23 Ekim 2024
weather
14°
Twitter
Facebook
Instagram

Birinci Dünya Savaşı ve mütareke döneminde Mehmet Akif Ersoy-1

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Akif’in, İslam dünyasında ünü ve saygınlığı çoktu

Alman İmparatoru II. Wilhelm, İstanbul’daki büyükelçileri Baron Fon Marscall’e, ‘savaş cephesindeki bu Müslümanlara gerçeği anlatabilecek, güzel Arapça bilen, hitabet, edebiyat ve tarih bilgisi kuvvetli Türk şahsiyetlerinin tespit edilerek kendisine bildirilmesini’ emretmiştir. Mehmet Akif bütün bu vasıfları taşıyanlar arasında İslam dünyasındaki ünü ve saygınlığı ile ön sıralardaydı.

Berlin seyahati Mehmet Akif’in, Osmanlı Devleti’nin son sekiz yılında, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’nda fiilen faaliyet göstermiş olan Teşkilat- ı Mahsusa isimli istihbarat kuruluşu bünyesinde Osmanlı Devleti adına görevli olarak Almanya’ya yaptığı bir seyahattir. Aralık 1914’te başlayıp, Mart 1915’te tamamlanan bu seyahat nedeniyle Akif yaklaşık iki ay Almanya’da bulunmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’ne (Fransa, İngiltere ve Rusya) karşı İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya-Macaristan) safında harbe girmiştir. İtalya başlangıçta İttifak Devletleri yanında iken kısa bir süre sonra karşı tarafa geçerek İtilaf Devletleri yanında yer almıştır. İngiltere ve Fransa kendi askerleri ile birlikte sömürgelerinden getirdikleri askerleri de Almanların ve müttefiklerinin karşısında savaştırmışlardır. Savaş içericindeki cephelerde Afrikalı, Asyalı birçok Müslüman asker Almanlar tarafından esir alınmıştır. Esir alınan askerler arasında Müslüman askerlerin çok sayıda oluşu Almanların dikkatini çekmiş, alınacak tedbirleri ve yapacakları muameleyi müttefikleri Osmanlı Devleti ile paylaşmak istemişlerdir. Müslüman savaş esirleri Vunsdorf’ta bir esir kampında toplanmış, onlar için bir de cami yaptırılmıştır. Bu durum tüm Müslümanların Halifesi olan Osmanlı Padişahına iletilmiş, durumun incelenmesi istenmiştir.

Gerçekten Müslüman askerler muharebeler sırasında İngiliz ve Fransız askerlerine göre daha fazla cesaret ve fedakârlık göstermekteydiler. Bunun psikolojik sebeplerini araştıran Almanlar, Fransız ve İngiliz propagandasının etkili olduğunu tespit etmişlerdir. İngiliz ve Fransızlar sömürgelerinden getirdikleri Müslüman askerlere, ‘Almanya’nın İstanbul’u işgal ettiği, Halife’nin esir edildiği, Osmanlı Devleti’nin harbe zorla sokulduğu, tüm Dünya Müslümanlarına dağıtılan Cihad- ı Ekber (Mukaddese) Beyannamesi’nin sahte olduğu’ yolunda propaganda yapmışlardır. O askerler de dini bağları nedeniyle Halife ve Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını göstermek için büyük bir cesaretle savaşmaktadırlar.

Alman İmparatoru II. Wilhelm, İstanbul’daki büyükelçileri Baron Fon Marscall’e, ‘savaş cephesindeki bu Müslümanlara gerçeği anlatabilecek, güzel Arapça bilen, hitabet, edebiyat ve tarih bilgisi kuvvetli Türk şahsiyetlerinin tespit edilerek kendisine bildirilmesini’ emretmiştir.

Mehmet Akif bütün bu vasıfları taşıyanlar arasında İslam dünyasındaki ünü ve saygınlığı ile ön sıralardaydı. Akif’le birlikte Şeyh Salih el Tunusî de Almanya’ya davet edilir. Başta Akif olmak üzere heyet esirlere yapılan bu yanlış bilgilendirmeyi giderecek, gerçeği esirlere anlatacak, halen savaşan Müslüman askerleri de bilgilendirecek beyanname ve hitabeleri hazırlayacaktır.

