Cumhurbaşkanı
Ona doğru koşan çocuğa önce tebessüm etti, yanaklarını okşadı, ceketinin cebinden bir mendil çıkararak, tebessümünü bozmadan çocuğun burnunu kendi mendiliyle silerek, tekrar cebine koydu. O bir cumhurbaşkanıydı. Sadeliğinden asla taviz vermeyen, halkın adamı ve halktan biri olan bir cumhurbaşkanı. Akıllara gelen çok seçeneğimiz yok zaten. Bu elbette ki Elçibey’den başkası olamazdı…
Siyaset, ideoloji olayına girmeden bir insan anlatacağım. Aslında yaşananları ve anlatılanları aktaracağım. Farklı bir cumhurbaşkanının hayatından birkaç kesit.
Beraber büyüdüğü Humar Ahmetova’nın anlattığıdır: Elçibey’le bir evde büyüdüğüm için onu kendime büyük kardeş sayardım. Dışarıdan gören çoğu kimse, bizi öz bacı- kardeş sanırdı. Köye konuk gelen dostlarını bey çoğu zaman benim evimde karşılıyor ve uğurluyordu. Cumhurbaşkanı olduğunda da bir yakın akrabası olarak sık sık gidip onun yanında kalıyordum. Bey’in ailesi, abisinin evinde onun ailesiyle beraber çok sıkışık bir durumda yaşıyordu. Bir gün ona çok yumuşak bir tarzda, ama çekine çekine "Kardeş, iki aile için bir yerde yaşamak çok zordur. Kızın derslerini hazırlamakta zorluk çekiyor. Senin ailen için de bir ev olsaydı iyi olurdu" dedim. Yüzü ekşimişti, bana bakarak tane tane şunları söyledi : "Öyle zamanlar oluyor ki, öyle bir yere 30 kişi sığıyor. Peki, şimdi nasıl olur da ben cumhurbaşkanıyım diye biz yere göğe sığmayalım? Bugün 5 çocuklu kaçkın anayı kabul ettikten sonra hâlâ kendime gelemedim. Onun çocukları çadırda yaşıyor. Ondan başka, çadırlarda yüz binden fazla kaçkın çocuğu var. Onlar yerden mi çıktı? Benim çocuklarımın neyi onlardan fazladır?"
Şoförü Halil Gani’nin anlattığıdır: "Kıştı, akşam Bey’i eve götürüyordum. Yolda bir kişi el salladı. Bey, arabayı durdurdu. Bu adam kendisini adresine götürmemizi rica etti. Bey, onun görme engelli olduğunu görüp otur dedi. Ben Bey’e onu taksiyle göndermeyi teklif ettim, ancak o razı olmadı. Yol boyunca misafirimiz, ona şimdiye kadar arka çıkmış birinin vefatından, kimsesiz, yardımsız kaldığından, bundan sonra nasıl yaşayacağı konusunda dertlerinden bahsederek ağlıyordu. Ben aynadan Bey’in gözlerine baktım. Keder, düşünce, fikir… Denilen adrese geldik. Bey’in söylediği gibi misafirimizin koluna girerek, evine gitmesine yardım ettim. Geri döndükten sonra yola koyulduk. Bey: "Halil, ben sağ oldukça ona yardım edeceğim. Bir gün ben bu dünyadan gidersem ve sen bu adama sahip çıkmazsan insan değilsin. Ancak bunu kimin yaptığını onun asla bilmemesi lazım" dedi . Bu adama çeşitli yardımlar Bey hastalanana kadar devam etti. Hastalık başladığındaysa huzursuzluk, üzüntüden dolayı o adamdan uzak kaldım. Bey’in cenazesinden sonra imkân bulup ona gittim. Gerekli olan malzemeleri ve ihsan aşını da ( bir kişinin vefatından sonra dağıtılan yemek) götürdüm. Zaman zaman hayırlı işler olduğunda düğün yemeğinden de ona ayırtıp, götürürdüm. Tabii ki, düğünde pişen pilavla, ihsan pilavı farklı oluyor. Adam yemekten bir iki kaşık aldıktan sonra durdu ve sordu: "Oğul, bu kimin ihsanıdır?" Beni ağlama tuttu. Hemen balkona koştum, güya sigara içiyordum. O döne döne "Oğul, buraya gel, cevap ver bakayım" diye inat ediyordu. Israrını ve heyecanını görüp ona daha fazla azap vermemek için gözyaşları içinde "Bu dokuz yıl, senin her ihtiyacını ödeyen şahsın ihsanıdır" dedim.
Seni özledik cumhurbaşkanım! Allah sana rahmet eylesin Elçibey’im!