Maraş'ta Rumlara da barış geliyor
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs’ta yer alan kapalı Maraş bölgesinin %3,5’ine tekabül eden kısmının yerleşime açılması ile ilgili sözleri gündem olurken, Yunan tezlerine destekleri ile bilinen AB ve ABD’den tepki gecikmedi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Maraş’ta ve Kıbrıs sorununun çözümünde BM ilkeleri dışına çıkılamayacağı şeklinde tepki gösterdi. ABD ise kararın provokatif olduğunu söyledi ve yıllardır sonuç çıkmayan “iki federe bölgeli tek devlete” işaret etti.
Esasen, Maraş için Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen husus BM ilkeleri haricinde olmadığı gibi, uluslararası kamuoyu bir anlamda neye tepki verdiğini bilmeden sırf Türkiye’den bir fikir çıktığı için karşı duruş sergilemektedir. Zaten Türkiye’nin itidalli ve orta yolu bulacak fikirlerine 1960’lı yıllardan itibaren uluslararası kamuoyunda ön yargılı biçimde yaklaşılmakta ve Türkiye taraftar bulamamaktadır. En son 2004 yılında gerçekleşen Annan Referandumu Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin iyi niyetine rağmen Rumlar tarafından reddedilmiş ve buna karşın Rum tarafı ödüllendirilirken Türk tarafı cezalandırılmaya devam etmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapalı Maraş konusundaki açıklaması ve gelen yersiz tepkiler bu durumun yeni bir örneğini oluşturmaktadır. Gerek Rum tarafı gerekse de uluslararası kamuoyu, Maraş bölgesinin açılmasının sözde “işgali” genişleteceği düşüncesine kapılsa da bu girişim aslında uzun vadede çözümün yolunu yapan taşlardan biri olabilir. Evet, kapalı Maraş bölgesinin yerleşime açılması KKTC’nin egemenliğini kullanabilmesi açısından önemlidir. Bununla birlikte taraflar arasındaki en sıkıntılı konulardan olan mülkiyet meselesinin çözümünde de önemli bir katkı olabilecektir.
KKTC tarafından 2005 yılında kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu tarafından oluşturulan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da meşru kabul edilen yasaya göre, Kıbrıslı Rumların KKTC sınırları içerisindeki taşınmazları “konumu ve niteliği itibariyle ulusal güvenliği ve kamu düzenini tehlikeye düşürmeyecek, kamu yararına tahsis edilmemiş olan ve askeri bölgeler veya askeri tesisler arasında yer almıyorsa” iade edilebiliyor. Yani Türk tarafı, zamanında yaşanan onca haksızlığa rağmen mülkiyet konusunda hassas davranmakta ve Rumların bu konudaki mağduriyetlerini gidermektedir. Bu durum AİHM ve dolayısıyla Avrupa Konseyi tarafından da güvence altına alınmıştır.
KKTC GEREKEN ADIMI ATTI
Belirtilen durumlardaki istisnalar mevcut ise o zaman takas veya tazminat yöntemleri ile Kıbrıslı Rumların taşınmazları KKTC tarafından karşılanabilmektedir. Dolayısıyla 1974 harekâtından sonra evini terk etmek zorunda kalan Rumlar veya mirasçılarının mağdur olmaması için KKTC gereken adımı atmış ve Güney yönetiminin vatandaşlarının dava açmasına karşı çıkmasına rağmen bu yönde kararlar almıştır. Aynı şekilde, özellikle takas yoluyla iade yöntemiyle daha önceden adanın güneyinde yaşayan Türklerin de mağduriyeti giderilmektedir. Takas yöntemi daha sık tercih edilen metottur. Zira bugüne kadar yalnızca 5 başvurunun iade yönünde olduğu ve bunlardan 2 tanesinin olumlu sonuçlandığı görülmüştür. Dolayısıyla Rum toplumunun önemli bir kısmı adanın güneyinde yaşamayı kabullenmiş, dolayısıyla iki kesimli yapıyı fiilen kabul etmiş durumdadır.
Ancak kapalı Maraş’ın askeri bölge olması mal iadesini ve takası mümkün kılmamaktadır. Söz konusu bölgede malvarlığı bulunan Rumların zararlarını giderecek tek yol, kamulaştırma karşılığında tazminat ödenmesidir. Bu yöndeki talepler karşılanabilirken mal iadesi ve takas yönündeki talepler fiilen karşılanamamakta ancak komisyon tarafından reddedilmemektedir. İç hukuk yollarının tükenmemesinden dolayı AİHM bu yöndeki davaları reddetmektedir ve böylece süreç sürüncemede kalmaktadır. Maraş bölgesinin yerleşime açılması işte bu sorunların çözümünde önemli bir rol oynayabilir. Bölgenin en azından bir kısmının askeri bölge statüsünden çıkarılması tazminat haricindeki mülkiyet taleplerinin yerine getirilmesini kolaylaştırabilir. 1974 öncesinde ada ekonomisinin önemli bölümünü oluşturan Maraş’ta malların iadesi veya takas yönünde taleplerin gelmesi halinde, bilhassa adanın güneyine göç eden Rumların önemli kısmının mülkiyet sorunu giderilmiş olacaktır. Dolayısıyla Türk tarafı, adada yaşayan her iki toplum açısından da olumlu sonuçlanabilecek hukuki bir süreç için adım atmaya çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Maraş bölgesini sivilleştirme çabası bu konuda somut bir delil olarak ortaya çıkmaktadır.
YENİ BİR DÜZEN KURULDU
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çağrısı nasıl sonuçlanır? Bir başka şekilde sorulacak olursa, Rum tarafından gerçekleşecek başvurular ne şekilde sonuçlanır? Bunun cevabını vermek şu aşamada pek kolay değil. Ancak daha önce de değinildiği gibi, Rum yönetimi kendi halkını bu komisyona başvurulmaması yönünde teşvik ederken başvurular genellikle tazminat veya takas şeklinde gerçekleşmektedir. Zira neredeyse yarım asra yaklaşan bu süreçte gelinen noktada adanın güneyine göç eden kişiler tabiri caizse yeni bir düzen kurmuştur. 1974 öncesinde adanın en büyük ekonomik gelirini turizm ve uluslararası limanı sayesinde Maraş oluştururken günümüzde güney tarafında bu merkez Larnaka’ya kaymıştır. Bu bakımdan söz konusu düzenin değişmesini isteyecek Rum başvurucu sayısının fazla olması beklenmemektedir. Dolayısıyla birinci ve daha muhtemel senaryoda Maraş bölgesine Türk nüfusunun yerleşmesi, ancak az sayıda da olsa bir kısım Rum nüfusun geri dönmesi beklenmektedir. Böylece KKTC ekonomisinin canlanmasında önemli bir adım atılmış olacaktır. İkinci senaryoda, yani Rum tarafından iade talebinin beklenenden yüksek olması durumunda ise, Türk tarafının yine ekonomik olarak kaybedeceği bir durum söz konusu değildir. Zira bölgede Türk nüfusu yerleşmiş değildir.
Dolayısıyla Türk tarafında mağdur yaratılmadan Rum tarafındaki mağduriyetler giderilecek, böylece bölgedeki Türk egemenliği kaybolmadan KKTC’ye sermaye girişi sağlanmış olacaktır. Daha da önemlisi, taraflar arasındaki en büyük sorunlardan biri olan mülkiyet sorunu Türk tarafının girişimi ve kontrolünde çözülmüş olacak, böylece 1974’teki harekâtın başında söylendiği gibi sadece Türklere değil Rumlara da barış götürme hedefi gerçeklemiş olacaktır. Ayrıca, Türk askerinin ve KKTC’nin meşruiyeti bir kez daha tasdik edilmiş olacaktır.
ANLAŞMALARA UYGUN
Bu bakımdan Cumhurbaşkanı Erdoğan esasında bu çağrısıyla başta Rum tarafı olmak üzere AB’yi bir kez daha samimiyet testine davet etmiştir. Maraş bölgesinin yerleşime açılmasının KKTC’nin egemenliğini tasdik edeceği muhakkaktır. Ancak bu adım aynı zamanda mülkiyet sorununu çözmek ve adada kalıcı çözüme ulaşabilmek için atılmış önemli bir adımdır. Burada Rum tarafıyla AB’nin kısa vadeli ve tepkisel tutumları, Kıbrıs sorununu çözmekten çok Türkiye’yi ve Kıbrıs Türkünü köşeye sıkıştırma gayesi güttüklerini açıkça göstermektedir. Oysa Türkiye’nin tutumu uluslararası antlaşmalara uygundur. Uluslararası kamuoyu 1984 tarihli 550 sayılı BMGK kararına atfen bölgeye yeni yerleşim alanlarının yapılmasına engel olmak istese de kararın üzerinden geçen 37 yılın ardından artık Rumların kuzeye dönmedeki isteksizliği yeni bir fiilî durumun ortaya çıktığını göstermektedir ve buna yönelik yeni bir karar alınabilmesi sağlanabilir.
Rum tarafı ve onların kara propagandaları yüzünden AB, Kıbrıs meselesinde Türkiye’ye karşı her daim ön yargılı davranmıştır. Yıllarca Rum lobilerinin desteğiyle senatörlük görevinde bulunan Joe Biden yönetimindeki ABD de, meselenin fiili tarafı haline gelmiştir. Buna rağmen Türkiye’nin gerek KKTC’nin egemenliğinin tasdiki gerekse de çözüm yolunda atmaya çalıştığı iyi niyetli adımın göstergesi olarak Maraş bölgesini kısmen de olsa yerleşime açması olumlu sonuçlanacaktır. Uluslararası kamuoyuna bu adımın, mülkiyet sorununun halli için gerekli olduğu yönünde kamuoyu oluşturulabilirse Türkiye’nin provokatif veya yayılmacı değil, her zaman olduğu gibi çözüm odaklı bir politika ürettiği gerçeğinin idrak edilmesi sağlanabilecektir.