Ülkemizde para kazanamayan tek kesim!
Ülkemiz diğer geri kalmış ülkelerle kıyaslama yapılmayacak kadar köklü bir kültüre, tarihe ve devlet anlayışına sahiptir. Ayrıca jeostratejik önemi, bölgesel liderliği ve tarımsal açıdan potansiyel gücüyle farklı bir konumdadır. En önemlisi de “kalkınacak insan kaynakları şeklinde gençlik hammaddesine yani insan doğal kaynağına sahip olmasıdır!”
Ülkemiz tarımının kalkınması ve dünya tarımında söz sahibi olabilmemiz için, insan kaynakları açısından bu memleket çok adam yetiştirdi. Ama “hepsinin ortak kaderi hakka yürüyüp, sonsuzluğa yolcu olduktan sonra değerlerinin anlaşılması oldu.” Yaradan tekrar müsaade eder mi etmez mi, bilemem. Ama hak etmeyenlerin, kadir kıymet bilmeyenlerin elinden alır ve başka toplumlara verir, diye de düşünmüyor değilim…
Ülkemizde para kazanamayan tek kesim “okumuş”, memur-emekli olmuş kesimin insanlarıdır. Bu arada okumak veya okumuş, tahsil dediğiniz şey size para kazandırmaz. Kazandırmasını da beklememeniz gerekir. Teori değil pratik kazandırır! “Okumuş olmak” teorik olarak sizi güçlü kılabilir fakat pratik olmadan banka hesabınız hiçbir zaman hareketlenmez.
ÇİFTÇİNİN DERDİYLE DERTLENMEYİ NE ZAMAN DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Temayül kelime anlamı olarak eğilim, temayül yoklaması ise kimin kime destek verdiğini öğrenmek için yapılan bir tür oylama, araştırma/anket şeklidir.
Sizce çiftçilerin temsili için böyle bir temayül yoklaması veya çiftçi onayı alınmış mıdır?
Görülmeyen, duyulmayan, konuşulmayan bir tarım sektöründe sahipsizlikten, sesini duyuramamaktan, yalnızlıktan biçare düşen Türk çiftçisine sahip çıkmak, sesini duyurmak, yalnız olmadığını göstermek için çiftçileri temsil edecek acaba kaç tane oda, birlik, kooperatif ve STK var? Hiç düşündünüz mü?
Gören körler, duyan sağırlar sektöründe Türk çiftçisinin hakkını, hukukunu en yüksek sesle, bağıra bağıra acaba hangi çiftçi temsilcisi savunacak?
Çiftçileri en çok üzen, sayısız imkânlara sahip olan çiftçi temsilcilerinin her şeyi çiftçilerden beklemesidir. Çiftçiye yapılanlara bakıldığında, bunlar çiftçi temsilcisi mi, çiftçi iştiraki ile kurulan bir kooperatif mi, birlik mi, yoksa oda mı? Anlamakta güçlük çekiyor insan!
Gerçekten kimi-kimleri temsil ediyorsunuz?
Çiftçinin derdiyle dertlenmeyi ne zaman düşünüyorsunuz?
Sizler ayrıca çiftçi ile T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı arasında birer köprüsünüz. Sizler günah keçisi olarak hâlâ Bakanlığı ne zamana kadar gösterebileceksiniz?
ZİRAAT ODALARI TARIMDAN, ÇİFTÇİDEN UZAKLAŞIYOR!
Gıda egemenliğini odağına alan ve taban siyasetine dayanan örgütlenmelerin önemi büyük. Bu noktada insanın aklına Türkiye’de çiftçilerin nicelik olarak en büyük örgütlü yapısı olan ziraat odalarının tarım-gıda siyasetine yön vermekten ve çiftçilerden ne kadar uzak kaldıkları geliyor.
