Şerrin içindeki hayrı bulmak
Kentsel dönüşümün ne kadar gerekli olduğunu tecrübelerin en beteri olan ölümün on binlercesiyle sınanarak anladık.
On binlerce insanımızı barındıran binalar iki dakika aralığında resmen toz bulutuna döndü.
Çöken binaların büyük çoğunluğu 1999 öncesinde inşa edilmişti ama aralarında yeni yapılmış lüks konutlar ve çok katlı rezidanslar da vardı.
Zemini ve müteahhitliği devletin onayından geçen TOKİ’lerinse deprem sınavını başarıyla atlatması kayıplarımız karşısındaki buruk sevinçlerimizden birisi oldu.
Tüm binalar TOKİ titizliğiyle yapılsaydı 44 binden fazla can kaybı yaşadığımız asrın felaketinden değil minimum kayıplardan bahsediyorduk bugün.
Ardı ardına gelen depremlerde yıkılan birçok binanın yanı başında sapasağlam kalan binalar, neredeyse hiç hasar olmayan TOKİ konutları bir doğa hadisesi olan depremin felaketle sonuçlanmasındaki en büyük kusurun beşeri faktörlere dayandığının kanıtıdır.
İnsanın katili yine insan değil mi? Malzemeden çalan müteahhit, maliyet hesabını can güvenliğinin önüne geçiren yapı denetim firması, bilime uygun hazırlanmayan imar planlarına onay veren yönetici vebal sahibi değil mi?
Can kayıplarımızda vebali olanların bir kısmı depremden sonra yakalanarak gözaltına alındı. Soruşturmalar derinleştikçe sorumluluğu olan herkesin yargı önünde hesap vermesi mümkün olacaktır.
Depremin engellenemez bir doğal afet olduğunu bilerek, doğa yasalarının onayından geçen yerleşim yerleri inşa etmek artık Türkiye için bir mecburiyettir.
Bu mecburiyeti tartışma konusu hâline getirmek bile adam öldürmeye teşebbüsten yargılama konusu olmalıdır.
Bu süreçte hepimizin içini tırmalayan konulardan birisi de çok daha geniş alanlarda uygulanabilecek kentsel dönüşüm projelerine bu zamana kadar çıkarılan türlü engeller olmuştur.
İktidar ne yaparsa yapsın otomatik olarak karşısına bariyer oluşturan bir zihniyet her şeye “hayır” dediği gibi kentsel dönüşüme de “hayır” demiştir.
Hayat kurtarıcı olan kentsel dönüşüme siyaset üstü bir mesele olarak bakılabilseydi, mülk sahiplerinin metrekare itirazları üç beş oy fazla almak isteyen siyasetçiler tarafından ajite edilmeseydi sağlam zeminlere oturtulacak depreme dayanıklı yapılarda birçok insanımız hayatta kalabilirdi.
30-40 metrekare için verilen mal mülk mücadelesi birkaç metrekarelik tabutta son bulmazdı.
Devleti vatandaşın evine barkına göz diken arazi mafyası gibi göstererek kentsel dönüşüme “rantsal dönüşüm” adını verdiler.
Riskli yapıların yıkım kararlarını yargı yoluyla durdurdular.
On binlerce insanımızın hayatına karşı kazandıkları zaferi alkışlar eşliğinde kutladılar.
Geçmişte önüne yattıkları kentsel dönüşüm projelerinin on binlerce canı kurtarabileceğini itiraf eden bir muhalefet siyasetçisi henüz kadraja girdi mi?
Yok…
Varsa yoksa devlet kötülemesi…
Hepsinin deprem bölgelerine gidip gelmesi depremzede insanlarımızın acılarını devlet düşmanlığıyla yoğurup enkaz üzerinde sandık çalışması yürütme hesabıdır.
Oysa doğal afetler siyaset üstü görülmediği için bugün böylesine ağır bir tabloyla yüzleşmek zorunda kaldık.
Halk sağlığının gerekiyorsa halka rağmen, gerekiyorsa at gözlüklü muhalefet zihniyetine rağmen korunması gerektiği ortadadır.
Aksi hâlde şerrin içerisindeki hayrı bulmak imkânsızdır.