Kalyoncu’nun konuşmasından başlıklar şöyle;
Ülkemiz İçin Suda Sıfır Kayıp Projesini De Uygulamaya Konmalıdır!
Gezegenimizin istikrarının bozulmasına biyoçeşitlilik ve su döngüsündeki değişimler yol açmaktadır. Bugün doğa insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş şekilde tahrip edilmektedir. Dünyada birçok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Eğer bu negatif durum devam ederse altıncı kitlesel yok oluşa doğru gidilebilir. Yaklaşık 50 yılda insanlık vahşi yaban nüfusunun % 68’ini yok etmiş durumdadır. Bu durum bize insan yaşamını tehdit eden bir biyo-çeşitlilik krizinin tam da ortasında olduğumuzu göstermektedir. Çünkü biyo-çeşitlilik kaybı besin kaybını beraberinde getirmektedir ve insanların beslenebilmesi için iyi işleyen bir doğa gereklidir.
İnsanların hayatta kalabilmesi için kişi başına üç bin litre yani 3 ton suya ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle su, hayatın devamı için ertelenemez ve yerine başka bir madde konulamayan ana unsurlardandır. İklim değişikliği ve küresel ısınma ile suyun buharlaşma hızını artırmakta ve kayıplara sebep olmakta ve su sıkıntısı çekeceğimiz açıkça ortadadır. Yaşanması mutlak su kıtlığına karşı su kaynaklarının kirlenmesine engel olmamız, arıtılmış suları üretim ve sulama sistemlerinde kullanmamız ve yağmur suyu hasadı yaparak kaynaklarımızın aşırı kullanımını engellemek, suda sıfır kayıp projesini de uygulamaya koymak zorundayız. Onun için sadece müsilajın meydana geldiği Marmara havzasında değil tüm ülkede kanalizasyon sistemleri ile yağmur suyu toplama sistemleri birbirinden ayrılmalı, bu sayede arıtma tesislerine giden su miktarı azalıp, yağmur suyu kirlenmeden toplanıp kullanılabilmelidir. Ayrıca soğutma sistemi kullanan tesislerin de soğutma işlemi ile ilgili yeni metotlar geliştirerek suyu soğutup kullanacağı sistemleri planlaması gerekmektedir. Sıcak sular bir şebeke sayesinde seraların ısıtılmasında veya konutlarda ısıtma sistemi olarak kullanılabilir. Bu sayede alıcı ortamlara ısı kirliliği vermemiş ve ekonomiye katkı sağlamış olacaktır. Fakat pahalı bir sistem olarak düşünülüp işletmeler tarafından tercih edilmemektir.
Su ve İklim Değişikliği Kanununu Acilen Mecliste Görüşmemiz Gerekiyor!
Sucul ekosistemlerde kirlenme sorunu sadece müsilaj değildir ve sadece Marmara Denizinde görülmemektedir. Bugünlerde İzmir Körfezinde de kirlenmeden kaynaklı sorunlar net olarak gözlenmektedir. Özellikle durgun iç sularımızda kirlenme sonucu oluşan ötrofikasyon etkileri geri dönüşü olmayan bir hal alabilir. Ekosistem dengeleri tamamen alt üst olur ve birçok türün yok oluşuna şahitlik edebiliriz. Onun için Marmara Denizinde öngörülen önlemler paketi tüm Türkiye genelinde vakit kaybetmeden devreye sokulmalıdır. Havza yönetim planları oluşturulan havzalarda tüm önlemler paketi uygulamaya sokulmalı ve sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Bunun yanında Marmara havzası özelinde noktasal ve yayılı kaynaklar tam kontrol altına alınmalı, sadece atık su arıtma tesisleri değil dereler ve atık üreten tüm tesisler kontrol altına alınmalıdır. Bunun yanında havzanın tamamında iyi tarım uygulamaları devreye sokulmalı, kullanılan gübre ve ilaçlar denetime tabi tutulmalı ve çitçilerimiz bu konularda da eğitilmelidir. Mecliste görüştüğümüz Çevre Kanunu’nda değişiklik yapan kanun teklifi bir takım yasal düzenleme ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Fakat gecikmeye mahal bırakmadan su kanunu ve iklim değişikliği kanununu da gazi meclisten çıkarmamız gerekmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin Çevre Algısını İslam İle Yoğrulmuş Türk İrfanı Şekillendirir!
