Atatürk'ün Kurduğu Kurumda, Atatürk'e Vefasızlık, Nankörlük!
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 80. yıldönümünde büyük bir rezalet yaşandı. Tartışmaları da halen devam ediyor. Rezaletin sahibi de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu en anlamlı kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan Prof. Dr. Ali Erbaş’tır.
Prof. Dr. Ali Erbaş üst üste iki rezalet gerçekleştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete yürüyüşünün yıldönümüne denk gelen ilk Cuma namazı hutbesinde Cumhuriyetimizin ve başında bulunduğu kurumun kurucusuna bir rahmet okutmayı, camilere gelen müminlere bir Fatiha okutmayı çok görmesi ve aynı günün akşamı Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret, iftira ve düşmanlık için ömrünü vermiş ve bir ayağı çukurda olan Kadir Mısıroğlu’nu ziyaret etmesi tam bir rezalet olmuştur.
Zaten Kadir Mısıroğlu "Mustafa Kemal'le zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin" demişti. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Kadir Mısıroğlu’nun cenazesinde de olacağını dosta-düşmana göstermiştir. Atatürk’ün kurduğu kurumun başında olacaksın ve o kurumdan maaş alacaksın ama Atatürk’ün heykellerini kastederek “Köpek leşi gibi sürüklendiğini göreceksiniz” diyen adamın ayağına, hem 10 Kasım arifesinde, hem de cübbeli halinle ziyarette bulunacaksın!
İstiklal Marşı yazarı merhum Mehmet Akif Ersoy’a “Lan, serserinin teki, p.z.vek” diyen, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyerek Atatürk düşmanlığını Türk milletine düşmanlıkla birleştiren, uğruna milyonlarca Müslümanın öldürüldüğü Büyük Ortadoğu Projesi’ni desteklemek için ABD’ye rapor yazdığını söyleyen ve “BOP Türkiye için nimettir” diyecek kadar Haçlı Ordularına hayranlık duyan Kadir Mısıroğlu’nun ayağına gidecek kadar kendisini zorlayan neydi? Hem de 10 Kasım arifesinde…
Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. Atatürk bu kurumu kurduğunda başına da Anadolu’yu işgalcilere karşı örgütleyen Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi olan Rıfat Börekçi’yi atamıştı.
İstanbul Hükümeti, 11 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla işgalcilere destek fetvası yayınladığında, Atatürk bu ihanetçilere karşı fetva yayınlamasını Rıfat Börekçi’den istemişti.
Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi başkanlığında 5 müftü, 9 müderris ve 1 medrese müdürü ile 6 kişilik din bilgini heyetinden oluşan toplam 21 kişilik bir kurul, milli mücadelenin ateşini yakarak “direniş fetvasını” hazırladı. Milli mücadele safındaki müftüler, din alimleri bunun üzerine Anadolu’yu harekete geçirmişti. Anadolu’nun işgal edilmesini, düşmana diz çökülmesini dini fetvayla sağlamaya çalışan İstanbul hükümetinin fetvasının İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtılması da “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Kadir Mısıroğlu’nun içindeki acının ana sebebidir. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş da, Atatürk’ün kurduğu ve Rıfat Börekçi’nin ilk başkan olarak oturduğu o koltukta büyük bir rezalete imza atmıştır.
Kadir Mısıroğlu’nun 1983’te Türk vatandaşlığından çıkarıldığında İngiltere’ye iltica etmesi de aslında her şeyin delilidir. Yunan ve İngiliz aşkı o fesli delide bir başkadır.
Kadir Mısıroğlu gibiler “Keşke Yunan galip gelseydi” derken TBMM’nin kuruluşuna dek Millî Mücadelenin yürütme organı olarak görev yapmış kurul olan Heyet-i Temsiliye adına İslam Âlemine Beyanname yayınlayan Atatürk "İstanbul'un işgal edilmesinin bütün İslam dünyasına tecavüz olduğunu" belirtip bunun İslam dünyasına yönelik yeni bir "Haçlı Saldırısı" olduğunu ifade ediyordu.
Kadir Mısıroğlu’nun günümüzde de ABD’nin Haçlı Ordularına sahip çıkması, geçmişten gelen misyonudur. Prof. Dr. Ali Erbaş da 10 Kasım’da böyle bir adama şirinlik yapmış, Atatürk sayesinde oturduğu koltuğa yakışmayan bir davranışta bulunmuştur.
Aslında ilginç olan FETÖ mücadelesinin sürdüğü bir dönemde Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Diyanet İşleri Başkanlığına atanmasındaki tuhaflıktı. Ben bu atama gerçekleştiğinde 22 Eylül 2017 tarihinde “FETÖ MÜCADELESİNİ GÖLGELEMEYİN” başlıklı yazı yazmış ve orada “Adil Öksüz ve dinlerarası diyalogcularla anılan birinin Diyanet İşleri Başkanı yapılması bu tartışmalara malzeme olmaktadır. FETÖ mücadelesini ise bu örnekler gölgelemektedir.” demiştim.
Atatürk’ün kurduğu kurumun başındayken, 10 Kasım’da rezalete imza atan Ali Erbaş’ın FETÖ sicili oldukça kabarıktır. Ziyareti ise provokasyondur. Atatürk’ü Cuma hutbesinde anmaması, o günün akşamında cübbesiyle azılı Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’nun yanına gidip poz vermesi provokatörlük değil de nedir?
