Küresel dönüşümler ve Türkiye: Güçlü ittifak & güçlü liderlik
Son yıllarda bölgesel ve küresel düzeyde ciddi dönüşümlere tanıklık ediyoruz. Peki bu dönüşümlerin ardından sürdürülebilir bir yapı olarak ne gelecek yahut ne gelmeli? Hangi sistem bölgesel/ küresel düzeni sağlayabilir? Aslına bakılırsa Çin’in Bir Kuşak-Bir Yol İnisiyatifi, Rusya’nın Ortadoğu ve Doğu Avrupa’daki mücadelesi, Avrupa Birliği projesi ve ABD öncülüğündeki liberal dünya düzeni hep bu soruya cevap vermeye yönelik girişimler.
Çin ve Rusya karaya bağımlı, demokratik olmayan emperyal geleneklerin mirasçıları. Yayılma girişimleri ideallere değil, coğrafyaya dayanıyor. ABD ise II. Dünya Savaşı sonrasında müttefikleri ile işbirliği içerisinde liberal dünya düzenini kurdu. Amaç, iki dünya savaşına yol açan koşulların tekrar ortaya çıkmasını engellemekti. Bu amaçla demokratik ülkeler (hukuk devleti, devletlerin egemenliği, insan haklarına ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde) liberal bir uluslararası sistem kurma çabası içerisine giriştiler. Bütün bunlar dünyanın her tarafında uygulanacak; aynı zamanda buna katılım herkese açık ve gönüllülük esasına dayalı olacaktı. Barışı temin, iktisadi kalkınma, ticaret ve yatırım için uluslararası kuruluşlar (BM, Dünya Bankası, IMF, DTÖ) tesis edilecekti. Liberal dünya düzeni, Soğuk Savaş’ın sona erip SSCB’nin dağılması ile çok daha güçlü ve sağlam izlenimi verdi. Ancak bugün geldiğimiz noktada bu düzenin geleceği belirsiz. Zira bu düzenin kendisi daha evvel hiç olmadığı şekilde meydan okumalarla karşı karşıya.
Dünyadan bir bütünmüş gibi bahsetmek bugün artık giderek zorlaşıyor. Küresel çerçeveler oluşturma çabaları başarısızlığa uğruyor. Korumacılık yükselişte; küresel ticaret müzakerelerinin son turu sonuç vermedi. Siber alanın kullanımını düzenleyen çok az kural var. Her biri nev-i şahsına münhasır bölgesel düzenlerin veya düzensizliklerin ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Bu duruma en iyi örnek ise bugün Suriye’de ve Ortadoğu’da yaşananlar. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’de halkın tarafında durdu; Fırat Kalkanı, Barış Pınarı ve Zeytin Dalı Harekatları ile bu sahadaki farkını ciddi bir biçimde ortaya koydu. Türkiye uzun vadede Suriye’de ve Ortadoğu’da Rusya, ABD ve İran’dan çok daha iyi bir konumda. Nihayetinde devrilen Esad rejimi azınlık bir etnik ve dini diktatörlüktü. İran yabancı bir Şii işgalciydi. Rusya; Esad ve İran’a verdiği destekle lekelendiği gibi Suriye sahasına konuşlandırdığı hava varlığından başka pek de bir şeyi de yoktu. ABD ise Bölücü Terör Örgütü’nün Suriye kolu ile hareket ederek meşruiyet sorunu içerisine girdi.
Diğer taraftan Türkiye, Esad karşıtı güçlü ve ılımlı muhalif grupları destekledi. Araplarla Türkler bu bölgede ortak bir tarihe ve dini geleneklere sahip. Bu durum Esad rejimine karşı ortak mücadeleyle birlikte, Türkiye’nin lehine işledi. Rusya ve İran’a kıyasla, Suriye’de kuvvet kullanmak üzere askeri birlik sevkiyatının coğrafi olarak Türkiye için kolay olması da bir başka avantaj oldu Türkiye için. Türkiye Cumhuriyeti bugün kendisine yapılmak istenen her türlü dayatmayı reddedip bağımsız bir dış politika izliyor. Bu tavrın mimarı ise hiç şüphesiz Cumhur İttifakı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başındaki güçlü liderlik; yani Recep Tayyip Erdoğan ile Dr. Devlet Bahçeli.
Hiçbir insan bir diğerine benzemez. Liderler de birbirlerine benzemezler. Özellikle küresel dönüşüm dönemlerinde, hizmet etmek isteği olan, sorumluluk sahibi liderler, zekâları, cömertlikleri, doğruluk ve cesaretleri ile diğerlerinden ayrılırlar. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nın önderleri Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli karizmatik birer lider olarak bölgede ve dünyada ön plana çıkıyorlar.
Karizma kavramı, tarihsel olarak, “yetenek” anlamına gelen eski bir Yunanca kelimeden türemiştir. Eski Yunancada karizma kelimesi; “ilahi ilham yeteneği” veya “ilahi hediye” anlamına gelmektedir. Daha sonra bu kelime, Tanrı tarafından iyileştirme, tahmin gibi olağanüstü beceri gerektiren işleri gerçekleştirebilmek için gönderilen yetenekleri açıklamak amacıyla kullanılmıştır. Karizmatik liderler, yol gösteren, ilham ve güven veren, saygı uyandıran, geleceğe yönelik olumlu düşünmeye teşvik eden, izleyicilerin yaşamlarında gerçekten önemli olan şeyleri görmelerini kolaylaştıran, misyon duygusu aktaran ve güdüleyen davranışlar sergileyen liderlerdir.
Liderlik, sadece bir partinin genel başkanı olmak değildir. Hatta başbakan yahut cumhurbaşkanı olmak da değildir. Lider; halka yakın, halkın dilinden anlayan, onların sorunlarını dile getirip, onlara sahip çıkabilen bir kişidir. Bu özellikleri bünyesinde bulunduran Cumhur İttifakı ve Dr. Devlet Bahçeli’nin özverili desteği ile Recep Tayyip Erdoğan bugün sadece Türkiye’nin değil; Türk-İslam Dünyası’nın organik lideri haline gelmiştir.
Şu anda bölgemiz ve dünyamız daha önce de vurguladığımız gibi bir değişim ve dönüşüm içerisindedir. Ucuz insansız hava araçlarının, siber savaşların, üç boyutlu yazıcıların ve diğer buluşların bir noktada birleşmesi, gücün birkaç elde toplanması yerine birçok devlet ve devlet-dışı aktör arasında dağılmasını sağlıyor/ sağlayacak. Geldiğimiz noktada liberal demokrasinin insanlığın siyasi gelişiminde son söz olmadığını görüyoruz. Dünyada nihai olarak muzaffer çıkacak sistem, içeride vatandaşlarına çok daha fazla haysiyet/ onur sunan ve dışarıda kendisine tâbi ve müttefik olanlara daha fazla ümit vaat eden sistem olacaktır. Bu sistemin Cumhur İttifakı ile Recep Tayyip Erdoğan ve Dr. Devlet Bahçeli önderliğinde Türkiye eliyle inşa edilmekte olduğunu müşahede ettiğimi söylemek isterim.