Osmanlı'ya ihanetin yüz yıllık yankıları
1916’da, Birinci Dünya Savaşı'nın Türk milleti adına kasvetli günlerinde patlak veren Büyük Arap İsyanı, bağımsız bir Arap devleti kurma rüyasının peşinden giden Şerif Hüseyin ve oğullarının İngilizlerle kurduğu işbirliğinin sonucuydu. Şerif Hüseyin’in oğlu ve gelecekteki Ürdün Kralı Abdullah, hatıralarında İngilizlerle yapılan gizli anlaşmaların Arap halklarını, özellikle de Filistinlileri nasıl derinden etkilediğini anlattı. Zira İngiliz diplomat McMahon ile yapılan yazışmalarda alınan umut dolu vaatler, kısa bir süre sonra Balfour Deklarasyonu ile bir çırpıda çöpe atılmıştı.
"McMahon sonraki mektuplarından birinde, Filistin’deki mukaddes bölgelerin Arap hâkimiyeti altına girmesi halinde nasıl yönetileceğini sordu. Babam cevabında, bu bölgenin üç dine hürriyet verilmesi esasına bağlı olarak yönetilmesi gerektiğini bildirdi. McMahon buna bir teşekkürle karşılık verdi ve İslâm halifeliğinin yeniden Haşimî ailesine geçmesi halinde Büyük Britanya’nın bunu hoşnutlukla karşılayacağını söyledi." (Kral Abdullah, Biz Osmanlı'ya Neden İsyan Ettik?)
***
1967 yılında, Arap liderler İsrail'e karşı birleşik bir cephe oluşturdu ve Altı Gün Savaşı'na girdiler. Bu savaş, İsrail'in büyük zaferiyle sonuçlandı ve Filistinlilerin elindeki toprakların büyük bir kısmı işgal altına alındı. O dönemde Arapların kabul etmediği 1967 sınırlarının, bugün Filistin davasının temel talebi haline gelmiş durumda olması ne kadar garip değil mi? Eğer o dönemde bu sınırlar bir mevzi olarak kabul edilseydi, bugün Filistinlilerin ellerinde daha fazla toprak olacaktı. Bugün, Filistinliler her gün bu sınırlar için savaşırken, birçok masum insan can veriyor.
Kral Abdullah'ın anılarında pişmanlıkla dile getirdiği gibi, Osmanlı'ya karşı başlattıkları isyan, Arap dünyasında beklenen birliği ve gücü getirmedi. Aksine, Arap liderler birbirlerinden ayrılarak farklı gruplara ve fraksiyonlara bölündüler: "Ne yazık ki bu ayrılış, korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olmadı, hatta daha kötüsü meydana geldi. Türkler her istediklerini yaptılar, fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizlerse farklı farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık. Her birimiz başımıza ayrı birer yönetici seçtik, her kafadan farklı bir ses çıkar oldu." (Kral Abdullah, Biz Osmanlı'ya Neden İsyan Ettik?)
***
Türk Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının askeri ve siyasi alanlardaki başarıları, liderlik becerilerinin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serdi. Türkiye'nin bağımsızlığını kazanması, ilerleyen dönemde de Misakı Milli’nin bazı eksik parçalarının tamamlaması Atatürk'ün stratejik dehasının eseriydi. Rasyonel bir planla hareket eden Mustafa Kemal Atatürk, Montreux Boğazlar Sözleşmesiyle boğazların kontrolünü ele geçirdi ve dünya gözüyle görmeye ömrü vefa etmese de Hatay'ın anavatana katılmasını sağlayacak adımları attı.
Bugün, İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarında binlerce masum hayatını kaybederken Arap dünyası sessiz kalmakta ve etkisiz bir tavır sergilemekte. Arap liderlerinin suskunluğu karşısında Filistin davasına en güçlü destek Arap olmayan unsurlardan geliyor. Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı’na İsrail'in soykırımlarını taşıması, bu desteğin önemli bir örneği. Batı'daki kamuoyu, sivil toplum kuruluşları, Filistin halkının haklarını savunmak için seslerini yükseltiyor. Ancak bu çabalar Arap dünyasındaki liderlik eksikliği nedeniyle yeterince etkili olamıyor.
Bir toplumun liderleri, o toplumun kaderi üzerindeki en önemli söz sahipleridir. Arap dünyasının liderlik eksikliği Filistin davasının zafere ulaşmasının bugünkü en büyük engelidir. Bu gerçekleşene kadar masum çocukların ve sivillerin ödediği ağır bedel ise maalesef kesilmeyecektir.