Mehmet Akif, Berlin’de, Arapça hitabe plakları doldurmuş, beyannameler hazırlamıştır. Bu çalışmalar Asya ve Afrika’dan getirilen birçok Müslüman askerin Almanlar tarafına iltica etmesini sağlayacaktır. Akif Almanya’da bulunduğu sırada Alman gazeteleri, onun Müslüman askerler üzerindeki derin manevi etkisinden sitayişle bahsettiler. Vunsdorf Camii’ndeki hutbe ve vaazlarının Almanca tercümelerini yayımladılar.

Bu seyahat Akif’in Batı’yı daha yakından tanımasına vesile olmuştur. Barı’nı geldiği noktanın ve gelişmişliğin seviyesini ve sırlarını gören Akif, burada Doğu ile Batı’yı karşılaştırma imkanı da bulmuştur. Veteriner Hekim olan Akif’in Berlin’de bazı laboratuvarları gezdiğini de biliyoruz. Hatta yanındakilerden ayrı olarak yaptığı bu inceleme gezileri Almanların da dikkatini çekmiştir.

Berlin’de şiir yazmaya devam eden Akif, buradaki intibalarını “Berlin Hatıraları” isimli şiirinde anlatacaktır. Akif bu şiirinde çok yakından tanıma fırsatı bulduğu, tanıdığı batı insanının hayatını ve başarılarını aktarmıştır. Almanya’nın ulaştığı seviyenin fikri planını ve derin yapısını bu şiiri ile okuyucuya ulaştırmıştır. Doğu’nun ihmal edilmişliği, ataleti, cehaleti ve tefrika içindeki durumu şiirinde yer almaktadır. Çalışkanlığın, ciddiyetin, ilmin vesile olduğu seviyeyi gıpta ile dile getirmiştir. Tamamı on bölüm olan oldukça uzun şiir, 8 Nisan 1915’ten başlayarak Sebilürreşat’da yayınlanmıştır.

Akif’in Almanya’da daha uzun süre kalması istendi. Ancak o arkadaşı Şeyh Şerif Salih el Tunusî’ye söylediği gibi; “Ezan sesinin hasretini çekiyordu. Sadece bu da değil, Almanya, onun hassas kalbinde kendi yurdunun sahip olmadığı medeniyetin hasretinin acısını, şifasız yara halinde ayaklandırmıştı.”

Mehmet Akif’in “Berlin Hatıraları” şiirinde “arkadaş” diye hitap ettiği kişi Yarbay Ömer Lütfi Bey’dir. Resmi işlerden fırsat buldukça Berlin’i ve Almanya’nın değişik bölgelerini birlikte gezmişlerdir. Yarbay Ömer Lütfi Bey, o sırada memleketimize gönderilecek mühimmatı satın almak ve muayene etmek üzere oluşturulmuş bulunan heyette görevli idi.

Akif’in Berlin Seyahatinde yaşadığı pek çok olay, anekdot vardır. Özellikle kendi ülkesi ile Almanya’yı mukayese ettiği gözlemlerinin çoğunu “Berlin Hatıraları” şiirinde anlatmıştır. Bu gözlemlerinin bir kısmını da döndükten sonra Almanya seyahatini soran dostlarına çeşitli vesilelerle anlattığını biliyoruz. Orada iken devam etmekte olan Çanakkale Muharebeleri’nin sonucunun ne olacağı en çok merak ettiği konuların başında gelmektedir. Yarbay Ömer Lütfü Bey’e sık sık Çanakkale’deki savaşın ne olacağını sormuştur.

AKİF’İN NECİD SEYAHATİ

Akif’, Berlin’den döndükten kısa bir süre sonra Necid seyahatine çıkmıştır. Seyahat, Mayıs 1915’te başlamış ve Ekim 1915’te tamamlanmıştır. Akif’in gidişi Sebilürreşat’ın 27 Mayıs 1915 tarihli nüshasında, “Başmuharririmiz Mehmet Akif Beyefendi Ceziretü’l- Arab’a azimet etmiştir (gitmiştir).” haberi ile okuyuculara duyurulmuştur. Yine Akif’in İstanbul’a dönüşü Sebilürreşat’ın 7 Ekim 1915 günkü sayısında, “Başmuharririmiz Mehmet Akif Beyefendi dört beş ay kadar devam eden Ceziretü’l-Arap seyahatinden geçen hafta avdet buyurmuşlardır (dönmüşlerdir).” Şeklinde bildirilmiştir. Akif’in bu seyahati de Teşkilat-ı Mahsusa adına yapılmış bir seyahattir.

