Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol
Mevlana’nın ne güzel sözüdür: “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”
Toplumun ihtiyacı olan bu değil mi zaten?
İyiyi kötü olandan, dostu düşmandan, çirkini güzelden, zararlıyı faydalıdan ayırırken olduğu gibi görüneni veya göründüğü gibi olanı tespit etmek sürecinde her zaman sağlıklı sonuç vermez mi? Elbette verir. Bu bir kolaylık sağlar ve her şeyin kalitesi artar. Şimdi her şey estetikli, her şey hormonlu, her şey oynanan sahte rollerde hayat buluyor.
Sevgiler sahte, dostluklar sahte, kardeşlikler sahte, düşmanlıklar sahte, sadakatler sahte, gülücükler sahte, gözyaşları sahte, çabalar sahte, fedakârlık sahte, iyilikler sahte… Hayatın her alanı adeta "Sahte parayla alışveriş yapmak isteyen” dolandırıcılarla dolu…
Kokmuş tavuğu çamaşır suyuyla yıkayıp kokusunu alarak vitrine koyanlar, at-eşek etini kuzu diye fırına verenler, araçların şase ve motor numaralarını değiştirenler, başkasının yerine sınava girenler, süte su katanlar, yeni doğan yavrusunu çöp kutusuna atanlar gibi… Karşımıza çıkan her şey tuhaf ve sahte…
Sahte doktor şifa, sahte avukat hukuk, sahte öğretmen bilgi, sahte şeyh iman, sahte müteahhit ev, sahte çiftçi tohum, sahte iş adamı umut dağıtıyor.
Yılın annesi ödülünü alan fuhuştan, uyuşturucu ile mücadelede yılın polisi seçilen uyuşturucudan, yılın öğretmeni seçilen tacizden, yılın avukatı seçilen çeteden, yılın doktoru seçilen organ mafyasından, yılın hayvanseveri hayvana eziyetten yakalanıyor. Hep “olduğu gibi görünmeme, göründüğü gibi olamama” hastalığı…
Bu hastalık sadece onun, bunun, şunun değil, senin, benim velhasıl hepimizin ruhunda var. Ruhumuzun bir yanında bu sahteliği hep koruyoruz ve hatta bu sahteliğimizi sulayarak büyütüyoruz.
Kandırmak, aldatmak, suiistimal etmek, yalan söylemek, iftira atmak, rol yapmak artık toplumda “çıkar” silahı haline gelmiştir. Kolay ve haksız kazanmanın en kısa yolu bu yöntem olmuştur. “Üzüm üzüme baka baka kararır” misali bireyden bireye bu yöntem salgın haline gelmiş ve bu hal toplumu kuşatmıştır.
Çıkarları için hesap yapan adamın dilinde, beyninde, kalbinde bunlar yuva yapmış haldedir ama bunları ilişkilerinde, diyaloglarında uygulayanlar olduğu gibi görünerek, göründüğü gibi olarak değil sahte davranış ve arka plandaki yüzüne odaklanarak yapmaktadır.
Toplumda organik davranışların yerini hormonlu davranışlar aldığı için hasletler, erdemler, faziletler, güzellikler, hoşluklar, iyilikler, vefalar, dostluklar nesli tükenen kavramlar haline gelmiştir. Günümüzde bu duyguları karşı taraftan görenler yahut karşısındakine yaşatanlar kendini çok büyük imtiyaz sahibi olarak görmektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar meşhur romanı Mahur Beste’de Sabri Hoca karakterini şöyle konuşturuyor ya:
“Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.”
Meselemiz bozulan insan ve bozulmayı bekleyen sıraya geçmiş insanlardır. Bu sadece bizim toplumun meselesi değil, dünyanın temel meselesi haline gelmiştir. Tolstoy “Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur.” derken meselenin evrensel haline parmak basıyordu.
“Bozulmaz” dediğin kişinin bile bozulduğu böyle bir çark işliyor. İnsan öğütüyor ve insanı karakter olarak toz haline getiriyor.
Bozulan insan salgınından kendinizi koruyun. Bozulmamak için mezarda son bulacak hayatınızın finalini göz önüne getirin. Öteki dünyaya inancı olan her ne götürüyorsa bu dünyadan ne götürdüğünü bilmelidir. Bir kişi öteki dünyada Allah’ın huzuruna geçersiz sahteliklerle çıkmak istemiyorsa, insanlığın en büyük silahı olan erdemi, fazileti bu dünyada kuşanmalıdır.
Sahteler kahrolsun, gerçekler var olsun, hileli teraziler kırılsın, kişiler ya olduğu gibi ya da göründüğü gibi olsun… Kazanan insanlık olsun…