Aklımdan geçenler, gönlüme düşenler


Sosyal medya hesaplarımda bazen aklımdan geçenleri, gönlüme düşenleri yazıyorum. “Bunları kime yazıyorsun?” diye soranlar oluyor. Aslında en başta kendi duygularıma sesleniyorum. Ama biliyorum ki kelimeler, cümleler yalnızca sahibine ait kalmaz; her okuyan onlardan kendi payına düşeni alır. Bu yüzden, hisse almak isteyen herkese geniş bir kapı aralıyorum. Kapı aralandı, duygularınıza uygun olanları sizlere bırakıyorum.
TANIYORUZ, BİLİYORUZ, GÖRÜYORUZ!
Tanıdığın, tanınmıyor gibi davranıyor.
Bildiğin, bilinmiyor gibi davranıyor.
Hissettiğin, hissedilmiyor gibi davranıyor.
Gördüğün, görülmüyor gibi davranıyor.
Duyduğun, duyulmuyor gibi davranıyor.
Hayalet karakter sanıyorlar kendilerini...
Oysa etiyle kemiğiyle, ruhuyla bedeniyle apaçık ortadalar.
Aslında her halleriyle "İşte buradayım!" diyorlar.
Peki, neden böyleler?
Ezikliklerini unutturmak, menfaatlerine ulaşmak için mi?
Yoksa biraz şizofren, biraz paranoyak hallerini perdelemek için mi?
Bir gün, delinin biri şöyle demiş:
"Rol yaptım karşılarında..."
Sanki şu fani dünyada herkes rolünü oynamıyormuşçasına delirmiş bunlar...
2 Ocak 2025
EKSİK OLMA
Sevdiğimiz insanların varlığına teşekkür ederken "Eksik olma" deriz.
Yani, "Varlığın güzel, anlamlı ve her daim yanımda ol" manasında, sıcacık bir ifadedir bu.
Ama bazen hayatta öyle vefasızlıklar, öyle nankörlükler yaşarsınız ki, gidenin eksikliği aranmaz; üstelik yokluğuna şükredersiniz.
Hani derler ya: "Her insan huzur verir; kimi gelince, kimi gidince..."
Varlığı huzur veren insan, gönülde dost makamındadır.
Gidince huzur veren ise, rolünde tıkanan ve final sahnesini oynayıp giden biridir.
Bizim de "gelince" huzur veren çoklarımız, "gidince" huzur veren fazlalıklarımız oldu.
Hayatımızda yer edinenler—artanlar ve eksilenler—bizim için hep birer tecrübe oldu.
Eğer gönlüne dokunduğun "elini", yolunu açtığın "yolunu" inkâr ediyorsa,
belki de bu, karşı tarafın sana dair içten içe "Eksik ol" temennisidir.
Umarım herkes bu dünyada temennisini yaşar.
Hasleti tüketene, erdemi yitirene, vefayı unutana fazla söz, kelamın israfıdır.
"Eksik olma" dediğimiz dostlara selam olsun...
10 Ocak 2025
EY DOSTUM !
AZ’IMIZ “ÖZ” OLSUN...
“Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da buğzunu ölçülü yap, günün birinde dostun olabilir.”
Dostunla ve düşmanınla ilişkini belirlemeye yahut mesafeni korumaya dair ne kadar bilgece bir söz değil mi?
Bu sözün sahibi, müminlere yaşam vazifesi olarak her sözü ve davranışı imanla ve inançla takip edilmesi Yaradan tarafından emredilen yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir.
Bu yüce söz, bize dostluk ve düşmanlık gibi duygusal bağların nasıl yönetilmesi gerektiğini öğretiyor. Dostluklarda bile aşırıya kaçmamamızı, mert düşmanlara karşı da ölçülü olmamızı tavsiye ediyor. Çünkü hayatın akışında bazen dost görünümler değişebilir, mert düşmanlıklar da dostluğa dönüşebilir. İnsanlara olan sevgimizde ve nefretimizde ölçülü olmanın, yaşamımızda yer alan önemli bir sınav olduğunu dönem dönem hepimiz tecrübeyle sabitlemedik mi?
Çoğu zaman sözde dost bildiklerimizin namertliklerine, düşman bildiklerimizin mertliğine şahit olmadık mı?
Gönlümüzde kıymetle yer edinen öyle dostlarımız oldu ki, başladığı noktadan çizgisini zerre bozmadı. Yeri geldi yanımızda dağ gibi sağlam durdu, yeri geldi gökyüzü gibi gönlümüzü kapladı. Onların hakkı hiçbir zaman ödenmez… Onlarla hep “az” idik lakin hep “öz” olduk…
Öyle mert düşmanlar da tanıdık ki, adamlığı ve gönlünün güzelliği sayesinde bu dostlarımızın yanında en güzide yerlerini aldılar.
Heyhat!
Öyle zamanlarda çok iyi anladım ki asıl yük namert dosttur. Mert düşman bildiklerim ise hayat kitabımda dostluğun tarifini yeniden yazmak ve kaderine yeni bir sayfa eklenmesi için bekleyenlermiş.
Kendisi için savaştığım namertlik etti, kendisine savaş açtığım mertlik gösterdi. Ne garip dünya değil mi?
Ötelerden gelen kadirşinaslığı, en yakınından görememek ne kadar acı…
Ben yaşayarak öğrendim. Yaşattılar, öğrettiler…
Gerçek dostu-düşmanı sana en iyi gösteren bazı zor anlar vardır. Çok ince bir noktadır o anlar… İşte hafızan o anlarda yaşananları şerit gibi gözünün önünden geçirir. Dost kim o zaman anlarsın.
Bu haller için “Dost ise düşünme, yol ver; dost değilse bekletme, yol ver.” diye boşa demediler herhalde… Artık iki taraflı “yol verme” zamanıdır.
Az’ımız öz olsun, o bize yeter!
23 Ocak 2025
AH KEŞKE DEDİKLERİM
Her insanın hayatında her zaman “Ah keşke” dediği geçmiş ve gelecek zamana seslenişleri vardır. Çoğu insan sevgilerini, özlemlerini, kızgınlıklarını, öfkelerini, hayallerini, kayıplarını, başarısızlıklarını, mutsuzluklarını, yaşadığı nankörlükleri, vefasızlıkları, gördüğü dostlukları, düşmanlıkları hep “Ah keşke’lerle” tarif eder… “Ah keşke” ifadesi bizi üzen ya da sevindiren her olay karşısında dilimizin başköşesindedir.
“Ah keşke” ifadesi kimi zaman “Zararın neresinden dönersen kar olur” , kimi zaman tam kazanç olur, kimi zaman arkasından sadece hüzünle baktığın an olur, kimi zaman da geleceğe dair umutla beklediğin gün olur.
Bizim de herkes gibi “Ah keşke hiç yapmasaydım/yapsaydım” dediklerimiz oldu…
Bizim de herkes gibi “Ah keşke hiç tanımasaydım/tanısaydım” dediklerimiz oldu…
Hepimizin geçmişimize/geleceğimize dair “Ah keşke’leri” vardır…
Şu hayatta ‘Ah keşke’lere neler sığdırdık neler…
Sığdırsak da, sığdırmasak da ömür zaten ‘Ah keşke’lerle tükenmiyor mu?
Mezarlıklar ömrünü ‘Ah keşke’lerle tüketmiş insanlarla dolu değil mi?
Yunus Emre ne güzel ifade etmiş :
“Keşke demek için bile geçtir vakit!..Geçti ömür bir âh ile! İçi dolu Eyvâh ile ...”
“Ah keşke’lere” sığınmadan ve “Ah keşke’lere” yenilmeden bu dünyada adam olmayı, öbür dünyaya adam gibi gitmeyi düşünerek yaşamak nasibimizde olsun…
Varsa mayanda, varsa ruhunda, olur elbette nasibinde…
(O insan:) “Ah, keşke, bu hayatım için (dünyadayken iyi) bir şeyler gönderseydim!” diyecektir. Yekulu ya leyteni kaddemtu li hayati. (Fecr suresi 24. Ayet)
28 Ocak 2025
AÇGÖZLÜLÜK SOLUYANLAR!
Bazıları var, “Dünya sadece benim etrafımda dönüyor” sanıyor...
Bu modeller, dünyada milyarlarca insan varken, hayata hep “Ben ve diğerleri” penceresinden bakıyor. Sanki bu dünyada yaşayan tek canlı onlar ve sadece onların ihtiyaçları, zevkleri, hevesleri, duyguları, düşünceleri var...
Başkasının bunları yaşamaya hakkı yok; hakkı olmayı bırak, onlara göre başkası yok... Gözlerinde sadece kendilerini görüyorlar... Kulakları sadece kendi seslerini işitiyor.
O derece narsist, o derece egoistler yani...
Tek tip bir hayata mahkûm olmuşlar, değişemeyen kalıplaşmış bir düşünceyle: Hep bana, hep bana, hep bana...
Nefes almak sanki bu dünyada sadece onlara mahsus...
“Gelin beraber nefes alalım” diye başkalarını davet ettiklerinde dahi, asıl olan hep kendi nefeslerinin genişliği olur. Çünkü başkalarının nefesleri, onların yanında nefes israfı…
Onlara göre “Hava, su, toprak” ondan başkasına yar olmamalı...
Sadece ve sadece “Hava sadece benim ciğerlerime oksijen olsun, su sadece benim susuzluğumu gidersin, toprağı da sadece ben ekeyim, ben biçeyim... Velhasıl tüm yaşamsal imkânlar sadece benim önümde olsun” diyorlar...
En güzeli onların olsun, en mükemmeli onların olsun, her şey onların olsun...
Adeta açgözlülük soluyorlar...
Bu, onların yaşam felsefesi...
Bu felsefeye sahip olanlar için, başkasının yaşam hakkı umurunda mı?
Başkasının hiçbir derdinde olmazlar, hep kendi keyiflerinde olurlar...
En ihtiyaç duyulan anda yanında durmazlar, hep uzaktan bakarlar...
“Yanında duruyorum” rollerini oynarlarken dahi bakışları hep yabancıdır, davranışları hep bencillik kokan bir yabanilik barındırır.
Hiç fedakârlık yapmayı düşünmezler, hep ruhundan, emeğinden, zamanından, gücünden tüketirler…
Böyle böyle asıl kendilerini tükettiler.
Gönülden düştüler ve yavaş yavaş gözden kayboldular.
5 Şubat 2025
ZİRVE Mİ, ÇUKUR MU?
Rahmetli Galip Erdem şöyle diyordu: "Bizler davayı Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkaracaktık. Bin zahmet ve acılar çekerek tırmandık. Zirvede sevincimiz sonsuzdu. Ama bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi dağın zirvesine çıkartmıştık."
Galip Erdem'in bu sözleri, idealizm ve kişisel hırs arasındaki o ince çizgiyi anımsatıyor. Bu çizgide mücadele edenlere, anlayanlara ne mutlu…
"Allah dostu, gönül ve dava adamı" diyebileceğimiz Galip Erdem’in tüm kitaplarını okudum. Onun aramızdan ayrılışından sonra, dava adamlığını ve yaşamından kesitlerini anlatan kitapları zaman buldukça okumaya devam ediyorum. Okudukça, onun ne kadar erdem, fazilet, ahlak, fedakârlık, incelik, hoşgörü, vefa ve hamiyet gibi değerlerle anıldığını görüyorum.
