"Atatürk bizimdir, Fatih de bizimdir."
Nihayet kutlu adım atıldı ve Ayasofya Cuma namazıyla birlikte geçtiğimiz günlerde ibadete açıldı. Ayasofya’nın çehresi Türk bayrağıyla süslenirken, Ayasofya’nın ibadete açılmasına çıldıran Yunanlılar kendi bayraklarını yarıya indirip hüzünlerini ve Türk bayraklarını yakarak alçakça nefretlerini yansıttılar. Ayasofya’nın açılışı, Türk-İslam âlemi için huzur, gurur olurken, içimizdeki ve dışımızdaki Bizans ruhlular için büyük bir elem olmuştur.
Ayasofya’nın ibadete açılacağının açıklandığı günden bu yana, bu kutlu adımı gölgelemek isteyenler, açıldığı gün bu gölgelemeyi daha da yoğun hale getirebilmek için adeta seferberlik başlattı.
Diyanet İşleri Başkanının hutbeye elinde üç hilal başlıklı kılıçla çıkmasını “Kılıç kime korku verme mesajı?” diyerek propaganda yapanlar… Diyanet İşleri Başkanı, Atatürk’e lanet okudu propagandasını yapanlar…
Diyanet İşleri Başkanı, Ayasofya’nın açılışına herkesi davet etmeyerek ayrım yaptı propagandası yapanlar…
“Ayasofya’yı ibadete açarak Batı’yı karşımıza aldık” propagandası yapanlar…
Ayasofya’nın açılışını gölgelemek adına malzeme olarak bu ana başlıklar ön plana çıkarılmıştır. Şimdi daha ziyade “Atatürk’e lanet okundu” propagandası ön plana çıkarılarak, Ayasofya’nın açılışı bu tür polemiklere kurban edilmek istenmektedir. CHP, İP, Davutoğlu, Babacan tayfası bunu körüklemektedir.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesine dayanarak söylediği “Fatih Sultan Mehmet Han burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” sözlerinin muhatabının Atatürk olduğu iddiası, Ayasofya’nın açılışındaki kutlu manzarayı gölgelemek için kullanılmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın o sözleri Atatürk’e yönelik söylediği iddiasını kabul etsek bile, bu sözlerin muhatabı Atatürk olamaz. Atatürk işgal edilmiş İstanbul’u işgalden kurtaran, Ayasofya’yı da Türkiye Cumhuriyeti tapusuna “Türbe, akaret ve muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya-i Kebir Cami Şerifi” şeklinde işleten kişidir.
Kaldı ki, Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesi sadece Ayasofya için düzenlenmemiştir, vakfiye içindeki cümlelerde sadece Ayasofya konusu ele alınmamıştır. Bu konuda tarihi ve teknik bilgi şu şekildedir: Vakfiyede (aralarında Ayasofya, Fatih, Zeyrek gibi camilerin bulunduğu) 12 cami, şifahaneler, imarethaneler ve hastaneler gibi Fatih’in kendi vakıf varlıklarına ait bütün şartlar ve ilgili gelir giderlerinin kayıtları yer almaktadır. Osmanlı döneminde vakfiye yılda bir kez açılarak herkesin huzurunda okunup, vakfiyede yer alan şartların uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilip, şartlar yerine getirilmemiş olması durumunda uyarı ve ceza verildiği belirtilmektedir.”
Bu yüzden, dönemin İstanbul hükümeti tüm İstanbul’u İngilizlere, Yunanlılara, Fransızlara peşkeş için her yolu denerken, büyük komutan ve devlet adamı Fatih Sultan Mehmed’in tüm mirasını Haçlıların elinden kurtaran Atatürk’e yapılan ve yapılacak her saygısızlık ahmaklık olur. Bırak Ayasofya’yı tüm İstanbul’u işgalden kurtarmış Atatürk’e düşmanlığı kim yapıyorsa ya aklı yoktur, ya da Bizans ruhludur.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş da hutbede yaptığı konuşmasına Ahmet Hakan’a verdiği demeçte açıklık getirerek “Ayasofya hutbemde temas ettiğim “Vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar; vâkıfın şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesiyle ilgili şu açıklamayı yapabilirim:
Genel olarak vakfiyelerin sonu, vâkıfın bedduasıyla biter.
“Bu vakfımı kimler amacı dışında kullanırsa Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin, tüm Müslümanların laneti onların üzerine olsun” şeklinde.
Ben de hutbede buna atıfta bulundum.
Sadece Ayasofya’yı değil tüm vakıf mallarını kastettim.
Geçmişi değil, bundan sonrasını kastettim. “Uğramıştır” demedim, “Çiğnerse lanete uğrar” dedim.
Atatürk 82 sene önce vefat etti. Vefat eden insanlara dua edilir, beddua değil. Kaldı ki Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi hususunda Atatürk’ün dahlinin olup olmadığı da tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur” demiştir.
Açıklaması bu şekilde olan Diyanet İşleri Başkanı’na “Yok sen Atatürk’e lanet okudun” demenin bir mantığı yoktur. Elbette sicilindeki çıkmazlar ve tartışmalar Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmalarını daha çok sorgulatıyor. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın da ifade ettiği gibi Fatih Sultan Mehmed’in vakfiye metninde yer alan “Eğer bu vakfiyeye uygun hareket edilmezse Allah’ın, peygamberlerin, meleklerin laneti üzerine olsun” şeklindeki beddua sadece Ayasofya’yı değil, tüm vakıf değerlerini kapsamaktadır. Tamam, Diyanet İşleri Başkanı’na hata yaptığında kızalım, eleştirelim de Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesinden örnek verdi diye kızmanın bir mantığı yoktur. Geçtiğimiz aylarda da Kuran-ı Kerim’de Allah’ın yasakladığı davranışları, büyük günahları hatırlattığında yine linç edilmeye çalışılan Diyanet İşleri Başkanı olmuştu. Ben de şahsını geçmişte en ağır şekilde eleştirmiş biri olarak eleştirinin de bir ölçüsü ve mantığı olduğunu ifade ediyorum.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, keşke Ayasofya hutbesinde “İstanbul’u fethederek bize Ayasofya gibi şaheseri kazandıran büyük komutan ve devlet adamı Fatih Sultan Mehmed’e ve İstanbul’u İtilaf devletlerinin işgalinden kurtaran ve Ayasofya gibi şaheseri Türkiye Cumhuriyeti tapusuna ‘Ayasofya-i Kebir Cami Şerifi’ şeklinde yazdıran büyük komutan ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’e rahmet olsun” deseydi, bu tartışmaların hiçbiri yaşanmazdı. CHP ve yancıları en azından böyle bir malzeme kullanamazdı. En büyük eksiklik bu olmuştur.
Ama bu malzeme üzerinden saldıran CHP, İP olmak üzere diğer yancılarının derdi inanın Atatürk’e sahip çıkmak değildir. Bu sadece “Ayasofya konusunu nasıl gölgeleriz” çabasıdır. Derdi Atatürk olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen HD(P)KK’lılarla ittifak yapar mı? Türk askerini, polisini, şehit eden PKK’nın teröristlerini azmettiren, her konuşması bölücülük, her eylemi terör örgütü PKK’yı destekleme olan terörist Demirtaş’ın serbest bırakılması için kendini parçalar mı? Terör örgütlerine yönelik operasyonlara karşı çıkar mı?
CHP ve İP içindeki alçaklar hem bunları yapacak, hem de Atatürk’e sahip çıkıyor görünecek… Hadi oradan sahtekârlar…
CHP, bugün Atatürk’ün hangi mirasına, düşüncesine sahip çıkıyor ki Atatürk üzerinden ahkâm kesebiliyor?
Nasıl ki Fatih Sultan Mehmed’in vakıf mallarının korunması konusunda vakfiyesi varsa Atatürk’ün de kendi kurduğu CHP hakkında uyarı ve tespitleri yok mu?
Falih Rıfkı Atay, ‘Babanız Atatürk’ adlı kitabının 57. sayfasında yazmıştı.
“CHP Genel Sekreteri Recep Peker, CHP ile ilgili bir vesikayı Atatürk’e imzalatmaya getirdiğinde, Atatürk vesikanın üzerine ‘PARTİM’ sözünü yazar. Peker çok şaşırır! Peker, ‘Paşam niçin CHP yazmıyorsunuz?’ diye sorar. Atatürk’ün cevabı şu olur: Ne bileyim sonuna kadar CHP’nin benim partim olarak kalacağını?”
