Aklın ve bilimin rehberliği
İsrail'in Lübnan’daki Hizbullah mensuplarını hedefleyen “çağrı cihazları saldırısı” modern harbin teknolojik yüzünü gözler önüne seren bariz bir örnek. 9 kişinin vefatı, 200’ü ağır olmak üzere 2.800 kişinin yaralanması, teknolojik vasıtalarla akılcı stratejilerin savaş alanındaki dönüştürücü etkisini gösterir mahiyette.
Fakat bu hadisenin gerisinde, mağdur olan taraflar adına daha derin bir mesele yatıyor: Medeniyetlerin bekası bilimin, aklın ve ilmin rehberliğine uymaktan geçiyor.
İsrail’in bu saldırıda kullandığı teknoloji, sıradan bir askeri harekâttan çok daha fazlasıdır. Elektromanyetik dalgalar ve siber müdahalelerle gerçekleştirildiği belirtilen bu operasyon, bilgiye ve teknolojiye yapılan yatırımların nasıl kritik sonuçlar doğurduğunun kanıtıdır.
Lübnan Hizbullah’ının, İsrail’in ileri teknoloji gücüne önlem olarak düşük teknolojili çağrı cihazlarına yönelmesine rağmen böyle bir saldırıya uğraması akıl ve bilim yolundaki genel geri kalmışlığın çarpıcı göstergelerinden birisidir.
Bu hal, Müslüman âleminin içinde bulunduğu acıklı durumu daha da trajik hale getirmektedir. İslam’ın altın devrinde, Müslüman bilginler matematikten astronomiye, tıptan mühendisliğe kadar geniş sahalarda dünyayı dönüştüren keşiflerde bulunup Avrupa’daki Rönesans’a ilham kaynağı olurken, günümüzde İslam toplumlarının çoğu ilimden uzaklaşıp iç çatışmalara gömülmüştür.
“Vadedilen Topraklar” gibi akıldışı bir anlayışı, diğer ülke halklarının çocuklarını ve hayvanlarını dahi imha ederek elde etmeyi hedefleyen mutaassıp Siyonistlerin bilim ve teknoloji ile kendi varlıklarını teminat altına almasına karşılık İslam âleminin modern dünyanın gerçeklerinden uzak kalışının çarpıcı sonucu, tek tuşla yüzlerce hayatı kaydırmak olabilmektedir.
İslam’ın bilimi ve aklı önceleyen öğretileri ne yazık ki günümüz Müslüman toplumlarında sadece geçmişin şanlı hatıralarında yaşamaktadır. “İlim Çin'de de olsa ona talip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır” diyen Resulullah’ın öğüdü, günümüzde Müslüman toplumlar tarafından layıkıyla takip edilmemektedir.
Müslüman coğrafyalardaki eğitim sistemlerinin geriliği, bilimsel gelişmelere yeterince yatırım yapılmaması ve bunların sonucu olarak beliren siyasi istikrarsızlıklar, özellikle düşman devletlerin geliştirdiği yüksek teknolojili saldırılar karşısında kendini açıkça göstermektedir.
Bu çaresizlikten kurtulmanın yolu, geçmişin görkemli anılarına sığınmayı terk edip modern dünyanın gereksinimlerine uygun akli devrimler gerçekleştirmektir. İç çekişmeleri bir kenara bırakarak bilime, teknolojiye ve eğitime yatırım yapmaktır. Akıl ve bilimi önceleyen bir uyanış, Müslüman dünyasının küresel sahnede yeniden hak ettiği yeri almasının anahtarıdır.