Okuyun Okuyun Okuyun… Bilinen en sıradan öğüt, bir miktar ezberlenmiş bir slogan. Memleketin hali sorulunca koplaya yapıştır verilen en pratik cevap…

Kitapları yutan ve kusan insanların kendini aydın saydığı ve alkış topladığı köhne bir devirdeyiz. Geçmişte oynatılmış kalemlerin bu güne varmaya çalışan cılız ışığını aydınlık sanıyoruz. Bu günün meşalesini kendi ateşimizle yakmaktan aciz ve bir o kadar da kendinden emin cümlelerle, bir başkasının kitap alıntılarını paylaşırken çok matah bir iş yapmış hissiyatına kapılıyoruz. Söylenmişleri tekrarlayarak bilgin geçiniyoruz ki bu cehaletin gözle görünmeyen tanımı oluyor…

Neyleyelim ilim ile karılmayan bilgiyi..? İlminden bir haber insanın, hamallık değil midir mesleği.. Dünyaları okusak, yaradılışımızın şahaneliğini konuşturmadıktan sonra neye yarar.. Bir kelimeye bir harf katmadıktan sonra niye tekrarlarız ki den den içinde o cümleleri, bu kadar mı fukarasıyız düşünmenin…

Sokak lambasının eve vuran ışığını aydınlık sanıyoruz, bir muma kibrit çakmak aklımızdan geçmiyor. Öyle ki ufkumuza yamalı bir perde çekmişler, iğne deliklerinden ince ince sızan ışığın vehameti sarmış etrafı, yetiniyoruz.. Çünkü göz bebeklerimize yansıyacak o büyük yangınların, aydınlatacağı dünyadan düşlerimiz dahi habersiz, düşünü bile kurmaktan aciziz ve mecalsiz.

Bir kelimeye bin anlamı döşeyen o eskilerin nakaratı dönüyor dilimizde, habire yakınıyoruz… Çağın keşmekeşliğine dahil olmadığından mütevellit ruhumuz, o kelimelere anlam yükleyecek kerameti kendimizde bulamıyoruz, ki zaten marifeti “ah o eskiler” demekten, söylenmişleri söylemekten ibaret sayıyoruz. Sonrada köşemize geçip obez beynimizden ezberlediklerimizi saçıyoruz … Yaradılışımızdaki şahane ilimden habersiz, bir bilgisayara dönüşmeye can atarak beyni bir depo gibi kullanırken, alametlerini sergilemesini bekleyemeyiz değil mi… Çünkü beynimiz obezleşmiştir.

Evet obez! Sanıyor muyuz ki bu obur çağda beden bunca doyumsuzluğun pençesinde hasta iken ruh ve akıl sağ kalır..? Bilginin de açıyız, ama yemek adabından habersizsiz, dolayısıyla hazımsızız…

Düşünmek akli sıhhatin en doğal ilacıdır. Söylenmiş yazılmış çizilmiş olan ne varsa, ilim eleğinden geçirir bilgiyi, karılmış verimli topraklara tohum niyetine saçar ve yeşerir aklın en şahane ürünleri; Yaradanın ruha üflediği ilim söküp atar güneşi örten yamalı perdeleri… Söz sırası geldiğinde, okumuyoruz kaybımız bu deyip de düşünmüyoruz karanlığımız bu demediğimizden işte bir miktar loştayız. Aynalar yeterince aydınlık olmadığı sürece yüzümüzü göstermez bize, kıvrımlarımızın farkına varamadan düzlüğünde alelade yaşarız hayatı..

Kaygımız varlık mücadelesi ama bu pervasızca yokluğun içinde varız. Bence ile başlayan cümlelerimizin ayağı kaysa telif davasına düşebilir. Bencelerimizdeki ben bir miktar başkalaşmış, su katılmış, tadı tuzu yok kendimizin… Milyonlarca insanken birkaç tane fikiriz şu dünyada… Öyleyse diyorum ki; “düşünün düşünün düşünün!” bir anahtarımız olsun, kilitli kalmış kapılarını açalım aklın, okuduklarımızı beynimizin rafına dizmektense, cümlelerimizi üst üste kurup güneşe yaklaşalım …