Milliyetçi Hareket Partisi’nin çevre ve tabiata yaklaşımını, binlerce yıllık milli kültür birikimi ve İslam imanı ile yoğrulmuş Türk irfanı şekillendirir. Bu çerçevede insan ancak doğal denge içerisinde sürdürülebilir bir yaşam şansına sahiptir. Doğal çevremizi oluşturan canlı veya cansız bütün varlıklar, insan içindir; ancak bu onların yok edilmesi ve köklerinin kesilmesine sebebiyet verecek bir vandallığı açıklayamaz. Doğa insan için bir nimettir, kadim anlayışımıza göre her biri kutludur ve kirletilip tahrip edilemez. İmanımıza göre doğa ve sergilediği denge, Allah’ın birer ayeti ve insanoğluna bir emanettir. İnsan kendisine ilahi bir lütuf ile emanet olarak verilen bu dengeyi gözetmek, korumak ve geliştirmek zorundadır.
Türkiye Taahhüt Ettiği “Sıfır Karbon” Hedefi İçin Çalışmaktadır!
Küresel ısınma, iklim değişikliği ve kirlilik; insani ihtiyaçların ötesinde bir hırsın, tamahın ve bunların harekete geçirdiği sömürünün eseridir. İnsanın doğal kaynakları kullanması da ilahi düzenin bir yansıması olan doğal dengenin içindedir. Doğal olmayan, kara veya kızıl rengi değişse de emperyalizmin yıkıcılığıdır. Kapitalizmin vebal listesinin başında sömürge topraklarından elde edilen doğal kaynaklar, sonrası hesaplanmadan yok edilen bugünkü dünyayı üretirken; kızıl emperyalizmin listesi de daha az değildir.
Aral Gölü’nün neredeyse yüzde doksan kaybolmasına yol açan kontrolsüz kullanım, Türkistan coğrafyasında yaptıkları nükleer ve kimyasal silah denemelerini radyoaktif ve kimyasal kirleri ile kurtarılamaz hale gelen alanlar bir sömürü düzeninin eseridir.
Bugün bütün dünya bu sömürge rekabetinin ürünü olan çevre yıkımını ve etkilerini küresel ölçekte yaşamaktadır. Türkiye olarak bizim örneğin karbon salınımına toplam katkımız yüzde bire ancak yaklaşması, ekolojik sorunların etkilerine açıklık bakımından hiçbir avantaj sağlamamaktadır. Türkiye yine de taahhüt ettiği “sıfır karbon” hedefi için çalışmalarına başlamıştır.
Vatan Sadece Siyasi Bir Sınır Çizgisi Değil, Taşıyla, Toprağıyla Kutlu Bir Beşiktir!
Küresel ısınmanın yol açtığı istilacı türlerden iklim göçünün hedefi olmaya varıncaya kadar birçok etkiyi yaşamaktadır. Keza iklim etkileri yanı sıra Ukrayna- Rusya savaşının yansıması olarak dünya genelinde ortaya çıkan gıda tedarik eksikleri bu kapsamdadır. Onun için çevre sorunları milli güvenlik yaklaşımı ile de ele alınmalıdır. Bu dünya bugün üstünde yaşayanların tüketim malı değil, yarınlarımızın hayat kaynağıdır. Vatan sadece siyasi bir sınır çizgisinin içindeki arazi değil; taşı, toprağı, havası ve suyuyla; kurdu, kuşu, böceğiyle, denizi, gölü, akarsuyu, ormanıyla; tarlasıyla tapanıyla ve hiçbir ferdinden vazgeçemeyeceğimiz insanıyla bir bütün olarak kutlu bir beşiktir.
Bu beşik ilelebet Türk nesillerine kucak açacak bir ana gibi azizdir. İnsan değerlidir, içinde yaşadığı doğa değerlidir, bu değerler Yunus’un “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” veya Veysel’in “benim sadık yârim kara topraktır” sözlerini söyleten bir aşkın konusudur. İşte bu yüzden Milliyetçilik aynı zamanda çevreciliktir.
Milliyetçi Hareket Parti olarak “Önce ülkem ve milletim” düsturu ile Türk milletinin ve devletinin varlığı, dirliği ve birliği için; istiklal ve istikbalini güvence altına almak için öngörülerde ve çözüm önerileri sunmaktadır. Çünkü millet dağıtılır, vatan yitirilir, devlet yıkılırsa; hepimiz altında kalırız.
Bunun için Milliyetçi Hareket Partisi olarak, çevre sorunlarının stratejik ve hayati öneminin farkındayız ve konuya siyasi çekişmelerin üstünde milli bir anlayışla bakıyoruz.