İnsanlık huzura muhtaç
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin talimatıyla, ARGE’den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter’in öncülüğünde başlatılan İnsanlığın Huzuru Projesi çalışmaları devam ediyor. Bilim insanları ve akademisyenlerden oluşan İnsanlığın Huzuru Projesi’nin Komisyon Başkanı Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar gazetemize önemli açıklamalarda bulunarak insanlığın içerisinde bulunduğu bunalım ve sorunlara dair görüşlerini bildirdi. Huzursuzluğun herkesin en temel meselesi haline geldiğini ifade eden Sayar, “Bu proje milli sınırlarımızın da ötesinde bütün insanlığı kapsayan bir bakış açısına sahip” diye konuştu.
İnsanlığın Huzuru Projesine neden gerek duyuldu?
İnsanlığın Huzuru Projesi MHP’nin Saygıdeğer genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin teklifleriyle gündeme gelmiş bir projedir. Huzursuzluk herkesi yakalamış bir vaziyette, tüm insanlık bunu derinden hissediyor. Sayın Devlet Bahçeli de ülke ve dünya meselelerine samimiyetle yaklaşan bir devlet adamı olarak, sorumluluk duygusuyla hareket eden bir lider olarak insanlığın içinde bulunduğu derin buhrandan rahatsızlık duyuyor. İnsanlar olarak bizler de bunu ciddi manada hissediyoruz, ancak isimlendirmede sorun yaşıyoruz. Huzursuzluğun altyapısı nereden ve nelerden neşet ediyor? Sebep sonuç bağlamı içerisinde bunu tetikleyen meseleler alt dünyasını tayin ve tespitte bu zamana kadar oluşturulmuş bir görüş yok. Bu teklif bana geldiği zaman Kuranı Kerim’de Allah’ın bazı yerlerde inananlara seslendiği “Ya eyyuhen nas” lafzı aklıma geldi. “Nas” insan demek, ve bu proje milli sınırlarımızın da ötesinde bütün insanlığı kapsayan bir bakış açısına sahip. Belki bugün Afrika’daki bir kabilenin insanı, Batı dünyasındaki veya Amerika’daki bir insandan daha huzurludur, bunun ölçülebilecek bir mekanizması yok. Yine de belli ölçütlere sahibiz ve bunları ortaya koyacağız yapacağımız araştırmalarla.
“İNSANLIK AMELİYAT MASASINDA”
Dünyanın azınlık bir bölümünün huzuru, diğerlerinin huzursuzluğu üzerine bina edilmiş durumdayken herkesi aynı anda huzura kavuşturmak mümkün mü?
Tabii ki herkesi aynı anda mutlu etmek çok zor. Yalnız, şunu tespit etmek lazım. Evvela sorun kırılır dökülür, eğilir bükülür birey denen büyük manaya gelir. Tek tek bizler, bizim gündelik hayatımıza baktığınız zaman, zaman ve zemine bağlı olmadan günde sayısız defa cehenneme girer, oradan çıkar sayısız defa cennete gireriz. Böyle gider geliriz. “insanların problemi nedir” meselesinde çok ciddi sorular ortaya çıkıyor. Kaba hatları içerisinde benim gördüğüm, sanki bütün insanlık bir ameliyat masasında ve orada bir anestezist bizi ameliyat için uyutmuş vaziyette. Bir gaflet uykusundayız o manada. Gafletten kastettiğim, perdelenmiş olmaktan kast ettiğim haddizatında problemin mistik kökeni. Yani insanın Allah’la olan münasebeti gaflet perdesiyle örtülmüş, buna mukabil insanın insanla olan münasebetinde bir uyuma ve uyutma söz konusu. Dünya nimetlerine aldanma vesaire, buna ne dersiniz deyin. Dolayısıyla bu ikisi arasında bir kozmik denge var, bir uyum var, bu uyumu sağlayan bireysel bazdaki insan zannediyorum ki mutluluğa, mutlu yaşamaya adaydır. Kaldı ki o insanın bir de yakın aile çevresindeki problemler de kendi içerisinde bazı sorunları tetikleyen nitelikte. Dolayısıyla bireyden çıkıp aileye geldiğiniz zaman bu durumda İslamiyet öncesi Türk ailesinin sosyolojisini iyi analiz etmeniz gerekiyor. Ziya Gökalp’e müracaat etmek lazım, eski Türk mütefekkir ve münevverlerine temas etmek lazım, işin uzmanlarına başvurmak lazım.
Komisyonunuzun çalışmaları hangi aşamada?
Şu aşamada bizler konuların tayin ve tespiti süreciyle alakadarız. Henüz kristalleşme döneminde. Taşların yerli yerine oturup uzman kişilere görevlerini tayin edip zaman makasını açmamız lazım. Özellikle sosyal psikiyatri alanında yapılacak çalışmaların büyük katkısı olacak. Bizim 100 senelik Cumhuriyet tarihimizde en önemli zihin haritamız sosyal psikiyatriyi ilgilendirir. Etrafa bakın sahte şeyhler, lüzumsuz toplanmalar, başa adam çağırmalar, bunlar toplumun zihin haritasının bilhassa sosyal psikiyatride yarattığı düğümlerdir, bunların çözülmesi lazım.
“PETROLÜ İNSANDAN DAHA ÇOK SEVİYORLAR”
İnsanlığın problemlerine baktığımızda; huzursuzluğu yaratanın da insanın bizatihi kendisi olduğu sonucu çıkmıyor mu?
Çok doğru söylüyorsunuz; o sebeple insanın kendisini bir çerçeveye alması lazım. Bu çerçeveyi din de belirleyebilir, bu çerçeveyi laik ahlak da belirleyebilir. Ama çerçevesiz insanın zapt edilmesi çok zordur. Burada çerçevesiz olan insan hadisesi, Batı dünyasının insanlığa bir hediyesi(!) olarak rasyonel iktisadi bireyin, kendi iç örgülerini kendi ekonomisinde halledemeyerek dış âleme attığı kolonlardır. Sanki bu dünyaya soyguna gelmiş bir insan tipolojisiyle karşı karşıyayız. Kendi ülkesinde adalete, hukuka saygılı ama dış dünyada “petrolü seviyorum” diyen bir anlayış var. İnsanlık bu çarpık anlayış hasebiyle büyük bir ıstırap çekiyor. Bu gidiş insanoğlu için hayra alamet değil. Söylediğim gibi bunun müsebbibi rasyonel iktisadi bireyin dış alemden, merkez ekonomilerinin çevreye gönderdikleri dışsal şoklardır. Ortadoğu coğrafyasında Amerika’nın ne işi var mesela? Mesela neden Meksika sınırında değil de, İran’da, Yemen’de, Irak ve Suriye’de yaşanıyor bunlar…
İnsanlığın Huzuru Projesi sadece Türkiye’yle sınırlı değil. Dolayısıyla uluslararası kuru- luşlarla bilgi paylaşımı yapmayı düşünüyor musunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse şuanda gündemimizde yok. Fakat bu tamamlandığında buna Batı basının da yabancı kalacağını zannetmiyorum. Çünkü onlar sorunların ne olduğunu biliyorlar, fakat çözemiyorlar. Biz de çok farklı değiliz esasında. Böyle bir Müslüman toplumda mesela zekat borcu benim hesaplarıma göre 25 milyar dolar. Yani her sene yukarıdan aşağı inmesi gereken rakam budur. Bu herhalde 2-3 milyar doları ancak buluyor. Bu bile düzgün işleyen bir tabana otursa belli başlı problemlerimizden bazıları çözüme kavuşmuş olur.
“KENDİ ŞEYTANINI ALDATMAK”
Devletin toplumdaki meselelere bir baba yaklaşımıyla eğil- mesi ve çare bulmaya çalışması sorunları çözüme ulaştırır mı?
Evvela birey kendi üzerine düşeni yapmadıktan sonra, mesela “kırmızı ışıkta duracaksın” dendiğinde durmuyorsa artık devlet daha ne yapabilir. Devlete gelmeden bireylerin kendi mesuliyeti var; insan-insan ilişkisinde, insan-madde ilişkisinde, insan-devlet ilişkisinde insanın sorumlulukları var. Aynı şekilde devletin de insana karşı bir mesuliyeti var. Bu noktada devlet bir şeyler yapabilir ama bireysel baza çektiğimiz zaman bence en önemli hadise, insanın zevk-i selim küresiyle temas halinde olması lazım. Zevk-i selim güzelin peşinde olmaktır. İnsan kendi şeytanını o güzelle aldatır.
İnsana bireysel olarak ne gibi sorumluluklar düşüyor?
Birinci hikaye şu; insan “homo dubleks” dediğimiz ikili bir yapıya sahip olmalı. Bir nevi demiryolu makasçısı gibi. İnsanın iki tane peronu olmalı; bir tanesi rasyonel peron; çalışan, kazanan, üreten, sert, taviz vermeyen, hesap kitap adamı. Kazanç haneniz tamamlandıktan sonra ikinci peronda da irrasyonel insan var. Burada sevgi, aşk, iman, aile ilişkileri, eş dost, insanlarla hemhal olan, seven, arayan, bölüşen böyle insana ihtiyaç var. Bu ikisini bir potada buluşturan insan sağlam bir altyapıya sahip olur diye düşünüyorum. Allah’ın 99 isminden birisi de “Es-Sabur”dur. Allah çok sabırlıdır.
Neye meydan okuyor insanoğlu bu hayatıyla? Niye kendine dönmüyor, niye kendisiyle konuşmuyor? Niye kendi kayıp ilanını gazeteye vermiyor “kendimi arıyorum” diye?
Maalesef böyle bir derdi yok ve bu da en büyük sıkıntıları yaratıyor, enaniyet yaratıyor. Biz bir aşure ka- sesi içerisindeyiz, biliyorsunuz aşure bir metafor olarak nihayetinde bir tatlıdır ama içinde 40 çeşit malzeme vardır; bunlardan bazılarının pişmesi çok zordur ve hazmı da kolay değildir. Hülasa bizim projeyi ben o manada aşureye benzetiyorum, içindeki boşluklar tek tek doldurulacak. Dolayısıyla üzerinde özenle duracağımız ciddi meselelerimiz var.
İktisatçı-araştırmacı yazar Ahmet Güner Sayar
AHMET GÜNER SAYAR KİMDİR?
İktisatçı-Araştırmacı yazar Ahmet Güner Sayar 6 Kasım 1946 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Uzmanlık alanı iktisat teorisi ile iktisat tarihidir. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun olmuş, İngiltere Birmingham Üniversitesinde yüksek lisans eğitimini tamamlamış ve sonrasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde doktorasını yapmıştır. Ardından doçentlik ve profesörlük unvanını almıştır. Çalışmalarını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim görevlisi olarak sürdürmüştür. Makaleleri birçok dergide yayımlanmıştır. Akademik, Anı, Anlatı, Günlük, Seyahatname, Biyografi kategorilerinde birçok eseri vardır.
“SAMİMİ DUYGULAR TİCARİLEŞTİRİLDİ”
Aydınlanma dönemi sonrasında ortaya çıkan rasyonel iktisadi bireyi temel alan liberal düzenin Batı toplumuna sağladığı ekonomik kalkınma, farklı coğrafya ve kültürler için de bir gelişme kıstası olarak görülebilir mi? Şunu söyleyelim: Batı dünyası Hristiyanlıktan çok çekti. Yani bireyin üzerine abanan Papal sistem, doğası gereği hırçın ve eleştirel olan bireyle uyum sağlayamadı. Mesela Kuran’ı Kerim’de “İsteyen inansın, istemeyen inanmasın” denerek insan serbest bırakılmıştır. Yani bireyler doğası gereği böyledir. Allah’a inanan bir insan günlük güneşlik bir ortam içerisinde kendisine çok faydalı olan güneş ışığını alır, bedelini fatura olarak Allah’a ödemez, haddizatında Allah’ın da böyle bir talebi yoktur. Buna mukabil insanları sıkboğaz eden, soyguna çıkmış olan insana baktığımız zaman onun bir kış iklimi yaşadığını görürsünüz. O insan ısınma ihtiyacını doğalgazla karşılar ama neticesinde fatura gelir. Hadise bundandır, insanın çilesinin benim gördüğüm tarafı biraz da bununla alakalı. Batı dünyası çok önemli işler halletti bunu inkâr edemezsiniz. Yani maddeye dokundu, denizlerin altında balinaların yörüngesini araştırdı, bunların hepsini çok iyi biliyor tamam fakat bunları yaparken Allah’tan habersiz ve bigane kaldı. İşin irrasyonel tarafı dediğimiz akıl dışı alan berhava edildi ve kişisel alana sıkıştırıldı. O da ne kadar kendini kurtarır muamma. O hayat o insanları asosyal yaptı. Evlilikler bile noterden sözleşmeyle oluyor. Bu şekilde bir kutsallık, noter kanalıyla bir samimiyet yakalanabilir mi? Bunlar bize sirayet ediyor mu, maalesef ediyor. Etmemesi lazım. Buna karşı bir direncin olması lazım. Konu komşu münasebetleri yok, yakın akraba ilişkileri yok vesaire vesaire. Diğer yandan satışları artırabilmek için yılın ortasına anneler günü, babalar günü gibi şeyler koyuyorlar. İnsan ilişkilerini ticari boyuta indirgiyorlar. Böyle bir durum Türk toplum ve aile geleneğinde yok. Bu durum günümüzde mimariye de yansıyor; gördüğünüz şeddadi binalar öyle tasarlanmış ki insan evden çıkıp giderken bir komşusunu bile göremiyor.