II. Abdülhamit de bizim Atatürk de
İlk öncelikle diğer ülkelerin önceki dönem Devlet Başkanları’nda, padişahlarında, yöneticilerindeki en ufak bir hata ders kitaplarında, sosyal platformlarda, uluslararası panellerde dahi görülmez ve kapatılırken bizim ülkemizdeki “hain bolluğundan” tarihimiz kör zihniyetler tarafından her zaman eleştiriye mahkum, sığ bir alan haline getirilmeye, altı kazınmaya çalışılmıştır.
Başka devletlerin hayranlıkla baktığı, üç kıtaya hüküm sürmüş, her bir kademenin kendi içindeki nizamı, gittiği her yere şefkatini, merhametini, millet ve devlet aklını götüren, kendi hür iradeleriyle adil bir hayat süreceklerine olan güvenden birçok milletin sığındığı Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kökü binlerce yıla uzanan derin bir tarih şuurunun eşsiz timsalleridir. Bu timsaller birbirine düşman değil, aksine ortak devlet aklının ürünleridir. Burada eksik ve hata aramak; kişinin ilk öncelikle kendisindeki eksikliğin yansımasıdır. Bu bir Cihan Harbi’dir. Bütüncül bir şekilde değerlendirilmeli ve şahsiyetler birbirinden ayrıştırılmamalıdır.
Asıl hata ne vatanını canından çok seven ATATÜRK’TE ne de Osmanlı Hazinesi’nin tek bir malına dahi dokunmayan ve Anadolu, Trabzon, Samsun Havalisi’ne Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü 9. Ordu Müfettişi olarak seçip gönderen Sultan Vahdettin’dedir. Esas ve asıl hata, bu şahsiyet çatışmaları üzerinden kendilerine paye çıkaran, tarihini yok sayan, ondan ders almayanların bugünlerde yaptıklarıdır. Bizim için önemli olan bakış açısı Osmanlı küllerinden Cumhuriyet’in doğmuş olmasıdır. Damat Feritler her dönemde fırsat kollamaktadır fakat MHP ve Ülkü Ocakları var oldukça buna müsaade edilmeyecektir.
Esas çürüme, tek bir şehit bile verilmesin diye gece gün düşünen Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu bir partinin şimdilerde bölücülerin ayaklarına kapanmasıdır. Esas kusur, binlerce yıllık adaletle hükmetmiş bir devletten gelen aklın yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin PKK’nın ortağı olan bir partiyi kapatmaması ve yıllık olarak hazineden fon sağlamasıdır. İleride tarih sayfalarında okutulması gereken bir hata veya eksik varsa, olsa olsa budur!
Yeni bir küresel düzenin peyda olduğu bu süreçte; tarihimizi bütüncül bir şekilde milli bilinç temelli kuşatıp kollamalı ve değerlerimize köklerimize geri dönmeliyiz. Ünlü mütefekkirlerin de deyimiyle her sorunun çözümü geçmişte, tarihte yatmaktadır. Yakmasını bilene tarih bir ışıktır.
BU KAPSAMDA TÜRK VE TÜRKİYE YÜZYILI, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NE KADAR KURULMUŞ OLAN BÜTÜN TÜRK DEVLETLERİ’NİN HER BİRİNDEKİ EN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİNİN TEKRARDAN CANLANDIRILMASIDIR.
BU YÖNETİMLERDEKİ NİZAM, REFORMLAR HAYATA GEÇİRİLMELİDİR. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları; Selçuklular, Anadolu Türk Beylikleri, Osmanlılar ve nice binlerce yıldan süzülüp gelen Türk Devlet Geleneğinin devamıdır. Sancakbeyi, uçbeyine büyük sorumluluklar düşmektedir.
Bu tarihi misyonu üstlenen Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN ve Bilge Liderimiz Sn. Devlet BAHÇELİ’NİN kurmuş olduğu Cumhur İttifakı bu topraklarda yeşerdiğinden beri TÜRK VE TÜRKİYE YÜZYILI hedefine adım adım yaklaşmaktadır. Bu sebeple hızımızı kesmeye çalışanlar elbette ki olacaktır. Bunlara karşı her an teyakkuzda olmalıyız.
Küresel güçlerin bölgemizdeki emellerini, Siyonistlerin kan emiciliğini ve Ortadoğu’daki kaosa Türkiye’nin çekilmeye çalıştığı bir gerçektir. Üç Kıtaya hakim olduğumuz sınırlardan 783.562 kilometrekarelere, Mavi Vatan dahil 1 Milyon 245 kilometrekarelere gelen TÜRK MİLLETİ’NİN TEKRARDAN ŞAHLANMASIYLA İLGİLİ KORKULAR MUHTEMELDİR.
Düşman zırhlılarının sarayın camından görüldüğü, sokaklarda başka devletlerin bayraklarının dalgalandığı, siyasi-askeri olarak ket vurulmuş böylesi bir durumdaki bir milletin şaha kalkışıdır İstiklal Harbi. Süngülerden çıkan, eleklerden elenen, imtihan vermiş bir milletin çocuklarıyız. Böyle bir devlet ve millet dualıdır.
Ne sadece Sultan Vahdettin göndermiştir Atatürk’ü Anadolu’ya ne de Atatürk tek başına gitmiştir. Bu Türk Ordusu’nun bir planıdır. Anadolu’ya önceden yollanan silahlar, istihbarat ağının genişletilmesi bunun delilidir. Mustafa Kemal Paşa’yı arkasına aldığı tek güç milletidir. Devletin her kademesiyle yazışması vardır. Görüştüğü kişilerin eğilimlerini öğrenmeye çalıştıktan sonra kendine bulduğu tek çözüm halkıyla beraber topyekun mücadele olmuştur. Bu sebeple; Mete de bizim, Süleyman Şah da… Fatih de bizim II. Abdülhamit de Mustafa Kemal ATATÜRK de…
Mustafa Kemal’e verilen Salahiyet Belgesi her askere verilen nev’iden değildir. Bu belgede Gazi Paşa’nın da isteği doğrultusunda; mahkum etme yetkisi, cezalandırma yetkisi ve hapis yetkisi bulunmaktadır.
İlk tahlilde Sultan Vahdettin bu kararnameyi imzaladığı irade ile Gazi Paşa’nın bölgeye gitme iradesi her ne kadar farklı gibi görünse de bu bir devlet operasyonudur ve bu kademedeki devlet erkanına sahip şahıslar birbirlerinin hareketlerini tahlil yetenekleri oldukça gelişmiştir. Sultan Vahdettin kararnameyi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN hangi maksatla gideceğini tahmin ederek imzalamıştır. Bu konuşmanın geçtiği yer olan Yıldız Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtı olan İstanbul’da Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe’den sonra yönetim merkezi olarak kullanılan, İstanbul’un ve devletin tarihinde rol oynayan en önemli üçüncü merkezdir. Bu saray; yönetim merkezi olarak en etkin şekilde Sultan II. Abdülhamid devrinde 32 yıl kullanılmıştır. II. Abdülhamit, payitahtın hakkını verecek nitelikte kudretli ve donanımlı bir padişahtı. Tek bir devre sığmayacak kadar çok ıslahat ve reform yaptığı tarih kaynaklarında yerini bulmuştur. Hukuk mektebinden Darülmuallimin-i Aliye’ye kadar birçok okul açmıştır. Bunun yanında mali ve askeri alanda da yenilikler yapmış olup Devlet işlerinde Atalarının sahip olduğu nizami geleneği aynı şekilde devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti’ni parçalamak için ittifak eden, aralarında İran’ın da bulunduğu ittifaka karşı; “Bu millet kaç kez ölümden döndü de yine yüzünü güneşe döndü.” İfadelerini kullanarak Türk Milleti’nin yenilmez umudunu herkese göstermiştir.
Çanakkale Savaşı sırasında her ihtimale karşı saltanatı Eskişehir’e taşımaya hazırlanan ve II. Abdülhamid’i de yanında götürmek isteyen Sultan V. Mehmed Reşad’a: “Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul’u alırken, son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusu başında ölmüştür. Biz, Bizans imparatorları kadar da mı olamıyoruz ki, şehri bırakmayı düşünüyoruz? Osmanlı Hanedanı İstanbul’u terk ederse bir daha oraya dönemez. Muhterem biraderime söyleyin; İstanbul’dan bir adım bile dışarı atmam” demiştir.
