Terörizmin finansmanı yok edilmeli
Terörizmin finansmanı konusu gerek muhtevası gerek bağlantılı olduğu dallar ve uluslararası konjonktürdeki yansımaları gereği çok geniş bir alana yayıldığının bilinciyle bu yazımızda ana hatlarını belirtecek bir bildiri niteliğinde olacağını belirterek geniş halini çıkacak olan kitabımızda ele aldığımızı bildirerek söze başlamak isteriz.
Terörizmle mücadelede en önemli kısım sanılanın aksine insani boyut değil kaynak boyutudur. Terör örgütlerinin ayakta durabilmelerini sağlayan, eylemlerini devam ettirebilen itici güç maddi kaynaklardır. Bu kaynaklar kurutulmadan bir yere varılması da mümkün değildir. Ne yazık ki durumun bu kadar ciddi olmasına rağmen terörizmin finansmanı alanında çok az kaynak ve çalışma mevcuttur.
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde Değerli Yetkililerle yaptığım röportajda her terör operasyonunun aynı zamanda bir finansman operasyonu olduğu bilgisini edindim. Görüldüğü üzere; örgüt demek bir anlamda maddi kaynak demektir. Yasal ya da yasal olmayan birçok yoldan örgütlere sağlanan kaynakların ağları ele geçirilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Bu noktada devletin denetiminde olmayan nakdi paranın kolay bir şekilde yer değiştirmesi işi zorlaştırmaktadır. Para ağının izlenememesi ve gözlemlenememesi sonucu ticari şirket adı altında kurulan birçok yapının gelirinin örgüte gitmesinin önüne geçilememektedir. Paravan şirketlerle, uyuşturucu baronlarının bankalara başvurmadan elden yürüttükleri sistemlerle örgüte giden paranın ayrıştırılması gittikçe zorlaşmaktadır. Bunun önüne geçebilmek adına kurulan şirketlerin banka sistemi kullanarak işlemlerini gerçekleştirme zorunluluğu getirilmesi önemli bir adım olacaktır.
Uluslararası arenada terörizmin finansmanının bir konu haline gelmesi 11 Eylül Saldırıları ile gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi öznenin ABD olduğu durumlarda uluslararası nitelik kazanan somut olgular, daha önceden de varlığını sürdürüp sürdürmediğine bakılmadan yeniden gözden geçirilmektedir. Nitekim terörizmin finansmanında olduğu gibi… 11 Eylül Günü’ne gelmeden; birçok devlet finansman konusunda adım atılması noktasında çağrıda bulunmuş fakat bu çağrılar sonuçsuz kalmıştır.
İkiz Kulelere yapılan saldırının ardından finansman noktasında uluslararası sözleşmeler, bildiriler yayınlanmış ve bu sözleşmelerle her devletin iç hukukunda belli düzenlemeler yapılması gerekliliği öne sürülmüştür. Nitekim bunun Türkiye’deki çıktısı MASAK olmuştur fakat MASAK sadece terörizmin finansmanı suçu için değil kara para aklama suçları için de denetimler yapmaktadır. Her ne kadar kara para aklama ve terörizmin finansmanı birbirini besleyen iki ayrı kaynak gibi görülse de denetim mekanizmalarının farklı olması gerektiği kanısındayız. Çünkü ülkemizde terörizmle mücadelede önleyici ve bastırıcı olmak üzere iki şekilde mücadele verilir. Önleyici boyutu MASAK yönetir. Bastırıcı boyut ise mahkemelerin elindedir. Önleyici boyut kısmında MASAK’ın her iki alanda da söz sahibi olması ve hazırladığı raporların çok uzun sürmesi bu kurumun yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu durum da mahkemelerin önünü tıkamaktadır. Bu sebeple MASAK’ın yanında devlet nezdinde gerekli yeni bir kurumun varlığı elzemdir. Bu kurum sadece “terörizmin finansmanı” konusuyla ilgilenmeli ve hazırladığı raporlar aynı MASAK’taki gibi mahkemeler nezdinde delil kabul edilmelidir. PKK’nın yıllık bütçesinin 86 milyon ABD Doları olduğu göz önünde bulundurulduğunda böyle bir kurum için geç bile kalındığı anlaşılmış olacaktır.
Terörizmin finansmanı konusunun ülkemiz mevzuatındaki tarihi gelişimine bakacak olursak; 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ndan önce Mülga 765 Sayılı Kanun ve ardından yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun farklı maddelerince cezalandırılmaya çalışılan terörizmin finansmanı suçu 3713 Sayılı Kanun’da 5532 Sayılı Kanun değişikliğinden sonra bağımsız bir suç olarak düzenlendi. Bununla birlikte uluslararası sözleşmeler esas alınarak hazırlanan 6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun ile birlikte tamamen ayrı ve özel bir koruma bulan finansman alanı için olumlu adımlar atılmış oldu fakat yine de yeterli değildi.
1999 Tarihli BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme; konuyla ilgili rehber niteliğinde bir sözleşme olup Sözleşme’ye üye devletlere söz konusu suç için malvarlığının dondurulmasına ilişkin gerekli tedbirlerin alınması gerekliliğini ileri sürmüştür. Türkiye Sözleşme’nin tarafı olup 6415 Sayılı Kanun uyarınca malvarlığının dondurulması tedbirine yer vermiştir. Kanun’un 2.maddesi gereği konusu suç teşkil eden malvarlığının ortadan kaldırılmasını, tüketilmesini, dönüştürülmesin, transferini, devir ve temlik edilmesinin ve sair tasarrufi işlemlerin önlenmesi amacıyla, malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin kaldırılması veya kısıtlanmasını ifade etmektedir.
Ülkemiz hukukunda malvarlığının dondurulması tedbiri idari tedbir niteliğinde düzenlenmiştir. Malvarlığının dondurulmasına ilişkin verilen kararlarının yerine getirilmesinden 6415 Sayılı Kanun m. 12/1 gereğince MASAK sorumludur. Verilen karar aynı Kanun gereğince Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren hüküm ve sonuç doğurur. Bunun dışında işbu karar MASAK internet sitesinde de yayımlanmaktadır.
Buradaki iki sıkıntılı noktadan bahsedecek olursak; malvarlığını dondurma tedbiri, Anayasa m. 38/10 ile yasaklanmış olan genel müsadere cezası ile aynı sonucu doğurduğu gerekçesiyle eleştiri konusu edilmektedir. İkincisi ise malvarlığının dondurulması tedbirinin mülkiyet hakkına müdahale etmesi hasebiyle idari bir kararla değil, yargı makamlarının verdiği adli bir karar neticesinde malvarlığının dondurulması gerektiği noktasıdır.
İlk sıkıntıya değinecek olursak müsadere ile malvarlığının dondurulması tedbirini aynı görmek hukuken mümkün değildir. Zira müsadere kararı yargı makamları tarafından verilirken, malvarlığının dondurulması tedbiri idari merciler tarafından verilir. Müsaderede kişinin malvarlığını üzerindeki mülkiyet hakkı sona erer. Malvarlığının dondurulmasında ise kişinin mülkiyet hakkı devam eder. Bu sebeple AY m.38/10’dan bir ihlal kararı verilmesi mümkün gözükmemektedir.
İkinci sıkıntıda ise; bu konuyla alakalı Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılmıştır. Yüksek mahkeme ise kamu yararı bulunduğu durumlarda idare tarafından mülkiyet hakkına müdahale edilebileceğini ve yargı kararının gerekmediğini belirtmiştir. Kanaatimizce böyle bir uygulamaya geçilmesi terörle mücadeleye zarar verecektir. Nitekim bir mahkeme kararı beklenene kadar para çoktan yer değiştirmiş ve farklı bir sisteme geçiş yapmış olacaktır. Bu sebeple alanında uzman kişiler tarafından oluşan MASAK kararları yerinde ve isabetlidir.
Bunun yanında son olarak değineceğimiz diğer bir sıkıntı ise cezanın azlığıdır. Terörizmin finansmanı suçu için beş yıldan on yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Karşılaştırmalı Hukukta on bir yıl ve üzeri hapis cezası belirleyen ülke sayısı 2016 yılındaki FATF (Financial Action Task Force) verilerine göre 119’dur. Bu verilere göre de hapis cezasının arttırılması elzemdir.
Liderimiz Sayın Devlet BAHÇELİ’NİN belirttiği gibi; “Bizim kanımız vatan için tozar, bizim varlığımız millet için coşar. Hiçbir çılgın, hiçbir alçak ve kiralık terör örgütü önümüzde duramaz.” Buradan hareketle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörü ve kaynaklarını kurutacak teşkilata ve kudrete sahiptir. Mücadelemiz tek bir terörist kalmayana dek devam edecektir.
Bu kapsamda; Mehmetçiğe giden tek bir kurşunun dahi önüne geçebilme ihtimali dahi bir TÜRK genci olarak bizlere yeter..