Atatürk, ta o günlerden biliyormuş CHP’nin kendi CHP’si gibi kalmayacağını… CHP’nin haline bir bakın, terör örgütleri PKK, YPG, DHKP-C, FETÖ, MLKP elinde adeta oyuncak olmuştur. CHP’de ne Türklük, ne Türk milliyetçiliği kalmıştır. Türk milletine nerde ihanet var CHP orada, nerde hain savunulacak CHP oradadır. Atatürk’ün tüm mirasına ihanet eden Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibine “Atatürk mü size yakın yoksa terörist Demirtaş mı?” diye sorun hepsinin kalbi emin olun terörist Demirtaş’ın ismi geçtiğinde kıpır kıpır canlanacaktır.
O yüzden, bu sahte Atatürkçülerin Ayasofya’nın açılmasını gölgelemek için çevirdiği hiçbir oyuna ve propagandaya aldanmamak lazımdır.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin ifade ettiği “Atatürk bizimdir, Fatih de bizimdir. İkisi arasına nifak eken kesinlikle bizden değildir” ölçüsü bizim bakış açımızı belirler… Osmanlıyı sevmeyen, Atatürk’ün kurup emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet eden mevcut CHP bu sözün bizzat muhatabıdır. Başkaları da bu sözü ders ve uyarı olarak alabilir.
Atatürk bile Fatih Sultan Mehmed’e bakışını bir sohbette şöyle bir mütevazılık ve hayranlıkla ifade etmiştir.
“Bir gün İstanbul’un fethinden konuşulurken söz Fatih Sultan Mehmet’e gelir.
Atatürk ortaya:
“Tarih acaba benim mi yoksa İkinci Mehmet’in mi yaptığımız işleri daha mühim bulacaktır” diye bir soru atar.
Orada bulunanların neredeyse hepsi: “Siz!..” derler.
Bunun üzerine Atatürk “Niçin?” diye bir soru daha sorar.
Cevap sırası gelenler, “Atatürk’ün Fatih’ten çok büyük olduğunu kanıtlamak için” akla hayale gelmeyecek kanıtlar toplamaya ve Atatürk’e övgüler dizme konusunda adeta birbiriyle yarışmaya başlarlar.
Hatta bazıları: “Sizin yanınızda Fatih kim olurmuş?” der.
Ancak bütün bu cevaplar Atatürk’ü tatmin etmez. Sonunda söz orada bulunanlardan en genç olana gelir.
Bu genç: “Efendim!” der ve şöyle devam eder: “Tarih bir sınav salonuna benzer, karşısına gelenlere birtakım özel sorunlar verir. Sonuçta verdiği sorunları çözüşüne ve bundaki yeteneğine göre bir numara verir. Aşağı yukarı tarihin sınavına çıkanların hepsi ayrı şartlar içinde ayrı sorunlar karşısında kalmışlardır. Bunları en iyi halledenler de tereddütsüz on numara almışlardır … Fatih karşısına çıkan sorunları en iyi şekilde çözerek on numara almıştır. Siz de önünüze çıkan sorunları halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz.”
Bu sözleri büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk: “Bravo!” diyerek genci kutladıktan sonra biraz önce Fatih’i küçümseyenlerden birine dönerek:
“Sen haltetmişsin!..” der ve şunları söyler:
“Ben Fatih’ten büyük olabilir miyim!
Çok kereler Fatih’in karşılaştığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı çözüm yollarını bulmuşumdur.
Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım sorunları nasıl hallederdi? Bunu çok merak ederim.. İkinci Mehmet büyük adamdır büyük…” (Prof. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler, 1968, s. 187)
Atatürk, Fatih Sultan Mehmed’in en büyük mirası olan İstanbul’u işgalden kurtararak zaten atasına olan bağlılığını, sadakatini ispat etmiştir. İşgal yıllarında, Ayasofya Camii’nin müze tarafında bulunan kuleleri üzerine makineli tüfekler yerleştiren Fransızlar bu topraklardan temizlenmeseydi, İstanbul işgalden kurtulmasaydı ortada Türkler adına bir Ayasofya mı kalırdı? Ağustos 1921’de Yunan askerleri caddelerde yüksek sesle “Ayasofya’yı alacağız, Türkleri kovacağız” diye şarkılar söyleyip gezerken, Anadolu’yu adım adım kurtaran Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’u da işgalden kurtararak, Yunanlılara o zevki yaşatmadan onları İstanbul’dan da kovalamıştır. Fatih Sultan Mehmed’in de, Mustafa Kemal Atatürk’ün de kıymetini bilmeyen kim olursa olsun bizden değildir. Bizden olanlarla Türk milletinin vatanı ve eserleri korunur. Bizden olmayanlar, Ayasofya için atılan kutlu adımı gölgelemeyin yeter…