Çünkü bir hayatın kesitleri, bir insanın gerçek kimliğidir…
Onun hayatını okudukça, günümüzde Ağrı Dağı'nın zirvesindeymiş gibi poz verenlere bakıyorum.
Onlara sadece acıyorum…
Zirveyi bırak, çukurda olanlar öyle pozlar veriyor ki, insan şaşırıp kalıyor.
Kendi hallerine bakmadan, nefsinin zirvesinde olanlar her açıdan poz veriyorlar; Sağdan çek, soldan çek, karşıdan çek…
Aman oyun bozulmasın, çek pozumuzu evladım, çek!"
"Dava" nutukları atarken, süslü cümleler kurarken, edebiyat parçalarken “Dava” kelime olarak ne güzel bir aksesuar, değil mi? Peki ya davayı içtenlikle, samimiyetle yaşamak?
İşte o zaman hepimiz duygu ve düşünce olarak kötürüm oluyoruz. Ateşli bir şekilde "Kutsal davamız" diye başlayan cümlelerle kişisel yükseliş peşinde koşanlar ne kadar çok çoğaldı, değil mi?
İhtiraslarımız zirveye ulaşırken, nefsimizin dizginlenemeyen arzuları, dünyevi hırslar her daim savaş halinde…
Hep “daha çok, daha çok” temennisinde nefisler…
Korsan bir şekilde “Etiketlendirilmiş, sıfatlandırılmış” devşirmelerin kurduğu düzenin çarkları dönüyor.
En gürültülü bağıranlar, kişisel menfaatleri için her şeyini satacak olanlardan oluşuyor.
Onlar sarmış her yanımızı…
Yusuf Has Hacip'in dediği gibi, "Helalin adı kaldı, onu gören yok. Haram kapışıldı, hâlâ doyan yok."
Gerçek dava adamları, böyle bir zirveye ulaşmanın sevinciyle değil, davayı yaşatmanın ve yüceltmenin zirvesi için çalışır.
Zirveye çıkan varsa da, helalin adıyla, davayla bütünleşerek çıksınlar.
İşte bunu başarabilenler, gerçek hazinedir; onların izinden gidilir, özlerinde buluşulur, her daim ışıkları gönlümüzü aydınlatır.
Zirveden zirveye ne büyük fark var, değil mi?
Dava bir hesaplaşmadır. İnsanın dünya ve kendisiyle hesaplaşması… Gece-gündüz kendi nefsin için hesap yapmak değildir asla…
Orası Ağrı Dağı'nın zirvesi değil…
İn oradan, in...
Sen çukurda kıvranıyorsun...
Çık oradan, çık…
Mensubu olduğumuz dava çok büyük; dava maskesini takarak menfaat kovalayan küçük olanlar asla heveslerini kırmasın, inançlarınızı yaralamasın, güveninizi sarsmasın. Büyük davası ve kutsallara sorumlulukları olanlar, küçük dertlerde asla boğulmaz.
Gün geldiğinde zirvede kimin olduğu, çukurda kimin olduğu çok net görülecektir. Ne mutlu davasını dağın eteklerinde unutmayanlara…
10 Şubat 2025
SINAVDA ŞEYTANA YENİLENLER
Bir kişi, sosyal medyada paylaştığı videoda, sosyal hayata ve yaşamın getirdiği sınavlara dair şu dersi veriyordu:
"Belki şu ana kadar katil olmadım ama beni katil olmaya zorlayan bir sınavdan geçmedim. Hırsız olmadım ama hırsız olmamı kolaylaştıracak bir imtihanla karşılaşmadım. Bu yüzden, başkalarının kaybettiği sınavları gördüğünde hemen kınama. Çünkü onun düştüğü sınavı sen henüz yaşamadın. Onu kaybettiren nefis, sende de var. Senin o sınavı kaybetmemenin tek sebebi, henüz böyle bir sınavla karşılaşmamış olmandır."
Allah, bizleri karşılaştığımız her sınavdan alnımızın akıyla çıkmayı nasip etsin ve bizi şeytanın zaferine ortak eylemesin...
Elbette sadece katillik ya da hırsızlık bu dünyanın bir sınavı değildir. Hayatta sayısız sınav vardır. Doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar pek çok imtihanla karşılaşırız. Kimi zenginlikle, kimi fakirlikle; kimi güçle, kimi makamla; kimi çaresizlikle, kimi kalbiyle; kimi gözüyle, kimi diliyle, kimi de nefsine esir düşmekle sınanır. Nice insanları görüyoruz: Kimi sınavını başarıyla geçiyor, kimi ise yenik düşüyor. Benim, senin, sizin, hepimizin kaldığı ya da geçtiği sınavlar olmadı mı? Bir sınavdan geçtiysen, diğerinden kalmadın mı?
Taptuk Emre’nin hayatının anlatıldığı dizide, rolünü oynayan kişi şöyle sesleniyordu:
"Çürür mü insan?
Çürür elbet.
Hırs çürütür.
Her şeyin hırsı var:
Para hırsı,
İktidar hırsı,
Kadın hırsı,
Makam hırsı,
Post hırsı,
Dost hırsı...
İnsan denen bu varlık,
Nefs sahibidir.
Nefs: İnsanın hırslarının toplamıdır."
İşte sana, hayatta sınav olabileceklerin bir özeti…
İlk tanıştığımızda davranışlarına, yaşantısına bakarak "Bu adam kesin cennetten gelmiştir" dediğimiz, yanında oturduğumuzda huzur bulduğumuz, en hayırlı düşüncelerimize muhatap ettiğimiz insanlar bile bu sınavlar karşısında öyle savruldular ki… Şimdi çoğu tanınmaz hâlde. En çok vefadan, sadakatten, helalden, dürüstlükten bahsedenler, ilk sınavlarında işte bu değerleri ve erdemleri kaybedenler oldu.
Neler gördük, neler…
"Bu vefanı kıyamete kadar unutmam." diyenlerin, ilk makam ve güç sınavında gerçek yüzlerini nasıl gösterdiklerini… Çünkü gücün ve makamın yarattığı kibir, önce kalbi sonra gözleri karartıyor. Belki de zaten oturmuş karakterleri buydu, sadece herkes rolünü çok güzel oynuyordu… O an için fark edemedik…
Bu tür sınavlar bir tek dışarıdan görülenlerle değil, insanın içindeki nefisle, dizginlenemeyen arzularla ve hesaplarla da ilgilidir. O içindekini de en çok şeytan takip ediyor ve fırsatını arıyor. Şeytana kendini kaptırırsan, sınavlardaki yenilgiler de sırasıyla öyle başlıyor. Önemli olan ise hangi sınavla karşılaşırsak karşılaşalım, ahlakımızı, vicdanımızı, dostluklarımızı, vefamızı, sadakatimizi koruyarak o sınavdan geçebilmektir. Şeytanı dost etmen, ahlaksız adamı düzeltmeden sahip çıkman, ona yol açman seni vefalı ve dost canlısı değil yapsa yapsa suç ortağı yapar.
Al sana bir sınav hali daha…
Hayatın sınavlarında yenilenler, şeytanınız bol olsun; yenilmeyenler, size de selam olsun…
28 Şubat 2025
SUSTUM!
Eskiden üzmemek için pek konuşmazdım; şimdi ise kendimi ruhen korumak ve üzülmemek için sadece susuyorum.
Gördüğünüz, duyduğunuz size kalsın diyorum.
Eğer gözlerinle tanık oldukların, kulaklarınla işittiklerin bedenine ağırlık, gönlüne pranga vuruyorsa ve bu haletiruhiyen karşıya yansımıyorsa, sus.
Ah dost görünümlüler, ah!
