22 Kasım 2024
weather
14°
Twitter
Facebook
Instagram

Bir Özbek ressamla bağımsızlık üzerine 3: Bağımsızlık, devlet dili ne demekti?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

O zamanlar bizden yaşça büyük olan sınıfların peşlerine takılırdık. Onlara genç milliyetçiler diyorlardı. Müslümanlığı ve milli gayeleri savunurlardı. Çok iyi hatırlıyorum, Taşkent Meydanı’nda büyük bir miting düzenlenmişti. Biz küçük olduğumuzdan bağımsızlık nedir, Özbekistan devlet dili ve bu dilde eğitim almanın ne demek olduğunu bilmiyorduk. Ama genç milliyetçilerin her yaptığı beni ve akranlarımı çok etkiliyordu. Sorularımıza cevaplar arıyorduk. Müzelere, kütüphanelere gittik, ansiklopedileri inceledik fakat hiçbir şey bulamadık. Çok sonradan ‘Türkistan bizim evimiz’ yazılı pankartlar görmeye başladım. Türk kelimesi gitgide çoğalıyordu insanların dilinde. Türkistan demek Türk demekti. O dönem ‘Çalıkuşu’ dizisini izlediğimde Feride’nin Türkçe konuştuğunu duyuyordum televizyondan. Çalıkuşu›ndaki Feride›ye o kadar çok âşıktım ki Türkçe ile aynı kökten gelen bir dile sahip olduğum için çok mutluydum. Ana dilimizin bir olması ve bu yaşadığım sevinci kelimelere dökmek benim için imkânsız, aynı duyguları anlatırken hâlâ yaşıyorum. Özbekistan bağımsız olduktan sonra liseyi bitirdim. Liseden sonra Türkiye’den öğrenci kontenjanı verildi ve bizi Türkiye’ye göndermek istediklerini söylediler. Resim eğitimi için sadece iki kişilik kontenjan vardı. Maalesef ben gidemedim. Hatta o yıl bütün üniversitelere geç kalmıştım. 17-18 yaşlarında idim. Hem annemin çalıştığı bir sanatoryumda hem de kendi işimde bir yıl boyunca çalıştım. Resimler yaptım, ormanları gezdim, dağlardaki çobanlarla görüştüm. Gezdiğim zamanlarda çok güzel resimler yaptım. Sanatoryumda bazı eserlerin Kiril alfabesinden Latin alfabesine, yani başka deyişle Rusçadan Özbekçeye çevrilmesi gerekiyor dediler. O yıl Türkiye’ye gidemediğim için içimde bir ukde kalmıştı. Ben de Taşkent’te 3 aylık Türkçe kursuna gittim. Sanatoryumun Rusça bütün kitaplarını, yazılarını hem Özbekçeye hem de Türkçeye çevirmiştim. Bazı sözlerin Rusçasını Türkçe kelime ile değiştirerek yazıyordum. Başhekimin dikkatini çekmişti, hatta bana bu hangi dil diye sorduğunda gururla Türkçe diye cevap vermiştim. Yüzündeki şaşkınlık ifadesini hâlâ unutamıyorum. Yaşadığım bölgedeki herkese Türkçenin ne kadar zarif ve ince olduğunu anlatıyordum.

Askerlik yaşım geldiğinde sağlık taramasından geçerken dosyama bakan ‘Sen ressam mısın?’ diye sordu. Evet dediğimde, çok iyi, buradaki bütün yazıları, resimleri Türkçe olarak değiştirebilir misin? sorusuna gülümseyerek ‘Evet değiştirebilirim’ dedim. Askerlikte olan bütün yazıları da Türkçeye çevirmiştim ve herkes çok şaşırmıştı. Bunların hepsi çok güzel duygulardı. Bağımsızlığı doya doya yaşıyorduk.

Özbekistan Ali Meclisinde bağımsızlık ilan edilmişti. Sonradan Özbekistan halkı referandum için davet edildi. Ben oyumu bağımsızlıktan yana kullandım. Sovyetler Birliği’nin dağılması, Özbekistan’ın tam bağımsız bir devlet olması için oyumu kullandım. Ne kadar güzel bir gün, ne kadar güzel bir anı. Asla unutmam. Annem ve babam bağımsızlığın ne demek olduğunu bilmedikleri için Sovyetler Birliği dağılmasın diye oy kullanmışlardı. Kolay değildi, hâlâ bazıları gerçekleri bilmediklerinden, bazı korkularını yenemediklerinden ve geleceğe olan umutsuzluğundan ‘hayır’ oyunu kullanmışlardı. Annem ve babam bana oyumu sorduğunda bağımsızlık için oy verdim demiştim. Neden diye sordular. Büyüklerime ‘Neden televizyon kanallarındaki hiçbir sunucu Özbekçe konuşmuyor!? Ben artık televizyonda Özbekçe duymak istiyorum’ cevabını verdiğinde annem ve babam çok şaşırmıştı.

Gençken Özbekistan’dan Gürcistan’a giderken otostop çekerdim. Araba beklerken asfalta resim yapardım. Dolunay ya da ay görürsem Allah beni izliyor zannederdim. Benim yolumu aç, güzel bir üniversite bitireyim, askerliğimi yapayım, güzel bir evlilik yapayım diye Ay’a bakarak dua ederdim. Yurt dışına gideyim, zengin ve güçlü büyük bir ressam olayım diye hep dua ettim. Ve en güzel üniversiteyi kazandım, Ege Üniversitesi’ni. Türkiye günlerim başlandı, öğrenci değişimi ile Türkiye’ye geldim. Daha sonradan Ankara TÖMER’de Türk dili eğitimi almaya başladım.

O zaman ki hocamız Erdoğan Hoca ‘Ne olursa olsun size Türkçeyi çok iyi öğreteceğim’ diyordu.

6 ay içinde Türkçeyi öğrenmiştik. Daha sonra sergiler açtım. Türk dünyasına ait büyük sergiler açmaya başlamıştım. Süleyman Demirel birkaç defa resim sergimin açılışını yapmıştı. Hatta tablolarımdan bazılarını satın almıştı. Tansu Çiller Hanım’ın da sergimi ziyaret edip tablolarımdan satın almışlığı var.

Türkiye’de bağımsızlığın ne kadar güzel bir şey olduğunu daha da derinden idrak ettim’’.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *