Zengilan
Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Belki de hayatımın en zor yazısı olacak, kolay olmayacak anlatacaklarım. Geçmişimi ve ait olduğum yeri anlatacağım; Zengilan’ı anlatacağım. En azından deneyeceğim, affınıza sığınarak. Ama ilk önce bu cesaretimden dolayı bütün Zengilanlılardan, özellikle orada şehit düşenlerden özür dilerim.
Zengilan doğduğum yerdir. Şu an ermeniler tarafından işgal altında. Bir bilseniz ne kadar zor geliyor bu cümleyi kurmak… “doğduğum yer işgal altında.” Topraklarımızla beraber birçok şeyi kaybettik. Evimiz, kasabamız, şehrimizle birlikte çocukluğumuzu da kaybettik. Yani bize ait olan tüm şeyleri... Cansız hatıra sayılan fotoğraflarımız bile yok. İşgal altında kalan sadece toprağımız olmadı ne yazık ki...
Zengilan doğduğum yerdir, 81 köyü ve 1 kasabası ile tarihi ve medeni abideleri içinde barındıran, zengin çınar ormanlarına sahip olan doğa harikası bir Azerbaycan toprağıdır. Biz de işte bu güzel yurtta, Zengilan şehrine bağlı Mincivan kasabasında yaşıyorduk. Büyük bir istasyonu olan kasaba çocuklarıydık, “Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir… gider gelirdi…” 1993’ten sonra buralardan tren geçmez oldu. Zengilan işgal edilen son Azerbaycan toprağıydı. Bağımsızlığın tadını çıkarmadan, kavrayamadan savaş yaşanıyordu bölgede. Değerlerse savaşa bakmazdı, her zaman değerdi ve değerliydi, hatta her zamankinden daha çok... Bayrağımız çok yerlerde yaygın değildi, kolay kolay rastlanamazdı. Gördüğümüzde de hayranlıkla bakardık. Onun en çok yakıştığı yerlerden biri de Milli Ordumuzun askerlerinin kollarıydı. Onlar yeni oluşmuş ordunun askerleri, - dayı, amca, komşu - dediğimiz büyüklerimizdi. Oyunlarımız bile savaş oyunuydu, ceplerinden kurşun ve kovan çıkardı çocukların. Savaş sıradanlaşmıştı; çatışma ve bomba seslerine alışmıştık. Kimse savaş var diye günlük işini aksatmıyordu, hayat bir şekilde devam etmeliydi. Ne garip ki, savaşla büyüyen çocuklar eğitimde başarılıydılar. Bunlardan biri de Sadık Süleymanov’du. 10 yaşındaydı. Atılan topun mermilerinden biri küçük Sadık’ın bedenini tanınmaz hale getirdi, şehit oldu. Umutları ve hayalleri yarım kaldı. Savaşta çocuk olmak… Zordu…
Sücaet İskenderova, toprak uğrunda canını feda eden yüzlerce Azerbaycan kızından biriydi. İzin verilseydi asker kardeşleriyle beraber savaşırdı. Ona bir şey olmasına cephedeki kardeşleri müsaade etmedi. Fakat Sücaet vazgeçmedi, bir şey yapmalıydı. Cephe hattına günlük sıcak yemek ve gıda götürmeye karar verdi. Ve askerlere sıcak yemek götürdüğü günlerin birinde başından vurularak şehit edildi. Savaşta kadın olmak… Zordu…
Vügar’ı tanırdım, Bağırov Vügar Novruz oğlu… Bakü’de Petrol Akademisini kazanmıştı. Savaş başladığı zaman üniversitenin birinci sınıfındaydı. Kendine yediremedi, toprak dardayken eğitimi düşünemezdi. “Savaştan sonra nasipse” deyip silahına sarıldı. Savaş zamanı kayboldu, kendisinden haber alınamadı. Yaşayıp yaşamadığına dair haber alınamadığından dolayı kendisine şehitlik statüsü verildi. Savaşta öğrenci olmak… Zordu…
Kasabada, yol kenarında askeri bir araç durmuştu. Askeri üniforma giyen bu kişiyi tanıdığım için kendisine doğru yaklaştım. Fırsat bu fırsat. Üniformasının koluna dikilen bayraktan ben de isteyecektim. Nadir Amca arabanın tamiriyle uğraşıyordu. “Ne yapacaksın?” diye sordu. “Üzerimde taşıyacağım.” dedim. Gülümseyerek aracın içine girdi, içerden küçük bir bayrak alıp bana uzattı. İlk defa bayrağımıza dokundum. Bizim bayrağımız... Hem de askerlerin koluna dikilen bayrak. Onu bana hediye eden insan - Nadir Feyziyev ise birkaç ay sonra şehit oldu. Hayalimdeyse hep o gülümsemesi kaldı.
Ardı ardına Karabağ topraklarını işgal eden ermeniler Ekim ayında Zengilan’ı da işgal etti. İnsanlar ne yapacağını bilmiyordu. İkinci bir Hocalı yaşanacaktı. Ablukadan tek çıkış yolu olarak Araz (Aras) nehri üzerinden İran kalmıştı. Arkalarında eli silahlı ermeniler, önlerinde Araz. Arazınsa suyu soğuk ve derindi. İnsanlar sel gibi suya aktı ki bir an önce canlarını kurtarsınlar. Kurtulanlar da oldu boğulanlar da. O günlerde doğan çocuklara Araz ismi verildi. Haftalarca Araz’ın kıyısında çadır kurup yaşadılar. Kışın soğuklarında, yazın sıcaklarında trenlerde yaşadılar. Bir kısmı başka şehirlere, bir kısmı da Bakü’ye göç etti. Kimisi de yüreğindeki hasretle bu dünyadan göçtü.
Karabağ savaşı zamanında bu yurt 250’ye yakın şehit vermiş, 300’e yakın evladı ise sakat kalmış, yara almıştır. 25 yıldır Zengilan işgal altında, o gün doğan Araz’lar 25 yaşında… Eski bir yazıda söylendiği gibi;
“…ben bugün yaşayan insanları azizlemekten daha çok bu dünyadan göçenleri yad etmeyi tercih ettim.”