MHP’li Sadir Durmaz’ın konuşması şu şekilde;
‘’Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Dünyayı etkisi ve esareti altına alan iklim değişikliği ve iklim kriziyle mücadele etmek için, küresel ölçekte atılması planlanan adımları kapsayan, Paris İklim Anlaşması hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
İnsanoğlu var olduğu ilk günden itibaren, sonsuz bir üretim-tüketim döngüsü içerisinde bulunmuştur.
Varlığını idame ettirmek ve sürdürmek adına gerçekleşen bu döngü üretim ve tüketim süreçleri içerisinde, çeşitli atıkları ve beraberinde çeşitli çevre sorunlarını ortaya çıkarmıştır.
Özelde tabiat, genel anlamda çevre; Allah’ın insanlara bir emaneti ve nimetidir.
Ancak, insan fıtratındaki doyumsuzluk, onu tabiattan istifade etmeye değil, tabiata hükmetmeye götüren bir evreye ulaşmıştır ki, bu, açıkça ilahi nizama zarar vermek demektir.
Çevre; bize geçmişimizden kalan bir miras değil, geleceğe sağlıklı bir şekilde bırakmamız gereken bir emanettir.
Bizler tabiatıyla konuşan, şarkılarında-türkülerinde, şiirinde-hikâyesinde, doğasıyla dertleşen bir medeniyetin mensuplarıyız.
Yeryüzünde gençlerini fidana benzeten, soyunu ağaçla, büyüklüğü dağla, iltifatı gökyüzüyle tarif eden başka bir millete rastlayamazsınız.
Bu sebepledir ki; kadim Türk Kültürü, kendini doğanın efendisi gören Batı anlayışından farklı olarak “İnsan-Doğa” ilişkisini önemsemiş, insanı doğanın bir parçası olarak görmüştür.
İklim değişiyor, mevsimler değişiyor, Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş'ın Leyla'sı için söylediği "yazımı kışa çevirdin" sözü, günden güne insanlığın ortak ağıdına dönüşüyor.
Bu nedenle artık kaybedecek zamanımız yok.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Özellikle Sanayi Devrimiyle birlikte insanlık, çevreye hükmetme gibi bir hırsın esareti altına düşmüştür.
Doğada var olan dengenin bir parçası olmak yerine, ona hükmetmeye çalışan insanoğlu, maalesef dengeyi bozmuştur.
Bozulan denge, Küresel Isınma’ya ve İklim değişikliği’ne sebep olarak, eko-sistemi bozmakta, bir “fasit daire” oluşturarak, çevrede onarılması mümkün olmayan hasarlara yol açmaktadır.
1988 yılında, Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından kurulan, iklim değişikliğiyle ilgili en kapsamlı bilimsel çalışmaları yapan, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Altıncı Değerlendirme Raporuyla bu durum ve beraberinde getireceği yıkıcı etkiler gün yüzüne çıkarılmıştır.
Rapora göre, küresel sıcaklık artışı, sanayi öncesi döneme kıyasla, 1,1 santigrat derece artmış, bu durum dünyamızın dengesini bozmuştur.
Bu durumu, insan vücuduna da benzetebilirsiniz.
Nasıl ki ateşimiz çıkınca, tüm organlarımızın işlevselliğinde bir değişim, bir farklılaşma görüyorsak, burada da aynı durum söz konusudur.
Hiç şüphesiz, tabiatın dengesi bozulduğunda, doğa bize felaketlerle karşılık vermektedir.
Yakın zamanda dünyada ve ülkemizde yaşanan doğal afetlere bu açıdan bakmak doğru olacaktır.
Dünya Meteoroloji Örgütü değerlendirmelerine göre, iklim kaynaklı afetlerin sayısı son 50 yılda 5’e katlanmış durumda.
Afetler nedeniyle her gün 115 insan hayatını kaybederken, binlercesi de yoklukla mücadeleye maruz kalıyor.
Tabii bunun, bir de ekonomik boyutu var.
Afetlerin dünya ekonomisine maliyeti, 3,6 trilyon doları aşmış durumda.
Dolayısıyla iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum, artık bir tercihten ziyade zorunluluk halini almıştır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Ülkemiz, iklim değişikliğinden en çok etkilenmesi beklenen Akdeniz havzasında yer almaktadır.
Ne yazık ki son zamanlarda sayıları ve etkileri artan felaketler de bunun emareleridir.
Bakınız 2019 yılında yaşadığımız Düzce sel felaketinde ve
2020 yılındaki Giresun sel felaketlerinde büyük kayıplar yaşadık.
İçinde bulunduğumuz bu yılda, birçok yıkıcı afetle karşı karşıya kaldık.
Mayıs ayında Marmara Denizinde baş gösteren Müsilaj sorunu, sadece bir ekolojik yıkımla kalmadı; aynı zamanda balıkçılığı, turizmi, deniz ulaşımını ve sosyal hareketliliği de sekteye uğrattı.