Arabistan toprakları, özellikle Hicaz bölgesi, dini merkez oluşu nedeniyle Osmanlı Devleti için özel bir önem taşıyordu. Mekke ve Medine’nin manevi değeri bölge aşiretlerine ve aşiret reislerine olan ilgiyi de artırıyordu. Petrol kaynaklarının bol olduğu bu bölge, özellikle İngilizlerin sömürge siyaseti için Süveyş Kanalı’nı da kontrol etmesi bakımından özel önem taşıyordu. İngiliz casusları bölgeyi Osmanlı’dan kopartmak için her yolu deniyorlardı. Hicaz Emiri Şerif Hüseyin Paşa ile oğulları, savaşın en çetin safhalarının yaşandığı ve adeta ölüm kalım savaşını yapan Osmanlı Devleti’ne karşı İngilizlerin yanında bir isyana kalkışmıştı. Bu durumda isyana karşı tedbir olmak ve Osmanlı Devleti’ne sadık kalacak bölgelerin idarecileriyle görüşerek denge oluşturmak gerekiyordu. Yemen’de Şeyh Yahya ve Necid Şeyhi İbnürreşid Osmanlı’ya sadakatlerini devam ettiriyorlardı.

Necid; Kuzeyden kısmen Bağdat, Basra ve Suriye vilayetleriyle, Doğu’dan Basra Körfezi sahilinde bulunan Lahsa (Ahsa), Güneyden Yemen ve Batıdan da Hicaz Vilayeti ile çevrilmişti.

İşte Akif’in de içinde bulunduğu dört kişilik heyet Necid Sultanı İbnürreşid’in Osmanlı Devleti’ne sadakatini kuvvetlendirmeye, ortamın hassasiyetini anlatmak üzere gidiyordu. Heyet, bu bölgeleri tarayacak, bağlılıkların teyidini alacak ve aşiretlerin tahriklere kapılmamalarını temin edecekti. Şerif Hüseyin’in isyan etmesi halinde yapılacak işlerin neler olacağını konuşacaklardı.

Necid’e giden heyette Mehmet Akif’ten başka, Enver Paşa’nın Yaveri Mümtaz Bey, Afrika ve Arap İşleri Müşaviri Şeyh Şerif Salih el Tunusî ve Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Kuşçubaşı bulunmaktaydı. Heyet toplam yirmi beş kişiden oluşuyordu.

Necid seyahati Almanya’dan biraz farklıdır. Akif, Almanya’da kaldığı iki aylık zaman içinde Berlin’de ikamet etmiş, Almanya’nın bazı yerlerini görmüştür.

Necid seyahatinde ise Osmanlı Devleti’nin geniş bir alanında inceleme ve gözlem yapma imkanı bulacaktır. Bu yolculuk İstanbul’dan Necid’e kadar sürerken tren hattının dışında kalan yerler, Toroslar mekkârelerle (katır veya atlar) geçilmiş, Medine’den sonraki yerlere develerle gidilmiştir. Akif ve beraberindekilerin Necid seyahati şu güzergâh kullanılarak gerçekleştirilmiştir: İstanbul, Pendik, İzmit, Şam, Medine, Bir-i Nasip, Vadi-yi Hamiz, Hâil. Hâil, Teyme Köyü, El Muazzam Tren İstasyonu, Beyrut, Şam, İstanbul.

Gidişte Mehmet Akif ve El Tunusî Şam’da bir süre kalmışlar, Mümtaz Bey ve Eşref Bey o sırada Kudüs’te bulunan 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’yı ziyaret etmek için Kudüs’e gidip gelmişlerdir.

Medine’nin Kuzeydoğusundaki Hâil Kasabası bu yolculuğun merkezi olmuştur. Orada Osmanlı’ya sadık aşiretlerden önce İbnürreşit’le görüşüp Padişahın hediyelerini takdim etmişler, diğer aşiret reislerine durumu anlatmışlardır. Daha sonra Mehmet Akif, Mümtaz Bey ve El Tunusî Hail’de kalmışlar, Eşref Kuşçubaşı, beş koruma ile birlikte Güneydeki Breyd Kasabası’na Sultan Reşat’ın hediyelerini İbn-i Suud’un vekili Emir El Breyd’e teslim etmek için gitmiştir.

Mehmet Akif, Hâil’de bulunduğu günlerde sabahları erken saatlerde kalkıp “Necid Çöllerinden Medine’ye” adlı şiirini yazmıştır.

Hâil çok sıcaktır. Gündüz gölgede 60-70 derece, gece sıfıra yakın çöl iklimi kafileyi yormuştur. Yirmi beş kişilik maiyetten bazılarında hastalık görülmeye başlamıştır. Çanakkale Muharebeleri devam etmektedir. Heyet savaşın son durumunu da öğrenmek istemektedir. Zaten görev tamamlanmıştır. Dönmeye karar verirler.

En yakın istasyon El Muazzam’dır. Fırtına nedeniyle yolculuk tehlikelidir. Bölgeyi iyi bilen yerlilerin tavsiyesi yola çıkmamak yönündedir. Buna rağmen yola çıkılır. Söylendiği gibi tehlikeli ve sıkıntılı çöl yolculuğundan sonra El Muazzam İstasyonu’na önce ulaşan Eşref Kuşçubaşı, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşanın gönderdiği telgraftan Çanakkale Zaferi’nin müjdesini alır. Bir gün sonra El Muazzam’a gelen Akif ve arkadaşlarına Eşref Bey müjdeyi verir. Akif, o gece Çanakkale’den yüzlerce kilometre uzaklıkta “Çanakkale Şehitlerine” şiirinin ilhamını ruhunda yaşadı.

Eşref Bey’in anılarından hem Eşref Edip’in hem de Cemal Kutay’ın aktardığı “Çanakkale Zaferi”nin kazanıldığı haberi ve Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” Şiirini burada yazdığı şeklindeki bilgiler yanlıştır. Çanakkale Deniz Zaferi 18 Mart 1915 tarihindedir ve o sıra Akif, Berlin’den henüz İstanbul’a dönmüştür. Kara Muharebeleri ise 25 Nisan 1915’te başlamış ve 9 Ocak 1916’da sona ermiştir. Heyetin İstanbul’a dönüşleri Ekim 1915 başı olduğuna göre El Muazzam İstasyonu’nda bulundukları sırada bir zafer haberi almaları mümkün değildir. Kara Muharebelerindeki bir başarının haberini almış olmalıdırlar. Çünkü o tarihlerde henüz Seddülbahir Muharebeleri, (25 Nisan 1915-9 Ocak 1916), Arıburnu Muharebeleri, (25 Nisan-20 Aralık 1915), Suvla Çıkartması, Kanlısırt, Conkbayırı ve Anafartalar Muharebeleri (6 Ağustos-20 Aralık 1915) devam etmektedir.

Yol arkadaşı Eşref Kuşçubaşı’nın, “Şimdi size bir hakikati iblağ edeyim… Çanakkale Destanı’nı Mehmet Akif Hicaz yolculuğu devam ederken daha yolda yazdı ve ancak ondan sonradır ki tabii hüviyetine girebildi.” Şeklindeki sözlerini de bu bağlamda değerlendirmek lazımdır. Nitekim Ertuğrul Düzdağ’ın tespitlerine göre, Çanakkale Şehitlerine şiiri 1923-1924 yılları içinde yazılmış ve ilk olarak 10 Temmuz 1924’te Sebilürreşat’ta yayınlanmıştır. “Berlin Hatıraları” sonundaki 85 mısra Çanakkale gazi ve şehitlerine hitap etmektedir, ancak o da Berlin’de yazılmıştır.

Akif Necid seyahatinden dönüşünde Şam’a ve beyrut’a uğramıştır. Şam Mevlevihanesi’ni ziyaret etmiş, Beyrut’ta da Abdüllatif Nevzad’da kalmıştır.

 

YARIN: MEHMET AKİF BALIKESİR YOLUNDA

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *