Dr. Erhan Türbedar ile söyleşi... Balkan Savaşı ve tarihten çıkarılacak dersler: Osmanlı Devleti, Balkanlar'ı nasıl kaybetti? (4)
Balkan devletleri Osmanlı’ya karşı savaş ilan ederken hızlı bir şekilde anlaşmaya varabilmişlerdi; ancak savaşın nerede durması gerektiği hususunda anlaşamadılar. Daha çok toprak elde etmenin daha iyi olduğu düşüncesindeki Balkan devletleri âdeta Orta Çağ’da kurdukları geniş devletlerinin sınırlarına yeniden ulaşmaya çalışıyordu. Bu şartlarda Osmanlı Devleti’nin terk ettiği geniş toprakların paylaşılmasında Balkanlı müttefikler arasında bir anlaşmazlığın ortaya çıkması kaçınılmazdı.
II. BALKAN SAVAŞI
Sırbistan ve Yunanistan, aralarındaki toprak paylaşımını müzakere yoluyla hâlletmeye çalışırken payına düşenden daha fazlası üzerinde ısrar eden Bulgaristan 16 Haziran 1913’te Makedonya’daki Sırp ve Yunan işgal bölgelerine saldırmıştır. Buna cevaben Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın Romanya’nın da desteğiyle Bulgaristan’a savaş ilan etmeleriyle İkinci Balkan Savaşı fiilen başlamıştır. Bulgaristan ordusu Sırbistan ve Yunanistan’a karşı ilk başlarda bazı başarılar elde etse de bir süre sonra geri çekilmek zorunda kalmıştır. Birinci Balkan Savaşı’nda ağır toprak kayıpları yaşayan Osmanlı Devleti ile tarafsız kalmış olan Romanya da bu fırsattan yararlanarak Bulgaristan’a saldırmıştır.
10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile İkinci Balkan Savaşı sona ermiştir. Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı’nda kaybettiği Doğu Trakya’yı (Edirne ve Kırklareli) geri alırken Romanya Dobruca bölgesinin güneyini topraklarına katmıştır. İkinci Balkan Savaşı’nın mağlubu Bulgaristan ise Doğu ve Batı Trakya bölgeleri ile Makedonya’da elde etmiş olduğu bazı kazanımları yitirmiştir. Yine de, Birinci Balkan Savaşı’ndaki kazancı İkinci Balkan Savaşı’ndaki kaybından daha büyük olduğu için, Bulgaristan bu savaşlardan genişleyerek çıkmıştır. Balkan Savaşları’nda topraklarını en çok genişletmeyi başaranlar ise Sırbistan ve Yunanistan olmuştur.
200 yıl önce Mora’da, Türk oldukları için kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce insanı katletmeyi göze alan güçlerin, şüphesiz bugün de aynı zihniyette oldukları unutulmamalıdır. Bu zihniyetin günümüzde de Türklüğün karşısında her türlü komplo ve provokatif eyleme başvurabileceği bilinmelidir. Ülkemizdeki huzuru bozmak ve bir kargaşa yaratmak isteyen muzır odakların engellenebilmesi için devletin güçlü ve dirlik içerisinde olması gerekmektedir.
BÜKREŞ ANTLAŞMASI
Bükreş Antlaşması’nın hükümleri gereğince Boşnakların yoğun olarak yaşadığı Sancak bölgesi, yaklaşık 523 yıllık Osmanlı hâkimiyetinden sonra Sırbistan ve Karadağ arasında paylaşılmış, Kosova’nın tamamı ise Sırbistan’a bırakılmıştır. Antlaşmayla 66.867 km2 büyüklüğünde olan Osmanlı Makedonyası da üçe taksim edilmiştir. Yunanistan Ege Makedonyası’nı (%51), Sırbistan Vardar Makedonyası’nı (%38), Bulgaristan ise Pirin Makedonyası’nı (%11) topraklarına katmıştır.
Balkan Savaşları’nda Osmanlı Devleti sadece ağır bir toprak kaybı yaşamamış, bu savaşlar, Balkanlar’daki Türk ve Müslümanlar üzerinde büyük bir kıyımın yaşanmasına da yol açmıştır. Savaş sırasında Müslüman nüfusun katledildiği, göçe zorlandığı ve mallarının talan edildiği çok sayıda olay yaşanmıştır. Birinci Balkan Savaşı’nda Müslümanlara yapılanlar sebebiyle savaş suçları uluslararası bir tartışma konusu hâline gelmiştir. 1914’te Carnegie Vakfı’nın kurduğu bir uluslararası soruşturma komisyonunun hazırladığı raporda, Balkan Savaşları sırasında Müslümanlara uygulanan mezalimin sistemli bir politikanın ürünü olduğu sonucuna varılmış, Müslümanların ev ile köylerinin yakıldığı ve sivillerin katledildiği ortaya konmuştur. 1912’nin sonbaharında Kievskaya Mysl isimli gazeteye muhabirlik yapmak üzere Balkanlar’a gönderilen Rus Marksist teorisyen Lev Troçki de Müslümanların amansızca öldürüldüklerine, Müslüman köylerinin yakıldığına, Müslümanlara ait değerli eşyaların yağmalandığına şahitlik etmiştir. Troçki’ye göre Müslümanlara yapılanlar münferit olaylar değil, ulusal politikaların belirlediği sistemli eylemlerdi. Tarihçi Justin McCarthy’in verilerine göre Balkan Savaşları’nda 632.408 Müslüman öldürülmüş, 812.771’i ise Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır.
DEĞERLENDİRME
1683 yılında gerçekleştirilen İkinci Viyana Kuşatması’nı başarıya ulaştıramayan, hatta bozguna uğrayan Osmanlı ordusunun yenilebilir olduğu gerçeği tüm Avrupalı güçleri umutlandırmış ve ittifak kurmaya teşvik etmiştir. Kurulan Kutsal İttifak karşısında Osmanlı Devleti hızlı ve büyük yenilgilerle geri çekilmeye mecbur kalmıştır. Orta Avrupa’dan itilen Osmanlı’nın yıkılması için en büyük eşik Balkanlar olarak kabul görmüştür. Bu nedenle Avusturya ve Rusya’nın Balkanlara ilgisi artmıştır.
Osmanlı’nın yenilebilir olduğu düşüncesi ortaya çıktıktan sonra Avrupalı ülkelerin Osmanlı’nın zayıflamasını derinleştirmek için her türlü komplo ve iş birliğine başvurdukları görülmüştür. Özellikle Rusya’nın sıcak denizlere inme hayaline hiç olmadığı kadar yaklaştığı; bu nedenle Osmanlı’ya yönelik her türlü provokatif eylem ve komplolara başvurduğu anlaşılmaktadır. Rusya’nın, Balkanlar’daki Ortodoks halkları Osmanlı’ya karşı kışkırtması da bunun bir göstergesidir.
Fransız İhtilali sonucunda dünyaya yayılan milliyetçilik rüzgârının da etkisiyle Balkanlardaki etnik gruplar, Batılı aktörler ve Rusya tarafından Osmanlı aleyhine kışkırtılmıştır. Türkleri Avrupa’dan kovmak isteyen Avrupalı aktörler ve sıcak denizlere inmek isteyen Rusya, Balkanlardaki etnik grupları ayaklanmaları için açıkça teşvik etmiştir.
Ayaklanmalara genel olarak bakıldığında farklılıklar ve benzerlikler görmek mümkün olacaktır.
- Sırp isyanında idari yanlışlıklar ve güç boşluğu etkili olmuştur. Zira Hanedan değişikliğini amaçlayan Vidin Paşası Pazvandoğlu Osman, 1795 yılında III. Selim’e karşı bağımsızlığını ilan ederek Balkanlar’da ayaklanma çıkartmış; bu hareket sırasında Sırplara zulmedilince Sırplar da bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir.
- Hersek isyanında halkta etnik ve dini ayrışmanın/kutuplaşmanın etkili olduğu görülmektedir. Nitekim Hersek’te Hristiyan nüfus, idarecilerin kendilerine zulüm yaptığı bahanesiyle, Rusların da kışkırtması ile 1861’de isyan başlatmıştır.
- Bulgar isyanının da Hristiyan Bulgarların tüm çekincelerine rağmen Balkanlar’daki bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle bir isyan başlatmaları mümkün olmuştur.
- Yunan/Rum isyanının ise açık bir şekilde etnik ve dini boyutlarının olduğu görülmektedir. 22 Nisan’da 200. yılı olacak olan Mora isyanının, hazırlık süresi ve çalışmaları bakımından sıradan bir isyan/kalkışma olmadığı, aksine tam bir bağımsızlık hareketi olduğu ve bu yönüyle de Osmanlı tarihinin en dikkat çekici isyanı olma özelliğini taşıdığı bilinmektedir. Bu isyanda Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın açık ve örtülü desteği olduğu göz ardı edilmemelidir. Ayrıca bu isyan, Rumların bütün Mora’daki Türkleri ve Yahudileri hunharca katlettiği bir katliamdır.
Bu isyanların temelinde yer alan en önemli faktör bölgede baş gösteren güç boşluğudur. Osmanlı Devleti’nin kötüleşen durumu ve buna bağlı olarak gelişen idarecilerin keyfi uygulamaları, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma gibi devlet ciddiyetine zarar veren durumlar, bölgede bir güç boşluğu oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca merkezin taşradaki nüfuzunda ciddi bir zayıflama yaşanmıştır. Bunu fırsata çevirmek isteyen etnik ve dini öğretilerle örgütlenmiş asiler, Osmanlı Devleti’ne başkaldırmaya cüret edebilmişlerdir. Bölgedeki idarecilerin yanı sıra askeri yapıdaki bozulma, ciddiyetsizlik ve disiplinden yoksun askeri yetkililerin adil olmayan ve zalimce uygulamaları da isyan hareketlerini tetikleyen unsurlardandır.
