Kim öz, kim üvey?
Teori ve pratik uyumu, bir siyasi hareketin samimiyetinin turnusol kâğıdıdır. Türkiye’nin fırtınalı yıllarında sağ-sol fark etmeksizin her siyasi damar, bu tutarlılıkla var olmuş, fikir ve eylem arasındaki uyumu bir kimlik meselesi haline getirmiştir. Ancak günümüzde bu bağ giderek gevşemiş, hatta ideolojik sadakat yerini pragmatik kölelik ilişkilerine devretmiştir. Bilhassa Sol-Sosyalist kampta, teoriyle vedalaşan pratik, dünkü “pire için yorgan yakan” fraksiyon çatışmalarından, emperyalizmin sofrasına oturmayı kanıksayan teslimiyetçi ilişkilere evrilmiştir.
Alfabeyi bir cambaz maharetiyle kullanarak HEP’ten, DEHAP’a, HADEP’e, BDP’ye, DTP’ye, HDP’ye, YSP’ye geçip şimdilerde ise DEM adını alan siyasi yapı, geçmişten günümüze sol ve sosyalist bir söylemle kendini tanımladı. Ancak Ziya Paşa’nın “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” vecizesindeki gibi, bu yapı gerçekten sol ve sosyalist midir, yoksa solun söylemini ödünç almış bir emperyalizm taşeronluğunun içinde midir?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim TBMM açılışında DEM’e uzanan elinden son grup toplantısındaki tarihi çağrısına uzanan süreç, bu yapının ideolojik tutarlılığını ve siyasal rüştünü kanıtlaması adına tarihi bir fırsattır. Devlet Bey’in, “Gelin Türkiye Partisi olun; terörle aranıza mesafe koyun,” çağrısı, aslında DEM Partisi’nin Türk ve Türkiye Yüzyılında hangi safta duracağını netleştirecek bir turnusol kağıdıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin güdümündeki PKK terör örgütünün siyasi uzantısı olarak mı kalmayı seçecekler? Yoksa emperyalizme direnen Türk milletinin yanında mı duracaklar?
Kürt kökenli vatandaşlarımızın tamamı İslami değerlere sahipken, onların haklarını savunma söylemine yaslanıp, milyonlarca Müslüman’ın kanından ve canından sorumlu olan ABD emperyalizminin vekâlet örgütüyle aynı safta yer almak, en hafif tabirle büyük bir çelişki olmayacak mı? İşte bu noktada DEM Partisi’nin ideolojik söylemi ile siyasi pratiği arasındaki uçurum tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.
Sosyalist bir hareketin asli hedeflerinden birisi, ezen-ezilen ilişkilerinde dezavantajlı grupların saflarını kuvvetlendirmek iken, en büyük ezici emperyalist güç olan ABD’nin lejyonerliğine gönüllü yazılmak, sosyalist söylemin ruhuna ihanet değil mi?
Kendisini sözümona anti-emperyalist bir çizgide tanımlayan DEM Partisi, ABD’nin emperyalist çıkarlarını koruyan bir terör örgütünün siyasi uzantısı olmayı seçtiği ölçüde, bu ihanetin taşıyıcısı olmaktan kurtulamayacaktır. Bu çelişki de, sadece DEM Partisi’nin siyasi kimliğini değil, aynı zamanda tabanını oluşturan Kürt kökenli seçmenlerin değerleriyle olan ilişkisini de sorgulanır hale getirmeyecek midir?
Devlet Bey’in, “Buradan bütün Kürt kardeşlerime sesleniyorum. PKK Kürtleri temsil edemez. Şimdi açıkça görüldü ki, bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemeye çalışanlar vardır. Dün terörist başının yoldaşı olanlar, şimdi Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına, Türk milletinin asil evlatlarını kurban edemeyiz. Buna hakkımız yok. Gelin bir olalım, beraber olalım, hep beraber Türkiye olalım” sözleri bu sorunun yanıtlarını aramaktadır. Kimin öz, kimin üvey olduğu bu geçidin başında ayan beyan ortaya çıkacaktır. Tarihin doğru tarafında durmayı seçenler, Türkiye’nin bekasına hizmet edecek; Türkiye’ye ihanet edenler ise milli hafızada emperyalizmin peydahlamaları olarak yerini alacaktır.