Edepliydi, heybetliydi, yiğitti, bilgiliydi...
Perşembe gününün sabahı saat 05.00’de uyandım. Saate bakmak için telefonu elime aldığımda, MHP Özel Kalem Müdür Yardımcısı M. Bilal Aydın’ın “Yıldıray, Semih Hoca’nın oğlu vefat etti” mesajını gördüm. Vefat mesajını görünce yüreğim sıkıştı. Gördüğüm mesaja “Ne oldu ki? Aman Allah’ım ya” tepkisini verdim. Bilal Bey'den mesaja cevap gelmeden, hemen sosyal medya üzerinde çıkan haberlere baktım. “Ankara Kalesi'ni çevreleyen surların etrafındaki kayalıklardan henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 70 metre yükseklikten aşağıya düştü.” içerikli haberleri görünce, acım kat kat arttı.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu şiiri aklıma geldi:
“Ne yardan geçilir, ne serden;
Korkuyorum bu gecelerden.
Bel bağladığım tepelerden
Gün doğmayabilir bir daha.”
Ankara Kalesi'nde genç bir ölüm ve tepelerde böyle bir talihsizlik…
Maalesef kader, Turan İlteber Yalçın kardeşimizi Ankara Kalesi’ne bunun için çağırmış…
Sabah acı haberi aldıktan ve etkisinden kendime geldikten sonra, önce MHP Genel Merkezi’ne, kısa bir süre sonra da Semih hocanın evine geçtim. Hüzün çöken binanın önünde metanetle ayakta durmaya çalışan Semih hocayla karşılaştım. Metanetle duruyordu ama yüreğinde evladını kaybetmenin en acı fırtınaları esiyordu. Teselli etmek için Semih hocaya sarıldım. Gözümden bir damla yaş geldi. Ateş düştüğü yeri yakar derler elbette ama böylesi tanıdığın kardeş, dost dediğin genç ölümler gerçekten bizim yüreğimizi de yaktı. Böyle durumlarda baba, anne, kardeşler, eş hepsi gözümüzün önüne geliyor. Onların acısına empati yapmaya çalışıyorsun. Gerçekten tarifi imkânsız bir acı. Ama bir kız babası olarak en çok da Turan İlteber Yalçın kardeşimin geride bıraktığı küçük kızına yüreğim bir başka acı duydu.
Turan İlteber Yalçın kardeşimi mezarın başında toprağa verdiğimiz anda, babası Semih hocamızın, annesinin, kardeşlerinin, eşinin hali yüreğimde çok büyük acı oluşturdu. Ama gözümün önünden, onun kızıyla olan fotoğrafı gün boyu hiç gitmedi. Dün gece de hep o fotoğrafın etkisinden, eve girer girmez gittim uyuyan 3 yaşındaki kızım Güntülü’yü öptüm. Ama aklımda hep o fotoğraf vardı.
Talihsiz ve genç ölümler, geride bırakılan yavrular kadar bu dünyada acı bir şey yoktur. İşte bu yüzden “Allah kimseye evlat acısı vermesin” dileği yaşamın en etkili temennisidir.
Ama kader ağını bu şekilde örerse elden bir şey gelmiyor. Kiminin imtihanı da bu şekilde oluyor. Semih hocamız ve ailesi de maalesef bu dünyada böyle bir imtihanla yüz yüze geldi. Nihayetinde hepimizin gideceği yer orası. Ahirete kimisi erken yolculuğa çıkıyor, kimisi geç…
Tanıdığım Turan İlteber Yalçın edep, adap, bilgi, kültür yüklenmiş bir karakter sahibiydi. Kendisiyle karşılaştığım vakitlerde “Yıldıray abi nasılsın?” derken yüzüne yansıyan efendilik, mütevazılık hep onu hatırlatacak anı olarak hafızamda kaldı.
Bacağında hâlâ kurşunla gezen, Ülkücü Hareket uğrunda her türlü çileyi yaşamış bir babanın oğlu olarak, babasını örnek alarak kendini yetiştiriyordu. Aldığı hem okul, hem aile eğitimi bunda çok etkili oluyordu. Yeni Düşünce dergisinde “Siyasal iletişim” hakkında yazılar kaleme alıyordu. Başına bu talihsizlik gelmese idi ülkücü harekete yapacağı çok hizmeti olacaktı. Heybetli bir yiğit, korkusuz bir Bozkurt'tu.
Allah, Turan İlteber Yalçın kardeşimizin mekânını cennet etsin. Bu dünyadaki imanı, cennete yol olsun…
Başta Semih Yalçın hocam olmak üzere, Yalçın ailesine ve Ülkücü Harekete başsağlığı diliyorum. Yalçın kayalıklarda dostumuzu, kardeşimizi kaybettik. Ama anıları, hatıraları hep yüreğimizde yaşayacak…