Yıldız Sarayı’nın üst katındaki bu olağanüstü konuşmanın yaşandığı yer aslında 100 YILLIK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NE GİDEN KÖPRÜDÜR diyebiliriz. Yıldız Sarayı’nda burayı ilk gördüğümüzde tarif edemeyeceğimiz duygular yaşadık. Önümüzde bir devrin kapandığı diğer bir devrin başladığı anlara şahitlik eden bir oda vardı. Duvarları, masası sanki bizimle konuşuyordu. Cama baktığımda ilk aklıma gelen M.Kemal’in, 9. Ordu müfettişi olarak Samsun’a geçmeden önce Sultan Vahdettin’e bir veda ziyaretinde bulunduğu sırada sarf ettiği şu sözlerdir: “Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Sultan Vahdettin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk… Salonun Boğaziçi’ne açılan penceresinden gördüğüm şu: birbiri hizasında düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş Padişah söze başlar: Paşa, şimdiye dek devlete çok hizmet ettin: bunların hepsi artık tarihe girmiştir. Bunları unutun asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!”
Yıldız Sarayı’ndaki değerli rehberden aldığımız bilgilere göre; Sultan Vahdettin hayatı boyunca Mustafa Kemal Paşa’yı birkaç kez görmüştür. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Yıldız Sarayı’nda görüştükleri yazmaktadır. Hatta Has Odası’nın yanında Gözlem Odası da bulunmaktadır. Sultan Abdülhamit Han tarafından ayrıca Mustafa Kemal Paşa’ya ilk nişanı olan mecidiye nişanı verilmiştir.
Almanya Gezisi sırasında Sultan Vahdettin Gazi Paşa için; “Ben sizi çok iyi bilirim. Arıburnu’nda ve Anafartalar’da yaptığınız bütün icraat, kazandığınız başarılar tamamen malumumdur. Siz İstanbul’u ve her şeyi kurtarmış bir kumandanımızsınız, beraber seyâhat etmekte olduğum için çok memnunum ve bundan iftihar ediyorum.”
Ülkesine bu denli bağlı olan bir şahşiyetin, bu kadar ulvi değerleri içinde barındıran bir Paşa’nın manevi değerlerine dil uzatmak ne kadar doğruydu? Zaten dinimize göre vatan sevgisi imandandır diyen Hz. Muhammed (s.a.v.) değil midir? Onun için biz Türkler Muhammed’in Türkçesi’ni Mehmet bilip kınalı kuzu Mehmetçikleri al sancak düşmesin ezan dinmesin diye cepheye göndeririz.
Mustafa Kemal Paşa için: “Rabbime şükürler olsun ki, ummaya cesaret edemediğim zafer haberi(Çanakkale Zaferi) ulaştı. Bu büyük zaferi Mustafa Kemal Bey adında bir Albay kazanmış. Allah devletine hizmeti geçenlerden razı olsun” sözlerini kullanan II.Abdülhamit hakkında, Gazi Paşa da aynı şekilde bir gazeteciye verdiği röportajda: “Sevme Abdülhamit’i. Yine de sevme. Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Tecrübe göstermiştir ki, insanların çoğunun kuşkulu olduğu ve sınırlarının düşmanlarla çevrildiği bir devlette, Abdülhamit'in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim 19.yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa...”sözlerini kullanmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle Türk Milleti geçtiği imtihandan emperyalizmi seçerek kurtulmamıştır. Onurlu ve başı dik bir devlet olarak dünya devletleri arasında kendine saygı duydurtmuştur. Milletin bağımsızlığına olan düşkünlüğü yine onun söylemiyle işini kolaylaştırmıştır. Türk Milleti, zengin ve refah içinde fakat başka devletlere bağımlı bir devlet olmaktansa; tam bağımsız, halkın iradesine dayalı bir devleti içinden çıkarmıştır.