Gazi’nin gizlediği hazine
Cumhuriyet, Mustafa Kemal Paşa’nın en başından beri aklında olan ama zamanı gelene dek titizlikle gizlediği büyük bir hazineydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarında, işgal altındaki topraklarda sadece bağımsızlık mücadelesi vermek yetmezdi; milletin iradesini temsil eden bir yönetim biçimi de inşa edilmeliydi. Ancak Gazi, bu düşüncesini, mücadele devam ederken dile getirmeyi uygun görmedi. O dönem, milletin çoğunluğu hâlâ saltanat ve hilafetle yönetilmeye alışkındı. Dolayısıyla Cumhuriyet fikrini zamansızca açığa vurmak, mücadeleyi daha başlamadan zora sokabilirdi.
Mustafa Kemal Paşa bunun yerine stratejik bir yol ve yöntem takip etti. Anadolu’ya geçerek başlattığı milli mücadelede, öncelikli hedefi halkın desteğini kazanmak ve halka dayanan bir örgütlenme kurmaktı. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Felah-ı Vatan isimli grup kurdurarak Misak-ı Milli’yi kabul ettirdi ve Türk milletinin bağımsızlık taleplerini hem meşru hem de siyasi bir temele oturttu. Ancak Mebusan Meclisi'nin uzun süre ayakta kalamayacağını, işgal güçlerinin Misakı Milli’nin ilan edilmesiyle bu meclisi dağıtacağını biliyordu. İstanbul’daki meclise katılmamasının nedenlerinden birisi de buydu.
İstanbul’un işgal edilip, Mebusan Meclisi’nin 11 Nisan 1920'de kapatılmasından sonra, Ankara’da TBMM’nin hızlıca faaliyetlerine başlaması böyle bir stratejik düşüncenin eseriydi. TBMM, yalnızca kurtuluş savaşının ana karargâhı olmakla kalmayacak, aynı zamanda yeni devletin temellerinin atıldığı yer olacaktı.
Kanlı çarpışmalar diplomatik zaferleri izledi, son düşman askeri de memleketin sınırlarının ardına atıldı, fakat ülkenin yönetim şekli halen belli değildi. Savaş koşullarına uygun kurulan Meclis Hükümeti sistemi hala yürürlükteydi. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet idealini kafasında uzun süreden beri muhafaza ediyordu ama milletin de buna hazır olması gerekiyordu. Bu yüzdendir ki en yakın arkadaşlarının bile memleketin yönetim şekline dair kapıldıkları vehimler, Gazi’nin kendi sultanlığını kuracağı dedikoduları, onun ketum tavrını bozamadı. Cumhuriyet fikri, esasen çok dar bir çevrenin önceden bildiği bir konuydu. 1919’da Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’nun defterine yazdırdığı "Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacak" cümlesinin dört sene sonra gerçeğe dönüşmesi, Cumhuriyet’in ilanının, ani bir kararla değil, sabırla örülmüş bir stratejinin sonucu olduğunun göstergesiydi.
Mustafa Kemal Atatürk, milletin bağımsızlık mücadelesiyle birlikte, yeni bir yönetim şekline adım adım hazırlanmasını sağladı. Elbette bu mücadelede tek başına değildi. Memleketin vatansever subayları, milletvekilleri, valileri, kaymakamları, doktorları, din adamları, öğretmenleri ve milletin bizatihi kendisi egemenliğinin kayıtsız şartsız Türk milletine verilmesi mücadelesine kendilerine adadılar. 29 Ekim 1923 günü ilan edilen Cumhuriyet, yıllara yayılan mücadelenin, cesaretin, direnişin, askeri ve siyasi hamlelerin müktesebatı oldu. Mustafa Kemal Paşa, Türk milletine en başından beri düşündüğü yönetim sistemini sunduğunda, bu artık sadece bir yönetim biçimi değildi, milletin kaderini kendi elleriyle yazmaya başladığı bir dönemin ilanıydı.