Yine, Doğu Karadeniz’deki aşırı yağışlara bağlı seller sonucu, birçok canımızı yitirdik.
Acımız dinmeden, Akdeniz ve Ege’de, art arda gerçekleşen, tarihimizin en büyük orman yangınlarıyla karşılaştık.
Yangınları tam söndüremeden, ne yazık ki bu sefer de Kastamonu ve Sinop’ta, bölgeyi adeta yıkıp geçen sel felaketlerine tanık olduk.
Karadeniz Bölgesinin yoğun yağışlara teslim olduğu bu dönemde, ne var ki İç ve Doğu Anadolu Bölgeleri suya hasret kaldı.
Yaşanan kuraklık tarımı vurdu.
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü değerlendirmelerine göre, iklim kaynaklı kuraklık, dolu, sel gibi afetler nedeniyle dünya genelinde, gıda fiyatlarında ciddi bir yükseliş söz konusu olup, bu durum, ülkemizde de etkilerini göstermiştir.
Sera faaliyetlerinin yoğun olduğu Akdeniz Bölgesinde yaşanan hortum benzeri fırtınalar, sadece seraları yıkmakla kalmıyor, aynı zamanda, gıda tedarik zincirlerini ve dolayısıyla gıda fiyatlarını da doğrudan etkiliyor.
Tüm bu “mülahazalarla” diyoruz ki, iklim değişikliği sadece bir çevresel hadise değil; gıda arzını, güvenli su arzını, kentsel altyapı gelişimi gibi hemen hemen tüm sektörleri ve tedarik zincirlerini etkileyen topyekûn bir “kalkınma meselesidir”.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Saydığımız tüm bu sorunlar, küresel sıcaklığın sadece 1,1 santigrat derece artmasıyla gerçekleşmiştir.
Ancak bilimsel verilerin de gösterdiği üzere, sıcaklık artışları sürmekte ve bu durum, çok daha büyük felaketlerin kapıda beklediğini göstermektedir.
Şahit olduğumuz bu hadiseler karşısında, doğanın, yeni bir denge kurduğunu ve değişimlere bir şekilde uyum sağladığını görüyoruz.
Yeni ekosistemler, yeni ve daha dirençli türlerin gelişmesiyle, değişime ayak uyduran bir dünya söz konusudur.
Peki, biz insanlar bunu yapabilecek, başarabilecek miyiz?
İşte, bu soru ve kaygının sonucu olarak, 2015 yılında, tüm insanlığı bir araya getiren ve Paris İklim Anlaşmasını doğuran düşünce ortaya çıkmıştır.
21. İklim Değişikliği Taraflar Toplantısının bir ürünü olan Anlaşmanın temel hedefi, yüzyılın ortasına kadar, küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat dereceyle sınırlı tutmaktır.
Ancak geldiğimiz noktada, gerek Hükümetlerarası İklim Değişikliği Raporları, gerekse de geçtiğimiz ay yayınlanan Birleşmiş Milletler Sentez Raporlarında, şu ana kadar verilen “taahhütlerle”, bu hedefe ulaşmanın pek de mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla, daha etkin ve katı önlemlerin hayat bulması, temel bir ilke olan, “Kirleten Öder” prensibi gereğince de, daha çok kirletenin, kirletmeye neden olanın, bu kirliliği gidermesini beklemek en doğal hakkımızdır.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye, tarihi ve kültürel müktesebatı ve kadim devlet geleneğinin gereği olarak, küresel anlamdaki her sorununun çözümüne samimiyetle destek vermiş, katkı sunmuştur.
Burada özellikle ifade etmek isterim ki, Türkiye asla Batı gibi sömürerek, kirleterek büyümemiştir.
Bugün dünyayı kirleten ülkelerin oranlarına göz attığımızda:
Çin %25, ABD %15, AB Ülkeleri %13, Türkiye ise %0,9 (Binde dokuz) oranında dünyayı kirletmektedir.
Bu rakamlara göre, dünyayı en az kirleten ülkeler arasındayız.
Ancak, buna rağmen, ulusal ve uluslararası ölçekte bütün projelere, programlara ve anlaşmalara, katılan veya taraf olan bir Türkiye söz konusudur.
Paris İklim Anlaşması, içerisinde barındırdığı çelişkilere ve tarafgir tutumlara rağmen, büyük önem arz etmektedir.
Türkiye olarak, 2016 yılında imzaya açılan Paris İklim Anlaşmasına ilk imzayı atan ülkelerden biri olduk.
Kasım 2016’da ihtiyaç duyulan çoğunluğun sağlanmasıyla, Paris Anlaşması yürürlüğe girmiş,
Ancak fiili olarak yürürlüğe girmesi Kasım 2020’de gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla, ülkemizin, Paris Anlaşmasının yürürlüğe girişi sonrası düzenlenecek, ilk Taraflar Konferansı öncesi, Anlaşmanın “taraf olma” adımını, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yerinde bulduğumuzu belirtmek istiyorum.
Bu adımla, Türkiye iklim değişikliği ile mücadelesine olan bağlılığını bir kez daha gösterirken, bu ay sonunda Glasgow’da düzenlenecek 26. İklim Değişikliği Taraflar Toplantısında da daha güçlü bir şekilde temsil edilebilecektir.
Atılan bu adımla birlikte fiili olarak uygulamaya geçen Paris İklim Anlaşması kapsamında, çalışmaların yapılacağı oturumlarda "gözlemci" statüden "söz sahibi" olma konumuna gelmiş olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu noktadaki temel beklentimiz; ülkemizin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisiyle benzer konumdaki ülkelerle aynı listede yer alması, böylelikle Yeşil İklim Fonu’na rahat bir şekilde erişebilmesidir.
Avrupa’yla başlayan ve dünyada giderek yaygınlaşan “yeşil düzen” uygulamalarının ve İklim Değişikliği Politikalarının, ülkeler arası ilişkilerde önemli bir etken olarak dikkate alınacak olması, son derece önemlidir.
Bu itibarla ülkemizin böyle bir sürecin dışında kalması elbette kabul edilemez bir durumdur.
Gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünen Milliyetçi Hareket Partisi, anlaşmanın Meclisimiz tarafından onaylanmasını desteklemektedir.
Sayın Başkan
Değerli Milletvekilleri,
Bizler bugün burada sadece Paris İklim Anlaşmasına taraf olmayı değil, aynı zamanda bugünden sonra ülkemizin izleyeceği yol haritasının da temelini atmış oluyoruz.
Son yıllarda özellikle kaynak verimliliği kapsamında yürütülen temiz üretim, sıfır atık ve çevre etiketi gibi uygulamalar ülkemizde büyük bir potansiyelin varlığına işaret etmektedir.
Keza, savunma sanayinde sağlanan gelişmelerle yenilenebilir enerji yatırımları bizlere bu noktada umut ışığı olmaktadır.
2023 yılında yollarda görmeyi umut ettiğimiz yerli elektrikli aracımız TOGG da ayrı bir işarettir.
Sıfır atık projesi yine bu ümidimizi tazeleyen ve güçlendiren gelişmeler arasındadır.
Ancak biliyoruz ki, bunların birer yasal dayanağa ve uygulama takvimine ihtiyacı var.
Güçlü ve kapsayıcı bir iklim kanunu, daha güçlü bir ulusal katkı beyanı, yeni bir iklim stratejisi ve eylem planının da toplumun her katmanını içine alacak şekilde geliştirilmesi elzem görünmektedir.
Bu kapsamda, İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu Sonuç Raporunun bu çalışmalara ışık tutacağını umuyoruz.
Bu itibarla, bugüne kadar iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum kapsamında yürütülen çalışmalarda, emek sarf eden kurumlarımıza, ulusal ve uluslararası platformlarda yürütülen müzakerelerde ülkemizi temsil eden heyetlere, teşekkür ediyor, hazırlanan bu teklifin de söz konusu amaca hizmet edeceğini, umuyor ve düşünüyoruz.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Konuşmamın sonunda bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyorum.
Geçtiğimiz hafta ABD Temsilciler Meclisi, Ülkü Ocakları’nın bir terör örgütü olup olmadığının araştırılmasını da öngören, 2022 Ulusal Savunma Yetki Yasasını kabul etti.
Önerge sahibi milletvekilinin, FETÖ terör örgütüyle ilişkisine hiç girmeden, ABD’nin PKK terör örgütü başta olmak üzere terör örgütlerine desteğinden bahsetmeden, üzerine konuştuğumuz “çevreyle” bağlantılı olarak kısaca şunu söylemek istiyorum.
Ülkü Ocakları;
“Çevrecilik Milliyetçiliktir” anlayışıyla ülkemizde sayısız çevre koruma faaliyeti yürüten,
Milyonlarca fidanı toprakla buluşturan,
Ciğerlerimizi yakan orman yangınlarında gönüllüler ordusu kurup,
Hz. İbrahim’in ateşine ağzıyla su taşıyan karınca misali, Hakk’ın tarafını tutan,
Ecdat yadigârı bu toprakların her bir varlığını kutsal sayıp,
Vatan sevgisinin içine, memleketin her bir değerini sığdıran, imanla çarpan yüreklerin buluşma noktasıdır.
Dolayısıyla, Orman yakan teröristlerin, küresel yol arkadaşları tarafından hedef alınması hiç yadırganacak bir durum değildir!
Ama bilinmelidir ki Ülkü Ocakları;
Çanakkale’de, geri dönmeyi düşünmeyen ve her biri şehit olan 57. Alayın torunlarıdır, bugünkü temsilcileridir.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, yeni yasama döneminin, vatanımız ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyor, gazi meclisimizi saygılarımla selamlıyorum.’’