Diyanet İşleri Başkanlığına ait internet sayfasında anmadığı gibi, kendisine ait resmi sosyal medya sayfasında da Atatürk’e rahmet dilememiş ve O’nu anmamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığına ait internet sayfasında yer alan “Kuruluş ve Tarihi Gelişim” bölümünde Atatürk’ün kurucu olarak adı bile geçmiyor. Hal budur işte. “Yazıklar olsun” dışında ne denir ki buna?
Atatürk konusunda geçmişindeki hataları tekrarlamayan, Atatürk’ün koltuğunda oturan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gazi’nin mücadeleci ve kurucu vasıflarını gençlerimize ve çocuklarımıza iyi anlatmalı, onun “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetimizi ilelebet yaşatmak ve daha ileriye taşımak için üzerimize düşen sorumlulukları hep birlikte yerine getirmeliyiz.” cümleleriyle 10 Kasım mesajı yayınlarken, bu Ali Erbaş kimdir de 10 Kasım’da bu provokatörlüğü yapmıştır?
Gelelim Ali Erbaş’ın madde madde FETÖ siciline…
Belki bu provokatörlüğüne ışık tutacaktır.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, 15 Temmuz alçak darbe girişiminin ana beyni olan Adil Öksüz'ün doktora tezi savunmasında jüri üyesi olması…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, FETÖ’nün bir zamanlar dinler arası diyalog faaliyetlerini yürüten KADİP’in (Kültürler Arası Diyalog Platformu) yönetiminde yer alması… Ve çevirisini yaptığı bir kitapta "...dünyayı bir köy haline getirdiği günümüzde bu tür eserlere çok ihtiyaç vardır. Bu çeviriyle dinler arası diyaloga bir nebze olsun katkıda bulunmuşsak kendimizi bahtiyar hissedeceğiz." önsözünü yazarak, hak din İslam ile bozulmuş dinleri eşitleme projesinde yer alması…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, FETÖ’nün kurduğu Gazeteciler Yazarlar Vakfı’nın organizasyonlarında baş gösteren biri olması.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, sürekli FETÖ’nün Abant toplantılarında katılımcı olması…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, FETÖ’nün kapatılan “Kimse Yok Mu Derneği’nde” aktif çalışan olması ve bu derneğin Sakarya’daki toplantısında FETÖ’cülere “gönül erleri” diye seslenen bir kişi olması…
Böyle bir sicili olan kişi maalesef 2017 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına atanarak FETÖ mücadelesinin içeriğine gölge düşürülmüştü. O da, 10 Kasım’da provokatörlüğünü yaparak misyonunu gerçekleştirmiştir.
Ali Erbaş “Aldatıldım, kandırıldım” kontenjanından mı Diyanet İşleri Başkanı olmuştu?
O halde sırf “Çocuğum üniversite kazansın” diye çocuklarını FETÖ dershanelerine gönderenlerin suçu nedir ki, yedi göbek bağına ceza veriyorsunuz?
Hem de bu toplumu FETÖ’nün kucağına tüm uyarılara rağmen yönlendirenlerin, bizzat devleti yönetenler olduğu gerçeği ortada iken…
Hadi atanmasında bir “aldatılma, kandırılma” var diyelim ama hem çok net FETÖ sicili, hem de Atatürk’ün kurduğu kurumun başında yaptığı Atatürk düşmanlığıyla Ali Erbaş o koltukta artık oturmamalıdır.
O koltuktan kalksın, bol bol Atatürk düşmanı, Yunan, İngiliz ve ABD hayranı Kadir Mısıroğlu ile beraber pozlar versin… Ama ondan önce de FETÖ hizmetkârlığının hesabını mahkemelerde versin. İşte o zaman gerçek FETÖ mücadelesi anlaşılır olacaktır.
Türk-İslam dünyasının kurtarıcı önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk atadığı Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Atatürk’ü şöyle tarif ediyordu: “Ata'nın huzuruna geldiğimde beni ayakta karşılardı… ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz' dediğim zaman ‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır' buyururlardı. Atatürk şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.”
Bir de Ali Erbaş’ın siciline bakın, saygı gösterilecek ne özelliği vardır?
Atatürk’ün kurduğu kurumun başında Atatürk’e vefasızlık, nankörlük yapan birine, teröristbaşı Fethullah Gülen’e gösterdiği saygının yüzde birini Atatürk’e göstermeyen birine, bizim ne saygımız olur?
Ruhunda Fethullah Gülen ve Kadir Mısıroğlu’nun misyonunu taşıyanların imanlı nesiller yetiştirmesi de mümkün değildir.
Cumhur ittifakı, 15 Temmuz sonrası milli mücadele içinde terör örgütlerine karşı tavizsiz duruş sergilerken, milliyetçi duruş zirve yapmışken, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafında birileri önce MHP’yi uzak tutma projesini devriye soktular. Ve ondan sonra sürekli milli konularda yanlış yapan eylem ve söylemlere girilmeye başlandı. Milli konularda hassasiyeti olan AKP’nin içindeki samimi insanlarda da bunun kaygısı ve üzüntüsü vardır. MHP’nin karşılık beklemeden ortaya koyduğu samimiyete karşı yapılanlar, AKP içindeki o samimi tabanı ve birçok AKP’li yöneticiyi rahatsız etmiştir. Hangi AKP’li ile sohbet etsek özellikle Ankara ve İstanbul konusunda yerel seçimlere yönelik kaygılarını dile getirmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk’ü anlamlı sözlerle anarken, böyle kaygıların çoğaldığı bir dönemde, Ali Erbaş’ın bu yaptıkları kime zarar veriyor ve kimi sorgulatıyor?
AKP içinde bir kripto damar hareketliliği var. Bunu herkes görüyor ve anlıyor.