Bizde devlet, her şeydir
Bizde devlet, yalnızca bir yönetim organı değil; evveliyatında babadır, kimsesizlerin kimsesidir, ana vatanın koruyucusudur. Ezcümle hayatın içindeki her şeydir; milletin varoluşunun teminatı ve geleceğin güvencesidir.
Avrupa’da hikâye başkadır. Orada, devrimler aşağıdan yukarıya toplumsal hareketlerle şekillenirken, devletin kaderi sınıflar arasındaki mücadelelerle çizilmiştir.
Avrupa’nın burjuva sınıfı, kral ve soyluluğu yok ederek modern devletin tepesine yerleşmiştir. Marx’ın modern devleti “burjuvanın işlerinin yürütüldüğü bir kurul” olarak tanımlaması da bu yüzdendir.
Bizde mesele farklıdır. Toplumsal değişimlerimiz yukarıdan aşağıya doğru işleyen bir mekanizmaya sahip olmuştur. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından, onun küllerinden doğan Cumhuriyet, halkın taleplerinden değil, Osmanlı devletinin subay ve bürokratlarının reflekslerinden ve inisiyatiflerinden doğmuştur. Yani devletimiz, kendi içinden yeni bir devlet var etmiştir.
Bizdeki devlet-millet ilişkisinin tarihsel kökenleri, Türk tarihinin derinliklerinde en berrak haliyle vardır. Göktürk kitabelerinde Bilge Kağan, “Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye gece uyumadım, gündüz oturmadım. Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim. Fakir milleti zengin kıldım" diyerek Türk milletine seslendiği cümleler içinde devletin vazifelerini de serdetmiştir.
Devlet merkezli Türk toplumunda, devletin tarihsel rolü aşınmaya başlarsa, insanların devlete olan güveni sarsılırsa, bir zamanlar devletinin kollarına güvenle yaslanan halkta güven bunalımlarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Örneğin ülkemizde, Münevver Karabulut cinayeti etrafında dönen şüpheler, bu güven kaybının somut yansımalarından birisidir. Katil Cem Garipoğlu’nun cezaevinde intihar ettiği açıklansa da, toplumun geniş kesimi bu açıklamayı inandırıcı bulmamıştır. Halk, Cem Garipoğlu’nun sahte adli tıp raporlarıyla öldü gösterilerek yurtdışına kaçırıldığı kanısındadır.
Bugünlerde, Türk toplumuna domuz eti yedirdiği bakanlık tarafından tescil edilen bir firmanın haberleri gündemdeyken, ilgili firmaya “operasyon” çekildiği iddialarının taraftar bulması da devletin denetim ve koruma görevine karşı gelişen güvensizliğin emarelerindendir.
Burada problemin kaynağı, devletin ahlaki üstünlüğünün sorgulanmaya başlamasındadır. Resmi kurumların açıklamalarına rağmen, vatandaş iki cami arasında kalmış beynamaz gibi nereye inanacağını bilemiyorsa, orada ciddi bir sorun yumağı oluşmuş demektir.
Daha önce “Güvensizlik Pandemisi” başlıklı yazımda bu konuya “Eğer insanlar, güvenilir addedilen kurumların kendilerini gerçekten koruyup kolladığından emin olamazsa, ortaya çıkan boşluğu çoğu zaman irrasyonel inanç ve düşünce sistemleri doldurur” sözleriyle temas etmeye çalışmıştım.
Gerçekten de devlete duyulan güvenin son yıllarda çeşitli sebeplerle aşınmaya başladığını gösteren birçok örnek vardır. Bu şüphe, eğreti bir güven krizinin ötesinde, resmi kurumların temel işlevlerini yerine getirip getiremediğine dair köklü bir sorgulamanın göstergesidir. Oysa devlete duyulan güven aşındığında, toplumun dayandığı temel tehlikede demektir. Zira bizde devlet, hiçbir zaman yalnızca bir yönetim organından ibaret olmamıştır. Bizde devlet, her şeydir.