Bardaktan taşan toplumsal nefret
Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde Suriye uyruklu bir kişinin 6 yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunması, sığınmacı geriliminin zirvesine bayrak dikti. Suriyeli sığınmacılara karşı bardağından taşan toplumsal bir nefret var. Cinsel taciz haberinin yayılmasıyla birlikte Suriyelilere ait ev ve işyerlerine rastgele saldırılar düzenlenmesi bunun göstergesi.
Sığınmacı meselesi Türkiye’nin belini büken bir yüktür. Dünyada en fazla sığınmacıya sahip ülke olan Türkiye artık bu yükü kaldıramamaktadır. Sığınmacıların bir türlü son bulmayan “misafirlik” hali, kendi geçim sıkıntılarıyla boğuşan “ev sahibinin” psikolojisini alt üst etmiştir. Misafirperverliği dillere destan bir toplum olan Türkler, artık sığınmacılara tahammül edemez haldedir. Bu konu insani ve İslami çizgilerin ötesine geçerek iki topluluk arasında kanlı bıçaklı olaylara neden olan bir gerilim hattına dönüşmüştür.
Melikgazi’deki olay, ne ilkti ne de son olacağa benziyor. Suriyeli uyruklu kişilerin işlediği cinayetler ve yaralama olayları nedeniyle benzer hadiseler Türkiye'nin çeşitli yerlerinde meydana gelmişti. Akıllarda kalan olaylardan birisinde Ankara Altındağ'da bir Türk gencinin bir Suriyeli tarafından öldürülmesinin ardından, kalabalık gruplar Suriyelilerin mahallesine baskın düzenlemiş, suçlu-suçsuz ayrımı yapmaksızın birçok insanın zarar gördüğü olaylar yaşanmıştı.
Bu olaylar Türkiye’nin sırtındaki sığınmacı yükünü artık taşıyamayacak durumda olduğunun emareleri. 6 yaşındaki çocuğa yönelik şerefsizce muameleye gösterilen büyük tepki anlaşılabilir; ancak yakıp yıkılan yerlerde yaşayan başka çocuklar da yok mu? Demek ki, olaylar büyüyüp çığırından çıktığında ne çocuk hassasiyeti ne de suçlu-suçsuz ayrımı kalıyor.
Sığınmacıları istemeyen, artık ülkelerine geri dönmelerini gerekirse şiddetle sağlamaya çalışan bir sosyolojik olguyla karşı karşıyayız. Peki, bu noktada faturayı öfkeli halka çıkarmak ne kadar rasyonel olabilir? Sürekli artan sığınmacı sayısı, halkın sırtında biriken ekonomik zorluklar ve bir de bunların üzerine tuz biber eken asayiş kaygıları insanların tahammül sınırlarını zorlamış durumda. Halkın tepkisi, birikmiş bir öfkenin patlaması ve bu öfkenin temelinde sığınmacı sorununun hala çözülememiş olması yatıyor.
Bu bağlamda MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli 11 Haziran’daki TBMM Grup konuşmasında “Göç ve sığınmacı akını yalnızca Türkiye’nin değil, çağımızın ve tüm dünyanın en çarpıcı sorunlarından biridir. Ülkemizde geçici koruma statüsüyle bulunan Suriyeli sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüşleri kademe kademe sağlanmalı, düzensiz göçün beli kırılmalı, Geri Kabul Anlaşması sonlandırılmalıdır” sözleriyle sığınmacı konusunun sistemli bir şekilde ele alınması konusunda bir çağrıda bulunmuştu.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da "Nasıl ki biz Suriye ile ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar, bilirsiniz, Sayın Esed ile bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur" açıklamasını yaparak Türkiye ve Suriye arasındaki müzakere yollarının her zaman açık olduğunu vurgulamıştı.
Demek ki geriye her türlü diplomatik ve uluslararası adımın ivedilikle atılması kaldı. Sığınmacıların ülkelerine güvenli ve onurlu bir şekilde dönüşlerinin yolları bir an önce döşenmelidir. Bu hem sığınmacıların iyiliği hem de sığınmacı yükünü artık kaldıramayacak hale gelen Türkiye’nin geleceği açısından atılacak en doğru adımdır.