Bölgedeki idari yapıda yaşanan bozulma ve askeri sistemdeki dezenformasyon, isyancıların bazı Osmanlı karşıtı Türkleri de kandırmasında etkili olmuştur. Bu nedenle söz konusu isyanların hemen hepsinde az sayıda da olsa Osmanlı karşıtı Türklerin de dâhlinin olduğu bilinmektedir.
DEMOGRAFİK YAPI BOZULDU
İsyanlar sırasında Türk, Müslüman veya Yahudilerin katledilmesi, açık bir şekilde bölgenin demografik yapısı ile oynandığını göstermektedir. Nitekim 1821’de Mora’da yaşanan katliamın benzeri yaklaşık 100 yıl sonra, 1912’de Batı Trakya’da yeniden yaşanmıştır. Bu türden gelişmeler sadece Yunan sahasında değil, tüm Balkanlar’da yaşanmıştır. Bu sistematik katliamlar ve yıldırma politikaları sonucunda bölgedeki Türklerin tamamen yok edilmesi, daha homojen bir demografik yapıda olması ve Ortodoks Hristiyan uluslar yaratılması hedeflenmiştir.
Osmanlı Devleti’nin güçlü ve ihtişamlı olduğu dönemlerde Balkanlar’da bir huzur olduğu; buna karşın Osmanlı’nın yenilebilir olduğunun anlaşılmasıyla bölgede fitne ve kargaşanın baş gösterdiği ve huzurun kaybolduğu görülmektedir.
Balkanlar’da yükselen ulusal milliyetçilikler ile birlikte yüzyıllarca muhafaza edilen ortak Hristiyan kimliği ve dayanışması darbe almış, yerine çıkar çatışması ortaya çıkmıştır. Bu çatışma Balkan Savaşları’na neden olacak ve nihayetinde Balkan uluslarının birbirilerine karşı savaşmalarına yol açacaktır. Böylece Osmanlı idaresinden ayrılan Balkanlar’ın bir daha huzur bulamayacağı uzun bir dönem başlamıştır: Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nın ağır etkilerinden sonra da Soğuk Savaş’ın getirdiği rekabetçi hava ile iç savaşlar, katliamlar ve soykırımlar yaşanmıştır.
Balkanlar’a ilişkin dikkat çekici hususlardan birisi de 18. ve 19. yüzyıllarda olduğu gibi 21. yüzyılda da Balkanlar’ın dış müdahalelere açık olduğu gerçeğidir. Zira asırlar önce Rusya, Fransa ve İngiltere’nin etkisine ve yönlendirmesine açık olan coğrafya bugün Rusya, AB, ABD ve Çin’in etkisi altındadır. Bu nedenle milli güvenliğimiz açısından Türkiye’nin Balkanlar’ı önemsemesi ve bunun yanı sıra bölgedeki siyasi, ekonomik ve kültürel faaliyetlerini sürdürmesi gerekmektedir.
Payına düşenden daha fazlası üzerinde ısrar eden Bulgaristan, 16 Haziran 1913’te Makedonya’daki Sırp ve Yunan işgal bölgelerine saldırmıştır. Buna cevaben Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın Romanya’nın da desteğiyle Bulgaristan’a savaş ilan etmeleriyle İkinci Balkan Savaşı fiilen başlamıştır. Bulgaristan ordusu Sırbistan ve Yunanistan’a karşı ilk başlarda bazı başarılar elde etse de bir süre sonra geri çekilmek zorunda kalmıştır.
TARİHTEN DERSLER
Balkanlar, Türk milletinin ve devletinin ders çıkarması gereken bir tarihi derinliğe sahiptir. Zira Türkleri Avrupa’dan atmak isteyen Batılı güçlerin bugün de aynı emellerin savunucusu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Anadolu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu bilinçle korunması gerektiğinin farkında olunmalı, tüm gelişmeler bu perspektif unutulmadan değerlendirilmelidir.
200 yıl önce Mora’da, Türk oldukları için kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce insanı katletmeyi göze alan güçlerin, şüphesiz bugün de aynı zihniyette oldukları unutulmamalıdır. Bu zihniyetin günümüzde de Türklüğün karşısında her türlü komplo ve provokatif eyleme başvurabileceği bilinmelidir. Ülkemizdeki huzuru bozmak ve bir kargaşa yaratmak isteyen muzır odakların engellenebilmesi için devletin güçlü ve dirlik içerisinde olması gerekmektedir. Bu nedenle muhalefetin, haksız ve acımasız ithamları ile Türk milletindeki kutuplaşmayı derinleştirmesi oldukça tehlikelidir. Türk milletinin 200 yıl önce Mora’da ve tüm Balkanlar’da olduğu gibi gafil avlanmaması ve komplo ve kışkırtmalara gelmemesi için yabancı odakların gayelerini güden, her sıkıntıdan bir kriz çıkarma gayretinde olan ve sokak hareketlerinden medet uman muhalefetin aklını başına alması gerekmektedir.
-BİTTİ-