Turan mefküresinin Diyarbakırlı fikir babası Ziya Gökalp
Türk Dünyasında Birlik Fikri hususunda önde gelen isimlerden birisi Diyarbakırlı Mehmed Ziya Gökalp’tir. Devlet-i ‘Aliyye’de Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olarak bilinen Gökalp, 23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da dünyaya gelmiştir. Ziya Bey; Diyarbakır’ın soylu ailelerinden Müftüzadeler ve Pirinçzadelere mensuptur. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Diyarbakır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin şubesini kurarak başına geçen Gökalp; kültürel ve bilimsel faaliyetlerine hız vermiştir. Ziya Gökalp; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır Şubesinde hürriyet ve meşrutiyet başta olmak üzere çeşitli konularda dersler anlatmıştır. 1911 yılında Ömer Seyfettin ve Ali Canip gibi dönemin önde gelen Türk Milliyetçilerinin neşrettiği Genç Kalemler dergisinde yazmaya başlamıştır. Ünlü Turan şiiri de 1911 yılının Mart ayında bahsi geçen dergide yayınlanmıştır. 1912 yılında yapılan Meclis-i Mebusan seçimleri sonucunda Ergani milletvekili olarak meclise girmiştir. 1913 yılında Türk Yurdu dergisinde “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı makaleler dizisi yayınlanmıştır. Gökalp bu makale dizisinde bu üç akımın birbirleriyle çelişmediklerini, bilakis birbirlerini tamamladıklarını vurgulamıştır.
TUTUKLANDI
1919 yılında iktidara gelen Damat Ferit Paşa hükümeti iktidara gelir gelmez İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarını tutuklamaya başlamıştır. Ziya Gökalp de 30 Mart 1919’da tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. Diğer İttihatçılarla birlikte yargılanan Ziya Gökalp suçlu bulunmuş ve 26 Mayıs 1919 günü altmış kişi ile Malta’ya sürgüne gönderilmiştir. Malta’daki sürgün dönemi, Ankara Hükümeti ile İngilizler arasında imzalanan esirlerin mübadelesine dair anlaşma ile sonuçlanmıştır ve 19 Mayıs 1921’de İstanbul’a dönmüştür. Sonrasında memleketi Diyarbakır’a geçen Ziya Bey burada hem dersler vermiş hem de Millî Mücadele’yi destekleyen toplantılar ve konferanslar düzenleyerek halkı cesaretlendirmiştir. 1922 yılının Haziran ayından itibaren de öğretmen Ali Nüzhet Göksel ile birlikte Küçük Mecmua’yı yayınlamaya başlamıştır. 1923 yılının Ağustos ayında yenilenen Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinde Diyarbakır Milletvekili olarak meclise girmiştir. Milletvekilliği görevi sırasında da fikri ve kültürel çalışmalarına devam etmiştir.
İSTANBUL TÜRKÇESİ
Ziya Gökalp de tıpkı Gaspıralı İsmail Bey gibi İstanbul Türkçesinin tüm Türk Dünyasının ortak dili haline gelmesi gerektiğine inanmıştır. Gökalp’e göre İstanbul Türkçesini tüm Türk Dünyası için edebi bir dil haline getirmek bütün Türkler için bir görevdir. Bu görev yerine getirildiği vakit, tüm Türk Boyları tek bir millet haline gelmiş olacaktır. Türk Dünyasında birlik fikrinin önderlerinden Yusuf Akçura gibi Ziya Gökalp de Devlet-i ‘Aliyye için buhrandan çıkış yolunun Türk Milliyetçiliği ve Türk Dünyasında birlik fikrinden geçtiğine iman etmiştir. Gökalp, Türk Dünyasında Birlik Fikrini; Türkiyecilik, Oğuzculuk (Türkmencilik) ve Turancılık şeklinde üç dereceye ayırmıştır ve konjonktür gereği o dönemde Türkiyeciliğe yoğunlaşmak gerektiğini söylemiştir. Gökalp’in önceliği Türkiyecilik safhasına vermesi dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda realist bir tercihtir. Bu tercihin temel nedeni Devlet-i ‘Aliyye’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve yeni kurulan Türk Cumhuriyeti’nin Oğuzculuk ve Turancılık safhaları için hazırlıksız olmasıdır. Oğuzları Türkmenler olarak ifade eden Gökalp’e göre bu Türklerin kültürce ve dilce birbirlerine daha yakın olmaları nedeniyle birleşmeleri daha kolay olacaktır. Bu nedenle yakın ideal olarak Oğuzculuğu öneren Gökalp, bu birliğin siyasi değil kültürel bir birlik olması gerektiğinin üzerinde önemle durmuştur. Ziya Gökalp’e göre Türk Milliyetçiliğinin uzak ülküsü olan Turancılık ile hedeflenen; Oğuzları, Tatarları, Kırgızları, Kazakları, Özbekleri, Yakutları dilde, edebiyatta, kültürde birleştirmektir. Gökalp, Turancılığı, Türk Milliyetçiliğinin gelişmesinde önemli bir faktör olarak müşahede etmiştir: “Yüz milyon Türk’ün bir millet halinde birleşmesi Türkçüler için en kuvvetli vecd membaıdır. Turan mefkûresi olmasaydı, Türkçülük bu kadar süratle intişar etmeyecekti. Mamafih kim bilir? Belki, istikbalde ‘Turan’ mefkûresinin husulü de mümkün olacaktır. Mefkûre, istikbalin halikidir. Dün Türkler için hayali bir mefkûre halinde bulunan ‘milli devlet’, bugün Türkiye’de şeniyet halini almıştır.” Ziya Gökalp bu ifadeleri ile kendisinden sonra gelecek Türk Milliyetçilerine miras olarak bir hedef bırakmıştır: Türkiye dışındaki Türk toplulukları ile kültürel işbirliği ve daha ileride mümkün olabilirse entegrasyon. Ziya Gökalp meşhur şiirinde de “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan/ Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan” demek suretiyle Türk Milletine nihai vatan olarak ‘Turan’ı işaret etmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Türk Dünyası en büyük imparatorluğunu kaybederken Türk insanı yeni bir heyecan ve hedefler arayışındaydı. Ziya Gökalp’in Turan fikri aslında bu heyecan arayışına verilen bir cevap olmuştur. Türk Dili’ne yeteri kadar önem verilmemesi nedeniyle Türk toplumlarında ilerlemenin yavaş geliştiğini ve halk ile elitler arasında bir kopukluk yaşandığına vurgu yapan Ziya Gökalp, dilde sadeleşmeyi ve Türk Dilini canlandırmayı savunarak Türk Dünyasında bir dil birliği teşekkül edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu sadece Anadolu’yu kapsayacak bir dil birliği değil, tüm Türk Dünyasının anlaşabileceği bir dil birliğidir. Dilde sadeleşmenin nasıl ve ne şekilde olması gerektiğinin üzerinde de önemle duran Gökalp; esas alınması gereken şivenin (O’na göre Türkçenin en güzel şivesi olan) İstanbul şivesi olduğunu belirtmiştir. Türk Dünyasında birlik için Türklerin ortak bir Türkçe kullanmasını elzem gören Gökalp, İstanbul Türkçesini tüm Türk Dünyası için ortak bir dil olarak göstermiş, mahalli şivelerin gelişerek yeni bir dil haline gelmesine karşı çıkmıştır. Ziya Gökalp’e göre Türk Dünyası, tüm Türklerin yaşamını sürdürdüğü ve adına Turan denilen büyük bir coğrafyadır. Turan, lügat anlamı itibariyle Türkler demektir ve zamanla Türklerin yaşadıkları coğrafya anlamına evirilmiştir. Yaşadığı dönem itibariyle Türk kelimesinin yalnızca Anadolu’da yaşayan Türkler için kullanılmakta olduğunu belirten Gökalp, bir süre sonra Anadolu’da yaşayan Türklere her yönden yakın olan Oğuz Türklerinin de sadece Türk ismiyle anılacağını belirtmiştir. Ziya Gökalp, Anadolu’ya nispeten uzak kalan Özbekler, Yakutlar, Kazaklar, Kırgızlar gibi diğer Türk boylarının kendilerine has kültürler geliştirdikleri için şimdilik Türk yerine Turan adıyla anılmalarını önermiştir. Lakin Turan’ın aynı zamanda tüm Türklerin yaşadığı coğrafyanın adı olduğunu da vurgulamıştır. Ziya Bey, Turan’ın sınırlarını kesin olarak belirtmemiştir ancak Türk Dilinin konuşulduğu bütün ülkeleri Turan olarak nitelendirmiştir. Ziya Gökalp, mefkûre mefhumunu ilk kullanan kişidir. Kendisi aynı zamanda bu mefhuma sosyolojik bir içerik de kazandırmıştır. Gökalp; bu mefhumu toplumların büyük kriz zamanlarında kendi kimliklerini idrak etmesi, ferdi kimliklerin silinip milli kimliğin egemen olması şeklinde kavramlaştırmıştır. Mefkûre toplumda esas itibariyle var olan bir gerçekliğin, toplumun sıkıntılı dönemlerinde fertler tarafından algılanmasıdır. Gökalp için mefkûre; toplumu dirilten, uyuşukları harekete geçiren, tembelleri çalışkan, bencilleri diğerkam kılan bir güç kaynağıdır. Nihayetinde Ziya Gökalp; Türk Dünyasında Birlik Fikrini bir mefkûre haline getiren kişi olmuştur.
“FİKİRLERİMİN BABASI”
Ziya Gökalp için fikirlerimin babası tanımlamasını yapan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için de Türk Dünyası öncelikli gündem maddelerinden birisi olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş tarihi olan 1923 yılından itibaren, belirli temel hedefleri izleyen, istikrarlı ve sağduyulu bir dış politika izlemiştir. Cumhuriyet döneminde Türk dış politikasının esasları Atatürk tarafından belirlenmiş ve şekillendirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk için Türk Dünyasında öncelikli olarak sağlanması gereken birlik kültür birliğidir. Bu durumu şu sözleri ile ifade etmiştir: “Türkiye dışında kalmış Türkler için, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenilmelidir. Nitekim biz Türklük davasını böyle müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihinde, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal Gölü ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” Atatürk; Sovyetlerin Türk halklarını Latin alfabesine geçirmesi neticesinde hem Türk Dünyasındaki kültür kopukluğunun ilerlememesi hem de Batı ile ilişkilerini daha düzenli olarak yürütmek için 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine geçiş reformunu gerçekleştirmiştir. Bu alfabe değişikliği ile Türk Dünyasında kültür kopukluğunun giderilmesi yönünde büyük bir imkân ortaya çıkmış ancak Türk Dünyasında birlik fikrinden büyük korku duyan Sovyetler Birliği Lideri Stalin, II. Dünya Savaşı’ndan önce Türklere Kiril alfabesini kullanmayı dayatarak Türkiye ile Türk Dünyası’nın kültürel bağlarını kırmaya çalışmıştır.
TÜRK DÜNYASI
Ziya Gökalp vefat ettiği ana kadar Türk Milleti’ne ve Türk Dünyası’na hizmet etmeye devam etmiştir. Ziya Bey’in kararlı mücadelesi, hayatını ülkesine ve ülküsüne adamanın önemli ve güzel bir örneğidir. Ziya Gökalp’in fikirleriyle attığı temeller günümüzde giderek somutlaşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bugün Gökalp’in bıraktığı mirasa sahip çıkmakta, Türk Milleti’ne, Türk Dünyası’na ve insanlığa hizmete devam etmektedir. Bugün; Türk Dünyasında oluşan iklim ile Gökalp’in idealleri çeşitli uluslararası örgütler bünyesinde vücut bulmaktadır. Türk Konseyi, TÜRKSOY, Türk Akademisi başta olmak üzere çeşitli uluslararası örgütler bu yönde çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Hiç şüphesiz ki Gökalp’in ideallerinin gerçekleşmesi Avrasya coğrafyasında barışın tesis edilmesi için de önemli bir katkı sunacaktır. 25 Ekim 1924’te dâr-ı bekâya irtihal eden Mehmed Ziya Gökalp Bey’in vefat yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde kendisini rahmetle ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun.