23 Ekim 2024
weather
14°
Twitter
Facebook
Instagram

Öğrencilik yıllarından beri cumhuriyet aşığıydı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

ATATÜRK’TE CUMHURİYET FİKRİNİN GELİŞİMİ VE CUMHURİYETİN İLANI

Atatürk, öğrencilik yıllarından başlayarak zihninde oluşan vatan, hürriyet, inkılap, yeni bir devlet kurmak, millî vatan, modernleşmek gibi kavramların fikriyatını yapmış ve bu kavramlar ondaki cumhuriyet fikri ve idealinin temelini oluşturmuştur. Yeni Türk devletinin rejimini ve esaslarını da millî, laik, demokratik cumhuriyet şeklinde belirlemiştir.

ATATÜRK ilkeleri ve inkılâp tarihi veya Türk inkılabı büyük ölçüde Atatürk’ün hareketlerine bağlıdır. Bu hareketin önemini ortaya koymak, hareketin kendisi kadar önemlidir. Atatürk’ün “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.” vecizesini de bu manada ele almak gerekir. Atatürk’ün her sözünün, her hareketinin millî ilkeler çerçevesinde tarihî bir esasa dayandığı görülmektedir. Bu bakımdan acaba Atatürk’ün “Türk milleti tabiatı itibarıyla demokrattır.”, “Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare cumhuriyet idaresidir.” şeklindeki sözlerinin tarihî esasları var mıdır, varsa nelerdir? Tespit edebildiğimiz kadarı ile Atatürk’ün (sonradan cumhuriyet fikrinin temelini oluşturacak olan) “vatan” ve “hürriyet” kavramları ile karşılaşması Manastır Askerî İdadisine girmesinden sonra olmuştur. Vatan şairimiz Namık Kemal ile Türkçü şairimiz Mehmet Emin Yurdakul sevgisi Mustafa Kemal’in vatan, millet ve Türklük bilincinin oluşmasında diğer bazı faktörlerle birlikte çok etkili olmuştur.

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Anadolu’ya geçtiği sırada artık Türk çoğunluğuna dayanan yeni bir devlet kurmak ve çeşitli inkılaplarla Türkiye’yi modern bir ülke hâline getirmek gerektiğini iyice kavramış ve kararlaştırmış bulunuyordu. Nitekim o sonradan Nutuk’unda, Samsun’a çıktığı zaman “genel durum” ve düşünülen “kurtuluş” çareleri hakkında bilgi verdikten sonra kendi kararını şu şekilde belirtir: “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardır. O da hâkimiyet-i millîyeye müstenit (milli hakimiyete dayanan), bilâkayd ü şart (kayıtsız ve şartsız) müstakil (bağımsız) yeni bir Türk devleti tesis etmek!”

1919 Mayıs’ından itibaren M. Kemal’in kafasındaki bu düşünceler artık onu aşarak Türk milletine mal olacaktır. 21/22 Haziran 1919’da yayımlanan “Amasya Tamimi” ile Türk inkılabı bir aksiyon hareketi olarak siyasi ve hukuki çehre kazanacaktır. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi “irade-i millîyeyi hâkim kılmak” esasını benimseyip, ilan ederek cumhuriyete giden yolu gösterecektir.

Aynı kongre kararları içerisinde yer alan, “milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil eder (yüceltir)” ifadesi de adeta, yapılması düşünülen inkılapların, çağdaşlaşma hareketinin habercisi idi. Bu tarihten cumhuriyetin ilanına kadar geçen tarihi süreç, hem Türk milletinin yaşama azmini ifade edecek hem de zafer sonucunda kurulacak yeni “devletin şeklini” belirleyecektir. 23 Nisan 1920’deTBMM’nin açılması ile gerçekleştirilen “millî irade” veya “millî hâkimiyet” esası siyasi rejimin ifadesi olmuştur. 29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen cumhuriyetin ilanı ise buna açıklık kazandırmıştır.

HÜKÜMET VE DEVLET ŞEKLİ

1924 Teşkilat-ı Esasîye Kanunu’na (Anayasa) göre “cumhuriyet” terimi, hem siyasi toplumun adını (devletin kuruluş şeklini) hem de siyasi iktidarın kullanılış şeklini ifade etmek gibi çifte anlama ve amaca sahiptir. “Cumhuriyet’in bir ‘hükûmet ve devlet şekli” olarak M. Kemal’in zihninde canlanması ise bu tarihlerden çok daha önce olmuştur. Ondaki millî sınırlar içinde yeni ve modern bir devlet kurmak ve inkılaplar yapmak fikri, Temmuz 1919’da “Zaferden sonra şekl-i hükûmet Cumhuriyet olacaktır.” şeklinde ifade bulacaktır.

Mazhar Müfit Kansu’nun yazdığına göre; “Erzurum Kongresi sırasında M. Kemal Mazhar Müfit’i çağırtır. Not defterini getirtir, 7-8 Temmuz 1919 sabaha karşı tarihini koydurtur ve şunları yazdırtır:

“-Zaferden sonra şekl-i hükûmet cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir.”

Mazhar Müfit şöyle devam ediyor: “Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu, gözlerin bir takılışta birbirine çok şeyler anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.

-Neden durakladın? deyince,
-Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var dedim, gülerek:
-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz... dedi. Yazmağa devam ettim.
-Paşam kâfî... kâfî... dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış insan edası ile:
-Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile:
-Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın... diyerek yanından ayrıldım.”

Mustafa Kemal ile M. Müfit arasında böyle bir konuşma geçmiş midir? Kesin olarak bilemiyoruz. Fakat M. Kemal’in önceki muhtelif sözleri dikkate alınırsa, böyle bir konuşmanın yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Zaten, M. Müfit’in de belirttiği gibi olaylar “Mustafa Kemal’i teyit” etmiştir: Atatürk, Şapka İnkılabı’nı ilan edip Kastamonu’dan Ankara’ya geldiği sırada orada bulunan M. Müfit’i çağırtıp;

“-Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz, notlarına bakıyor musun?”diye sormuştur. Mazhar Müfit bunu şöyle değerlendirir: “Bu bir latifeydi fakat, mahçup eden bir latife... Ve hakikaten bu büyük adam geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi, millî bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış,ve zamanı idaresine ram edebilmişti. Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer hakikat abidesi olarak karşıma bütün endamı ile boy gösteriyordu!”

Görülüyor ki, Mustafa Kemal Atatürk, öğrencilik yıllarından başlayarak zihninde oluşan vatan, hürriyet, inkılap, yeni bir devlet kurmak, millî vatan, yenilik yapmak, modernleşmek gibi kavramların fikriyatını yapmış ve bu kavramlar ondaki cumhuriyet fikri ve idealinin temelini oluşturmuştur. Devlet adamı olarak, belli bir strateji içinde kurduğu yeni Türk devletinin rejimini ve esaslarını da millî, laik, demokratik cumhuriyet şeklinde belirlemiştir.

Acaba Mustafa Kemal’deki bu cumhuriyet fikrinin, demokrasi fikrinin tarihî temelleri var mıdır? Atatürk, “Medeni Bilgiler Kitabı”na kendi el yazısı ile “Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarında, bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut (bağlı) olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerle başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.” sözlerini yazmıştır.

Bu sözleri onun cumhuriyet ve demokrasi anlayışında Türk tarihine istinat ettiğinin ifadesinden başka bir şey değildir. Hele hele, Atatürk’ün bunun için “kurultay” kurumunu misal olarak vermesi çok anlamlıdır. Kurultay, kökü Türkçe ve eki Moğolca olan bir sözdür: Kurultayın asıl Türkçe karşılığı “Kengeş Meclisi”dir. Bu meclis, bir çeşit danışma meclisidir.

Mustafa Kemal Paşa’nın daha öğrencilik yıllarından beri bir cumhuriyet âşığı olduğu aşikârdır. Daha, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girmeden ve yıkılmadan önce bile yakın arkadaşlarına Osmanlı Devleti’nin devrinin kapandığını ve yeni bir Türk devletinin kurulma zaruretini bahsetmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu şartlar altında bağımsız ve cumhuriyetle yönetilen bir Türk devleti kurma idealindedir. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihlerde İstanbul’da kaldığı altı aydan sonra Anadolu’ya geçişinin ardından milletin iradesine yönelmesi ve Millî Mücadele’yi halk hareketi olarak tanzim etmesi, kurtuluşun ancak halkın desteği ile kazanılabileceğine duyduğu kesin inançtan kaynaklanır. Kongreler sürecinde halkla yakın temasta bulunmaya özen gösteren Mustafa Kemal Paşa, halkı bizzat kurtuluş mücadelesinin merkezine çekmeyi başarmış ve işgale karşı duyulan tepkiyi bir milletin ortak istiklal hareketine dönüştürmeyi başarmıştır.

Onun yakın arkadaşları her ne kadar Milli Mücadele Dönemi’nde ona destek verseler de iş sosyal ve siyasi inkılap sürecine girdiğinde ona muhalif olmuşlar, hatta onun kendi saltanatının peşinde olduğunu bile düşünmüşlerdir. Fakat bu düşünce onun izlediği rotanın çok dışındadır ve dünyada sadece millî devletlerin ayakta kalabildiği gerçeğinden de çok uzaktır. Mustafa Kemal Paşa’yı kendi yolunda bu denli cesur yapan da dünya ve Anadolu gerçeğiyle yüzleşmesi ve en iyi tercih olarak gördüğü irade-i milliye fikrinin ve cumhuriyet idaresinin arkasından yılmadan gitmesidir. Özelikle cumhuriyetin ilanı onun öğrencilik yıllarından beri idealinin değişmediğini ve bunu gerçekleştirmedeki başarısını göstermesi açısından da önemlidir.

CUMHURİYET FAZİLETTİR

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile rejim değişikliği için bir engelin kalmadığını düşünen Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncesini en kısa zamanda uygulamaya geçirmiştir. Saltanatın sona ermesi ile TBMM I. Dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Cumhuriyet rejimi hakkında basında verdiği demeçleri bu inkılabın çok da gecikmeden yapılacağının göstergesi gibidir.

Anadolu’da kazanılan Millî Mücadele’nin ardından Ankara’nın başkent oluşu, Türk devletinin yeni yönetim biçimine kavuşturulması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu noktada Bakanlar Kurulunun olayların gelişimi içerisinde yıpranması Mustafa Kemal Paşa’ya gerçekleşecek seçimle yeni bir oluşum fırsatı vermiştir. Milletvekillerinin önemli bir bölümünün bakan olmak istemesi ise seçimi zor hâle getirip, Mecliste gruplaşmaların, hiziplerin ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Bu süreçte Fethi Bey başkanlığındaki Heyet-i Vekile (Hükûmet) Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesiyle 26 Ekim 1923’te topluca istifa etmiş, 28 Ekim’de Heyet-i Vekile üyeleri ile Halk Fırkası idare heyeti Mustafa Kemal Paşa başkanlığında özel bir toplantı yaparak, istifa eden vekillerin kurulacak hükûmette görev almayacaklarını bildirmişler, bunun üzerine Halk Fırkası (Partisi) idare heyeti yeni bir hükûmet listesi hazırlamıştır. Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı Çankaya’ya çağırdığı İsmet, Kâzım, Kemalettin, Sami ve Halit Paşalar ile Fethi Bey, Rize Milletvekili Fuat, Afyon Milletvekili Ruşen Eşref Beylere; “Yarın cumhuriyeti ilân ediyoruz…” diyerek düşüncelerini paylaşmış, aynı akşam İsmet Paşa’yla birlikte önerilecek yasa tasarısı üzerinde çalışmışlardır. Ne var ki, 29 Ekim sabahı toplanan Halk Fırkası grubu hazırlanan listeyi reddetti. Bu durumda, grubun öğleden sonraki toplantısında Mustafa Kemal Paşa, bunalımın aşılabilmesi için Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda bazı temel değişikliklere gidilmesini zaruri görecektir. Böylece Anayasa’nın 1. maddesine: “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti cumhuriyettir.” cümlesinin eklenmesine karar verilmiştir.

Görüşmeler sonunda grup üyeleri cumhuriyetin ilanını ve Reis-i Cumhur (Cumhurbaşkanı) seçilmesini kabul etmişlerdir. Daha sonra cumhurbaşkanı seçimine geçilmiş ve Mustafa Kemal Paşa, mevcut 158 üyenin oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmiş, ertesi gün de Mustafa Kemal Paşa Malatya Milletvekili İsmet Paşa’yı Başbakan olarak görevlendirmiştir.

“Cumhuriyet”, geniş anlamda egemenliğin toplumun bütününe, millete ait olmasıdır. Dar anlamda ise sadece devlet başkanının ve yöneticilerin doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlamına gelir. Atatürk’ün, cumhuriyeti, devletin siyasi bir rejimi, devlet şekli olarak seçmesinin en önemli nedeni; Türkiye’nin modernleştirme çabalarına cevap verebilecek bir rejim biçimi olmasıdır. Atatürk, bu nedenle cumhuriyeti “fazilet” olarak nitelemiştir.

Devlet şekli cumhuriyet olarak benimsenen yeni Türk devleti, Misâk-ı Millî ile çizilen, millî sınırların üzerinde millî devlet anlayışını, millet ve devlet birliğini, bütünlüğünü ifade etmiştir. Bu bütünlüğü Atatürk İzmir’de 14 Ekim 1925’te yaptığı konuşmada şu şekilde değerlendirmiştir: “Bugünkü hükûmetimiz, teşkilât-ı devletimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendiliğinden yaptığı bir teşkilat-ı devlet ve hükûmettir ki, onun ismi cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükûmet millettir, millet hükümettir.” Netice itibarıyla Türkiye’de cumhuriyet rejimi, en gelişmiş devlet şekli olarak Türk inkılabının sonucudur, başarısıdır. Bu itibarla birtakım arayışlara ihtiyaç duyulmayacak şekilde bir “devlet şekli” olarak alternatifsizdir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *