İsmail Özdemir: Amerika yanlış yaklaşım içerisinde
S-400’LER NATO’nun envanterinde bulunan savaş uçakları ve diğer teknolojiler için söylenildiği gibi bir tehdit barındırıyor mu?
Rusya yapımı olan S-400’lerin gerek radar menzilleri, gerek aynı anda çoklu hedefe kilitlenme sayıları, gerekse de tehditleri imha mesafesi, bu sistemi diğer hava savunma sistemlerinden üstün kılan meziyetleridir. Türkiye bu sistemlere sahip olmakla hava savunması anlamında mutlak bir üstünlüğe kavuşacaktır. Sistemin kontrolü tamamıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olacaktır ve hedef tanımlaması da bu ölçüde ülkemiz açısından risk barından tüm hedefler için geçerli olabilecektir.
Dolayısıyla Türkiye’nin dostu ve müttefiki olduğunu iddia eden çevrelerin bu silah sistemini almamızdan rahatsızlık duymaları söz konusu olmamalıdır. Çünkü bu sistem taarruz amacı taşımayan, tamamıyla savunma amacını içeren bir sistemdir. Böylesi bir sistemi geride bıraktığımız yıllarda açılan bir ihale ile Rusya’dan almaya karar vermemiz, daha doğrusu müttefik gördüğümüz ülkelerin bizlere sahip oldukları benzer sistemleri satmaya yanaşmamaları sonrasında bu tercihte bulunmamız bir zaruriyetti. Çünkü ülkemiz aynı anda çok sayıda ülkenin sahip olduğu balistik füze tehdidi ile karşı karşıyadır. Teslimat sürecinin yaklaşması ve hatta başlamasıyla beraber makul olarak değerlendirilemeyecek bazı tepkilerin ülkemizin müttefiki olduğunu iddia eden ülkelerden gelmesi ise manidardır. Ancak kabulü mümkün değildir. Zira S-400 alımı bizler için aynı zamanda bir egemenlik meselesidir.
“ABD, MİLLİ GÜVENLİĞİMİZE SAYGI DUYMALI”
Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması ve parasını ödemiş olduğu uçakların teslim edilmemesi Türkiye-ABD ilişkilerini nereye sürüklüyor? ABD’nin, S-400’lerin teslimatının başlangıcından hemen sonra üretim aşamasından beri dâhil olduğumuz F-35 olarak adlandırılan 5. Nesil Savaş Uçağı Projesi’nden Türkiye’yi çıkarma kararı alması doğru bir karar değildir. Genel gerekçe olarak sunulan F-35’lerin, S-400’ler ile beraber çalışamayacağı, bunun F-35 savaş uçaklarının bilgilerinin Rusya’nın eline geçeceği hususu ise şaibeli bir yaklaşımdır. Günümüzde S-400’lerin kullanıldığı pek çok sahada F-35 uçakları görev yapmaya başlamıştır. Örneğin Rusya’nın Suriye’de S-400 sistemleri bulunurken İsrail ve İngiltere’ye ait F-35 uçakları aynı sahada yakın zamanda bulunmuştur. Zaten bu konuyu açıklığa kavuşturabilmek için ülkemiz ABD’ye, meselenin askeri uzmanlarca araştırılması için ortak bir komisyon kurulmasını da önermiştir. Ancak bu teklif kabul edilmemiştir.
ABD’nin Türkiye konusunda uzun süreden beri doğru bir yaklaşım sergilediğini söyleyebilmek mümkün değildir. F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması bile başlı başına ABD’ye büyük zararı olacaktır. Çünkü Türkiye bu projedeki birikimi ve ortaklığıyla F-35 uçağının 900’den fazla parçasını üretiyor. Bir çırpıda bunun telafi edilebilmesi mümkün değildir.
Genel olaraksa ABD’nin, Türkiye’nin egemenlik haklarına saygılı davranmama halinin sürmesi –ki süreceğe benziyor- Türkiye gibi aynı anda pek çok coğrafyaya tarih, kültür, siyaset, güvenlik ve enerji alanlarında tabii olarak hükmeden güçlü bir dostu kaybetme riskini getirecektir. Küresel güç rekabetinin kızıştığı böylesine mevcut bir durumda, bu sonuç ABD’nin en büyük pişmanlığı olur.
“TÜRKİYE GÜÇLÜ BİR ÜLKEDİR”
Trump’ın S-400 konusunda Türkiye’yi haklı bulduğunu ifade etmesine karşı ABD’nin yaptırımları masaya sürmesi neyi ifade ediyor?
ABD bünyesinde şuanda birbiri ile rekabet yahut mücadele etmeyen kurum yok gibi. Anlaşmazlıklar hat safhada. İkinci bir konu ABD’deki iç siyasi karmaşanın 2016 yılında gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinden bu yana süregelmesidir. Bu iç çekişme ortamı ABD’nin küresel siyasetine de her yönüyle yansıyor. İzlenilen politikaların tutarlılığının bulunduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Yaptırımlar konusunu öne çıkaran husus, geride bıraktığımız yıllarda Rusya’nın, ABD Başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddialarının arttığı bir gündemde ABD Kongresi’nin aldığı, “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele” yasası çerçevesinde şekillenmektedir. Şu vaziyete bakın ki, ABD şimdi Türkiye’yi “Hasım Ülkeler” sınıfına alıp yaptırımları da bu çerçevede şekillendirmeye çalışıyor. Yani müttefiklikle bağdaşmayan bir başka konu daha. İşte kongrenin Türkiye’yi bu yaptırımlara tabi tutması sonrasında ABD Başkanı da belli başlı konularda Türkiye’ye yaptırımların önünü açmak durumunda kalacaktır. Umarız bu hataya da ABD yönetimi düşmez, düşerse de yine kendisi kaybeder.
“NATO’NUN TÜRKİYE’YE İHTİYACI VAR”
Dış Basında Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğini ifade eden analizler yapılıyor. Türkiye NATO’dan ayrılabilir mi, ayrılırsa bunun muhtemel neticeleri neler olur?
Böyle bir durum şu anda pek mümkün görünmüyor. Türkiye şu ana kadar NATO’ya verdiği tüm taahhütleri yerine getirmiş bir ülkedir. Bununla beraber tam bağımsızlık kararlılığıyla yolumuza devam ediyoruz, etmeliyiz. Böylesi bir konuda üzerinde durulması gereken ana yaklaşım, savunma alanında her yönden milli imkân ve kabiliyetlerin azami seviyeye çıkarılması ve öncelenmesidir. Biz düzensizliklerin arttığı, istikrarsızlık alanlarının çoğaldığı bir dönemde milli güvenliğimizi başka merkezlerin insafına bırakamayız. Bir başka konuysa bugün alışılageldik müttefiklik ilişkilerinin dahi sorgulandığı bir dönemin içerisinde bulunuyor oluşumuzdur. Avrupa Birliği’nin NATO’ya rağmen hayata geçirdiği ortak ordu projesi şimdi tam olarak anlaşılmasa da yakın gelecekte bunun en bariz örneği olacaktır. Yeri gelmişken bu noktada NATO’nun geride bıraktığımız yıllarda yaptığı bir tatbikatta ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı açıkça hedef alması dikkatlerimizden kaçmamıştır, vaktinde bu duruma gereken tepki gösterilmiştir.
“GERİ ADIM ATMAMIZ SÖZ KONUSU DEĞİL”
Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim ve AB’nin yaptırım kartını ileri sürmesi karşısında Türkiye nasıl bir politika izlemeli?
Uluslararası hukuk gereğince bu alanlar bize ait sahalardır ve nasıl ki 780 bin kilometrekarelik vatan toprağından bir çakıl taşı dahi vermezsek, aynı yaklaşım deniz alanlarımız için de geçerlidir. AB, Doğu Akdeniz konusunda son dere büyük yanılgı ve yanlışların içerisinde. En büyük hatayı ve yanlışı da Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni AB’ye üye almakla yaptılar. Çünkü bu durum Kıbrıs adası için var olan hukuki dayanaklardan yoksundur. Diğer bir yanlış yaklaşım ise Kıbrıs konusundaki garantörlükler dikkate alındığında, AB’nin burayla alakalı bir bağının ve sorumluluğunun asla bulunmadığı konusudur. Bununla birlikte Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusunda Güney Kıbrıs Rum Kesimi de yine hukuki dayanağı olmayan, Kıbrıslı Türklerin ve KKTC’nin varlığını yok sayan, Türkiye’nin haklarını çiğnemeye yeltenen bir tutum içerisindedir. Bunun kabulü söz konusu olamaz. Bakıyorsunuz aynı düzlemde İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın giderek müşterek hale gelen Türkiye karşıtlığı var.
İtalya ve Fransa bile burada hiçbir dayanağı olmamasına rağmen bulunmaya çalışıyor. Türkiye izlediği siyasetle Kıbrıs Türklüğünün haklarını korurken, kendi hak ve menfaatlerini de gözetecek hukuki ve meşru bir siyaset yürütmektedir. Bugün bölgede bulunan gemilerimizle arama, tarama, sondaj ve diğer faaliyetlerin icra edildiği deniz alanları ya bize aittir ya da KKTC ile varılan karşılıklı anlaşmalar uyarınca tespit edilmiştir. AB ise buna hakkı olmadığı halde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin mesnetsiz propagandalarının peşine takılarak itiraz ediyor.
Bu yaklaşıma ilave olarak sizin de bahsettiğiniz üzere aldığı kararlarla Türkiye’nin meşru çabalarının karşısında duran bir tutum takınıyor. Bu durum karşısında bizim geri adım atmamız söz konusu olmayacaktır. Türkiye kendi deniz alanlarında istediği faaliyeti icra eder. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarıyla ilgili çalışmaların sürdürülmesi gerekir. Bütün bunlar olurken şayet Rum Kesimi adada eşit ve adil paylaşım esaslı bir tavır takınmazsa, barıştan uzak tutumunda ısrar ederse, diğer çevreler de onlarla yan yana bulunmayı sürdürüp KKTC’yi yok sayan hallerine devam ederlerse, o vakit Kıbrıs Türklüğü ile KKTC’nin kaderinin ve geleceğinin Türkiye ile bir ve beraber olduğu en somut haliyle gösterilmelidir.
“TERCİHTEN ZİYADE ZORUNLULUK”
Fırat’ın doğusuna yapılacak bir operasyon Türkiye’yi bölgesel ve küresel denklemde nasıl etkiler?
Fırat nehrinin doğusunda kalan Suriye hudutları alanı içerisinde PKK/PYD terör örgütünün varlığı Türkiye açısından öncelikli milli güvenlik tehditlerindendir. Bu yapılanmaya müsaade etmemiz söz konusu olamayacaktır. PKK/PYD terör örgütü sadece Suriye’nin bölünmesi yolunda kullanılan en önemli araç değildir. Şimdiye kadar çok sayıda mezalim yapmıştır. ABD desteğiyle kontrol ettiği alanlarda demografik yapıyı değiştirmiştir. Aynı şekilde bu terör örgütü bölge barışının önündeki en büyük engellerden birisidir. Suriye iç savaşı başladığından beri bu terör örgütünün bize yönelik çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirdiği de malumdur. Haliyle, Türkiye’nin PKK/PYD terör örgütünün Fırat nehrinin doğusundaki varlığını sona erdirme girişimi tercihten ziyade bizim açımızdan bir zorunluluktur. Bu konuda Sayın Genel Başkanımız en başından itibaren partimizin hassasiyetini kamuoyuyla açık şekilde paylaşmıştır.