Dört yanım puşt zulasıyla kuşatılmış, sırtımdaki hançer yaraları kanayıp dururken…
O halde sen sus; bırak, hesapçılara, fırsatçılara, konum avcılarına, sinyalcilere karşı sessizlik konuşsun. Zaten bu sessizliğin ardında büyük bir fırtına var. Belki sana, belki bana…
3 Mart 2025
YENİLGİMİZ KUTLU OLSUN!
Kimse bana ne çok yakın ne de çok uzak…
Yakınlığı ve uzaklığı yalnızca gönlümdeki sınav belirler.
Ve o sınavı geçenler az, kaybedenler çok…
Her kaybedişin ardından “Yenilgimiz kutlu olsun,” dedik.
Yenildikçe eksildik. Eksildikçe azaldık. Azaldıkça öz kaldık.
Parmakla sayılacak kadar… Sen, ben, o…
Ve o sayılabilenler, uzağı yakın edenler, bende “ben” oldular.
“Beni” birleştirip “biz” yaptılar.
Molla Cami ne güzel söylemiş:
“Seni içine yaklaştıran az, seni uzağa atan çoktan iyidir.”
Bizim için asıl zafer, o azda öz olmaktı…
Peki ya siz?
Kendi ikbal kavganız bitmedi mi hâlâ?
Daha sizi ne doyurur ki?
O, onu beğenmiyor… O, bunu küçümsüyor…
Sorsan, hepsi de haklı!
Ne uğruna?
Makamın, paranın, sıfatların bitmeyen yarışı uğruna…
Siz yarışıyorsunuz.
Biz, sadece izliyoruz…
10 Mart 2025
“NE’M KALDI, NE’M KALDI?”
Artık bir kuyumcu terazisinin hassasiyetinde, her olay karşısında buluttan nem kapıyorum. Belki de bu yüzden, gönlümüzün fonunda sürekli “Ne’m kaldı, ne’m kaldı?” türküsü çalıyor.
Ben, kendi dünyamda zaten kendime bir yük iken, bir de nankör, vefasız, ikiyüzlü diyalogların ağırlığını taşımaya hiç ihtiyaç duymuyorum.
Ruhundaki kirli okyanusa bakmadan, masmavi ve berrak sular üzerine nutuk atanları, toplum adına olduğu kadar kendime de en büyük yük sayıyorum. Onları hayatımdan kimi zaman kökünden söküyor, kimi zaman dalından kırıp atıyorum.
Ancak, “Dost doğru olur, dosdoğru olur” sınavından geçmiş olanları, yükü dünya ağırlığında bile olsa başımda taşıyor, gönlümün köşkünde ağırlıyorum. O yüzden vicdanım rahat, o yüzden gönlümde huzuru yaşıyorum.
Çoğu zaman hayata, hepimiz Fuzuli’nin şu dizeleriyle bakıyoruz:
“Dost vefasız, dünya acımasız, dönem huzursuz, dert çok, dert paylaşan yok, düşman güçlü, talih esir/güçsüz.”
Ama biz, şartlar ne olursa olsun sınavından geçmiş olanları başımızda taşımaya, gönlümüzde ağırlamaya her zaman devam ediyoruz.
Bir de son dönemde, sadakat oyunu oynayanlardan, vefa nutukları atanlardan, “Ben daha çok seviyorum” fonunda paylaşım yapanlardan nem kapmaya başladım…
Dünya malını fazlaca biriktirenler, artık işi tiyatroya çevirdi.
Bilindik adamların tiyatro sahnesi de artık hiç çekilmiyor.
Birbirine benzeyenlerin, ‘Yolunda A.Ş.’ adamların menfaat ve gelecek savaşında, biz de Atsız’ın dediği gibi: ‘Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum.’ diyerek perdeyi indiriyoruz.
“Ne’m kaldı, ne’m kaldı?” Muhasebesini zamana bırakınca “ne’m kaldığını” daha net anlayacağız…
Ama yüreğimde artık çoğunun kalmadığı bir gerçek…
18 Mart 2025