Kulis faaliyetlerini aşamayan ziraat odaları, aydan aya üretici ve perakendeci fiyatlarını açıklamaktan başka neredeyse bir kamuoyu oluşturma gündemi bulamıyor. Ziraat odalarının hâli böyle olunca da benzeri yapıların tarım siyasetine doğrudan etki edecek bir aktör olabilmeleri mümkün değil gibi görünüyor.
Her geçen yıl üretimden, tarımdan kopan nüfus hızla kente göç ediyor. Bugün köylere gittiğinizde üretimi, tarımı sürdürmeye çalışan yaşlı insanları görürsünüz. Evlenemeyen gençler, gelin gitmeyen köyler, bebek sesi duyulmayan evler, çocukların koşturmadığı sokaklar görürsünüz. Çünkü üretime hevesli genç kitle eskisi gibi yok artık. Ya da üretime hevesli gençlerin büyük bir çoğunluğu artık valizli, bavullu çiftçi konumunda…
UYGULANAN TARİF HATALI!
Ülkemizin asıl meselesi kalkınmayı sağlayacak birikimlerin yokluğu değil, yanlış yönde ve biçimde, kalkınmaya önder olmayacak/olamayacak eş, dost ve akraba önderliğinde kullanılmış olmasıdır. Yapılan eş, dost ve akraba atama gerekçesi olarak, “güveneceği başka birisinin olmadığını söyleyerek kapatmaya çalışanlar bu toplumda kabul gördükçe; kusura bakmayın!.. “Eş, dost ve birinci derece akrabaların atanmasını eleştiremezsiniz, eleştiri yapma hakkınızı kaybedersiniz…” İşin özeti ve özü de aslında budur…
Ülkemizde “liyakat temelli bir anlayışla siyasî etik ve şeffaflık” mutlaka sağlanmalıdır. Hatayı karşı taraf yaparsa adeta gök kubbe başlarına yıkıp, ama aynı hatayı veya daha fazlasını kendimiz veya bizden biri yaparsa görmezden gelip ve hatayı zaman zaman da bir “hak” olarak görürsek; işler içinden çıkılmaz hale gelir. Bugünde “reel siyasetin içine düştüğü en büyük yanlışlardan bir tanesi de budur!”
Ülkemiz binlerce yıllık bir kültürün süzgecinden geçmiş insan birikimi ve sermayesine sahiptir. Asıl mesele bunların yanlış kullanılmasından ya da hiç kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. Yani un da vardır, yağ da vardır, şeker de… Ancak “helvanın yapılması için uygulanan tarif hatalı.”
Gelir dağılımında inanılmaz bir adaletsizlik hâkim. Toplumun bir kesiminin inanılmaz bir alım gücü var. Hayat pahalılığından etkilenmiyor. Toplumun bir kesimi de bu hayat pahalılığının altında ezildikçe eziliyor. Bunu hükümet-idare görmüyor mu? Tabi ki görüyor ve hükümette bütün imkânlarını seferber ediyor, etmeye çalışıyor. Bunu inkâr edemeyiz! Ancak üstadım, “helvanın yapılması için uygulanan tarif hatalı.”
Son söz: Dört bir tarafımızdaki tehditler çok büyük! Ülkemiz adeta fırtınalı bir denizde yüzüyor. Gemi mürettebatı yorgun ve endişeli. Gemideki yolcular ikiye bölünmüş durumda, adeta birbirleriyle konuşmak bile istemiyor. Bu yolculukta en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biri siyaset üstü meseleler ve sevgi-saygı, dayanışma, adalet, doğru sözlü olmak, harama el uzatmama, liyakat vb. ahlaki faziletler de buluşmak… Bu ihtiyaç duyulan faziletler “insanlığın birey nezdindeki başucu kaynaklarıdır!” İnsanlığın birey nezdindeki başucu kaynakları bizimde, “Türkçülük” anlayışımızdır…
“Umutsuzluk yok! Gün gelir. Gül de açar. Bülbül de öter.”
Kalın sağlıcakla…