Adına eğitim denilip bir flaş belleğe doküman yüklercesine gerçekleştirilen sistem, gerçekten eğitim kavramını dolduruyor mu..?

Aklımızda resmetmek için günü şekillendirirken farkına varamadığımız güncel olaylarla söze girelim:

Bu gün batının “Ortadoğu” diye işaret ettiği ve bize de ezberlettiği ad, bizi hiç düşündürmüyorsa, Batıdoğu, Güneydoğu… gibi coğrafi bölgelerin olmadığını göremiyor ve bunun bir işaretleme olduğunu idrak edemiyorsak, olduğumuz coğrafyada hakimiyet aklını üretemiyoruz demektir tabi ki isim koyanın gücünü kabul ediyor olmak da cabası… İşte bu basit örnek coğrafya dersimizin, yüzeysel tanımlardan ibaret olduğunun kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.

Yine bu günleri dolduran bir haber olan; 30 Ekim’de gerçekleştirilen zirvenin, Mondros Ateşkes Anlaşmasının 100. Yıl dönümüne denk gelişini göremiyor, 100 yıl önce bir gemide gerçekleşip, İstanbul’u etkisizleştiren Mondros’tan 100. Yıl sonra, İstanbul’da toplanılmasını yorumlayamıyorsak, zirveyi konuşulanlardan ve 4 ülke liderinin el tutuşmasından ibaret sayıyorsak, tarihi takvim yapraklarına sığdırıp, çocuklarımıza sağlıksız beslenme biçimiyle yedirmişiz demektir.

Batının aç karınla yorumladığı Ortadoğu’ya açılan, altın varaklı kapı olan Türkiye, böylesine stratejik bir konumda iken; yetişen her vatandaşın eğitim hayatının, zihin kapılarını tek tek açarak geçmesi gerekirken, bizim eğitim sistemimiz, bir depoya kitap yığarcasına fırlatıyor bilgileri..

Henüz ilkokul birinci sınıf dahi, tüm eğitim hayatımızı resmedercesine kalıp kalıp öğrendiğimiz fişleri sunuyor önümüze…  Daha sonrası ise yığım dolu, ezberlenmesi gereken çarpım tablosu, formüller, tarihler… Tarihler ezberleniyor! milliyet duygusuna bir pençe atıp sonra yarayı nasırlaştırırcasına, hissiyatsız bir takvimden ibaret kalıyor tarih ders kitaplarında… Tarih okullarda değil dizilerde öğreniliyor, o da magazin postası misali, geçmişteki ağırlığından uzak… Kim ne derse onun peşinde kuyruk oluşturuluyor, doğru yanlış fark etmeden, bilginin hakkaniyeti kavramı kıymetsizleşmiş , çünkü neden..? eğitim dilsiz, anlatamıyor, temel yok, beyin bir ardiyeye çevrilmiş…

Daha düşünmeyi öğrenmeden, anlama ve üretme kavramını ezen ezberler öğretiliyor… Üstelik bir de felsefe gibi, varlığın kıymetine varışta en temel ihtiyaç olan ders öteleniyor, en başta verilmesi gerekirken, üniversiteye hazırlık zamanlarında boş ders olarak işleniyor… Halbuki çocuğa önce felsefesi öğretilmeli hayatın, beyninde alacağı bilgiye yer açılmalı, o çocuk soru sormalı öğretilen şey üzerine, çünkü sorular aslında öğrenme biçimidir, idrak etme yoludur, ben bu bilgiyi beynimde nereye yerleştireyim demektir, yani anlamaktır… Ama günümüzdeki sistemde soruya fırsat yok, paragraflar halinde kimyasal tepkimelerden geçip faydasını yitirmiş hap misali yutturuyoruz bilgiyi, dolayısıyla beyinlerde yığımdan öte bir şey olmuyor. Örümcek ağlarına mesken şekline sokulan beyin, işlevini kaybedince haliyle idrak gözü kapanıyor, sonuç olarak kuyuya atılan taşların peşinden atlayan koloniler üretiyor eğitim sistemimiz…

Tarihi kavrayıp, olduğumuz coğrafyayı yorumlama yeteneğini kazanan bireyler üretmemiz gerekirken; öncelikle bunları düşünebileceğimiz, beyin dekorasyonunu yapan felsefeyi şeytan icadı gösteriyoruz, tarihi bir takvim yaprağı, coğrafyayı ise dağların denize uzanışı şeklinde istifliyoruz. Tüm bunların üzerine bir de sözel ve sayısal diye ayırılmış zeka sınıflandırması yapan bir cahil hurafesi  var, matematik bilenler zeki ve çalışkan, sözelciler tembel çocuklardır algısı: “tarih coğrafya felsefe bu ülkede iş yapmaz evladım(!)” cümlesi…  İşte bu söz, bu milletin katiline kendi evinin anahtarını teslim eden, halk arasında sahiplenilmiş bir virüstür asında… Cihanı yeni koldan saran bu kimliğin, tarihi kaplayan bu varlığın; kendinden bir haber bırakılıp, gücünü görememesi, strateji yürüterek başrolü üstlenmemesi için, düşmanın ettiği duaya amindir, bizim bu ‘istif eğitim’ anlayışımız.

Popüler kültür kumanda merkezinin, bir kara sinek misali ellerini ovuşturduğunu, bu çerçeveden baktığımızda görebiliriz. Çünkü yönetilmek istenenler kalıplaştıkça yönetime göz dikenler daha da güçlenmektedir. Yani oyun kuruculara cazip gelen böylesine bir coğrafyada, aklı diri tutmak gerekirken, oyun kurucuların ekmeğine yağ sürüp çayını da demli koyuyoruz…