Her şey göründüğü gibi değildir
İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. Tabii insan kılığında. Akşam olmuş. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları. Yemek falan teklif etmemişler. Sıcacık misafir odaları yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp “Geceyi burada geçirebilirsiniz" demişler. Şilteleri betona sererken, yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. Elini uzatmış. Söyle bir sürmüş yarığa. Duvar eskisinden sağlam olmuş.
Genç melek,
"Niye yaptın bunu?" diye sormuş merakla.
"Her şey, her zaman göründüğü gibi değildir" demiş yaşlı melek yavaşça.
Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar. Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. Ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları. Allah ne verdiyse beraber yemişler. Yatma zamanı gelince kadın, "Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalısınız" demiş.
"Bizim yatakta siz yatın, bir rahat uyuyun. Biz su divanda idare ederiz"
Güneş doğarken uyanan melekler, zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. Genç melek öfkeden deliye dönmüş.
"Bunu nasıl yaparsın. Bu kadar iyi insanların yegâne servetinin ölmesine nasıl izin verirsin. Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı, ama kötü ev sahipleri bize hiçbir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar. Sen ise ineklerinin ölmesine göz yumdun?"
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat" demiş, yaşlı melek yine.
"Nasıl yani?" diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek. "Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat" demiş yaşlı melek bir daha.
Ve anlatmış. "İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri, zenginlikleri ile çok mağrur, ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hak etmemişlerdi. Çatlağı kapayıp, onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği, adamın karısını almaya geldi.
Kadının hayatını bağışlamasına karşılık ona ineği verdim. Her şey her zaman göründüğü gibi değildir. İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde, aslında olan budur.
***
Herşeyin göründüğü gibi olmadığını anlatan güzel bir hikâye değil mi?
Yıllar önce de yine bir yazımda bu hikâyeyi kullanmıştım. Hep güncel, her zaman ve her yerde karşına çıkacak bir ifade: Her Şey Göründüğü Gibi Değildir.
‘Bazen siyah görürsün beyaz, beyaz görürsün siyah çıkar’ hali gibi…
Bu hayatta doğru yaşarsın, doğru düşünürsün, doğru davranırsın bir de onun doğru olduğuna karşındakine inandırmaya çalışırsın ya… O misal...
Faziletlerin zafiyet, zafiyetlerin fazilet algılandığı bir toplumun handikabını da çoğu zaman “Her Şey Göründüğü Gibi Değildir.” hikâyesindeki anlam çözer. Olaylar bazen göründüğü gibi çıkmayarak, bazen de direkt göründüğü gibi çıkarak sonuçlanabilir. Herkesin yaşadığı olay elbette birbirinden farklıdır. En fazla benzeri ve anlaşılanı-anlaşılmayanı olabilir.
Bu hikâyenin en büyük anlamı kötüye iyilik gibi görünen davranışların kötülük önleme, kötülük gibi görünen davranışların iyilik olduğuna dair bir ders niteliğindedir.
Özünde “İyilik” olan davranışları bazen en yakının, bazen en yakın dostun, bazen en yakın arkadaşın idrak edemez. Kimisi egosuna yenik düşerek, kimi hırslarına yenilerek göremez. Kimisinin de kapasitesi gördüğü kadardır, o yüzden idrak edemez.
Fakat bir de “Her Şey Göründüğü Gibi Değildir.” Sözünün arka planında her zaman “İyilik” çıkacağının garantisi de yoktur. Hayata böyle bir bakış açısı geliştirmek ve böyle bir beklenti içine girmek de insanlar için tehlikeli olabilir.
Hz. Mevlana’nın bu manada çok güzel bir sözü vardır: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bugün hayat veren su, yarın sizi boğabilir.
Hayat size bazen Kedi’yi Aslan, Aslan’ı Kedi göstermeye çalışır. O yüzden Kedi’ye Aslan, Aslan’a Kedi muamelesi yapmak durumunda kalırsınız.
Bu hayatta öyle zamanlar oluyor ki;
Gördüğünüz yüz, gerçek yüz değil.
Gördüğünüz karakter, gerçek karakter değil.
Gördüğümüz gülümseme, gerçek gülümseme değil.
Gördüğünüz iyilik, gerçek iyilik değil
Gördüğünüz kötülük, gerçek kötülük değil.
Gördüğünüz dostluk, gerçek dostluk değil.
Gördüğünüz düşmanlık, gerçek düşmanlık değil.
Gördüğünüz sadakat, gerçek sadakat değil.
Gördüğünüz vefa, gerçek vefa değil.
Her şey maskeli, her şey hormonlu…
Yani neymiş “Her Şey Göründüğü Gibi Değildir.”
Gözlerin görmediği iyilikler vardır, sonradan anlaşılır.
Gözlerin görmediği kötülükler vardır, sonradan anlaşılır.
Anlaşılır anlaşılmasına da kimine utanç olur, kimine ders, kimine tecrübe, kimine de unutkanlık.
Rus yazar Tolstoy diyor ya “Biliyor musun, her şeyden haberim var ama bazı şeyleri bilmek istemiyorum.”
Kötülükten de haberim var, iyilikten de…
Ama gel gör ki; “Her Şey Göründüğü Gibi Değildir.” Diye şerh düşüyoruz bazen hayata…
2004 yılında bir yazımın sonunu şöyle bitirmiştim:
“Dostun dost, düşmanın düşman olduğu gün senden korkmayacağım Ankara! Şimdilik direnişe devam… “
Bu “Her şey göründüğü gibi olsun” temennisi ve beklentisinden başka bir şey değil. İronisiz bir hayat. Dümdüz ve omurgalı yaşamlar…
Her şey göründüğü gibi olsa, belki de mücadelemiz Don Kişot’un yel değirmeniyle kavgası gibi olmayacak.
Kötüye attığın yumruk da, iyiye uzattığın sevgi de işte o zaman tam yerini bulacak... İşte huzur o zaman olacak…