kasım'da yeniden başlayan görüşmelerde yılsonuna kadar bir başarı elde edilmese de tarafların görüşüyor olması, Orta Doğu siyaseti açısından önemliydi.
Normalleşme konusunda öne çıkan ikinci önemli aktör kuşkusuz BAE oldu. ABD ve İsrail desteğinin sınırlarını müşahede eden Abu Dabi yönetimi, hızlı şekilde kendisini Biden dönemi şartlarına hazırlamak için Katar, İran ve Türkiye ile ilişkilerini düzeltme konusunda ciddi girişimlerde bulundu. Ocak ayında Katar ile diğer KİK üyeleri arasında imzalanan Ula Anlaşması'nın ardından Doha ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme yolunda önemli adımlar atan BAE, İran ile ilişkilerini normalleştirme konusundaki girişimlerini 6 Aralık'ta Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun bin Zayed'in Tahran'ı ziyaretiyle üst düzeye çıkardı. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in 24 Kasım'daki Türkiye ziyareti ise BAE'nin normalleşme konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösteren bir adım oldu.
Yemen konusunda her geçen gün daha fazla sıkışan ve Trump'ın gidişiyle birlikte ABD'nin azalan desteğinden endişe eden Suudi Arabistan'ın İran'la 2016 yılından beri kesilmiş olan diplomatik ilişkileri canlandırma konusundaki hamlesi de Orta Doğu'daki normalleşme dalgasında önemli halkalardan birini oluşturuyor. Nisan ayında Bağdat'ta alt düzeyde doğrudan görüşmelere başlayan iki ülkenin, aralık ayında Pakistan'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında dışişleri bakanları düzeyinde görüşme gerçekleştirmesi, aralarındaki sorunları doğrudan temas yoluyla çözme konusunda istekli olduklarını gösterdi. Ancak Trump dönemindeki agresif baskı ve müdahale politikasından geri adım atma konusunda Riyad yönetiminin Abu Dabi'nin çok gerisinde kaldığını da vurgulamak gerekir. BAE, Trump'ın talepleriyle İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusunda da Suudi Arabistan'dan daha aktif bir politika izlemişti. Trump sonrası dönemde de İran ve Türkiye ile ilişkileri normalleştirme konusunda da aynı durum söz konusu oldu.
Trump dönemi Amerikasının sıkı müttefikleri olan BAE ve Suudi Arabistan'ın karşısında İran, Katar ve Türkiye'nin dış politikada ellerini güçlendirmek ya da içeride yaşadıkları sorunları aşma konusunda faydalı olacağı beklentisiyle bu ülkelerden gelen normalleşme isteklerine olumlu cevaplar vermek suretiyle bu sürecin parçası olduklarını ifade etmek gerekir. Katar için, KİK'in kendisine karşı abluka uygulamış ülkeleriyle ilişkileri normalleştirmek, hiçbir taviz vermeden bu ablukayı sona erdirmek anlamına geldiği için bir zaferdi. İran için BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki adımlar, karşısındaki blokun bölünmesine hizmet edeceği için olumlu anlam ifade ediyordu. Türkiye açısından da BAE ile sağlanan normalleşme hem bu ülkeden gelen doğrudan ve dolaylı tehditlerin ortadan kalkması ya da azalması hem de iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi anlamına geliyordu.
Orta Doğu'nun değişmeyen yüzü: İsrail saldırganlığı, mülteciler ve yoksulluk
Orta Doğu'da ikili ilişkilerde küresel aktörlerin tetiklediği normalleşme yolunda bu gelişmeler olurken değişmeyen şeyler de vardı kuşkusuz. Suriye ve Yemen'deki çatışmalar, İsrail'in Filistin'e yönelik saldırgan politikaları, Irak'ta süregiden istikrarsızlık, şiddet nedeniyle yerinden edilen insanların oluşturduğu mülteci dalgaları, çatışmaların yol açtığı yoksulluk, açlık ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybeden insanların dramı 2021 yılında da devam etti.
Yemen ve Suriye iç savaşları, bir yandan yaşanan çatışmalar nedeniyle çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olurken bir yandan da hem bütün kaynakların silahlara ayrılması hem de çatışmaların çoğu zaman insani yardımları imkansız hale getirmesi nedeniyle binlerce insanın daha yetersiz beslenme ve en temel sağlık imkanlarına erişememe nedeniyle hayattan kopmasına yol açtı. Bu trajedinin en fazla öne çıkan kurbanları ise maalesef her zaman olduğu gibi çocuklar oldu. Özellikle Yemenli çocukların uluslararası haber ajanslarına düşen fotoğrafları, Orta Doğu'daki acımasız güç siyasetinin çirkin yüzünü göstermeye yetiyor.
2021'de Orta Doğu siyasetinin değişmeyen görüntülerinden biri de İsrail'in Filistinlileri hedef alan saldırılarının ve yeni yerleşim yerleri inşa ederek Filistin topraklarını gasp etmeye devam etmesi oldu. Mayıs ayında İsrail askerlerinin Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesindeki bazı Filistinli aileleri zorla evlerinden çıkarmak istemesi nedeniyle başlayan olaylar ve sonrasında gerçekleşen Gazze saldırılarında 300'den fazla Filistinli hayatını kaybetti.
2022 yılında ne İsrail saldırganlığının ne de iç savaş şartlarının yaşandığı Orta Doğu ülkelerinde mülteci sorunu ve açlık nedeniyle yaşanan çocuk ölümlerinin sona ereceğine dair güçlü bir emare yok maalesef. Körfez ülkeleri, İran ve Türkiye'nin taraf olduğu normalleşme adımlarının ise yeni açılımlarla devam etme ihtimali var görünüyor.