22 Aralık 2024
weather
6°
Twitter
Facebook
Instagram

Suriye’nin şansı

YAYINLAMA:
Suriye’nin şansı

Ortadoğu’nun sınırları, cetvel marifetiyle çizilmiş suni çizgilerdir. Suriye bu yapay sınırlar içinde akamete uğrayan uluslaşma girişimlerinin somut örneklerinden birisidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışıyla Fransız mandası altına giren Suriye, türlü etnik ve mezhebi zümrelerin bir arada bulunduğu bir memleketti. Sünniler, Nusayriler, Dürziler, Hristiyanlar bu yapının parçalarıydı. Lakin Fransız idaresi, bu zümreleri birbirlerine kenetleyecek milli bir kimlik inşası yerine, tefrika siyasetiyle ihtilafları derinleştirdiler. Elbette bunu yaparak kendilerine yönelik milli bir kurtuluş hareketinin önünü tıkadılar.

1946'da Fransız birliklerinin topyekûn çekilmesiyle Suriye hürriyetine kavuştu, fakat kalıcı bir birlik oluşturmak mümkün olmadı. Sünni çoğunluğun ve Nusayri azınlığın arasındaki güç mücadelesi, rejim değişikliklerine ve darbelere yol açtı.

Hafız Esad ve bilâhare oğlu Beşar Esad, Nusayri elitlerin himmetiyle bir baskı idaresi kurarak bu kırılgan yapıyı tahakkümle yaşatmaya gayret ettiler. Orduyu ve devlet kurumlarını Nusayriler ile tahkim ederek ekseriyetin bilinçaltındaki mezhepsel gerilimleri artırdılar. 

2011’de Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan protestolar, bu fay hatlarını kırarak iç savaşa dönüştü. Muhalif gruplar ve rejimi destekleyen milisler arasında başlayan çatışmalar, içinden çıkılması güç bir mezhep mücadelesine dönüştü. İran, Esad rejimini destekleyerek Şii hilalini genişletmeye çalışırken, Sünni otoriteler muhalif gruplara destek vererek bu yayılmayı bertaraf etmek istedi. Böylece Suriye, vekâlet savaşlarının meydanına döndü. 

Ortadoğu’daki bu mezhep ayrışması, elbette Suriye ile sınırlı değil. Irak’ta Saddam Hüseyin devrinin ABD tarafından bitirilmesinde Şiilerin katkısı vardı.  Lübnan’da benzer fay hatları Hizbullah ve diğer gruplar arasında varlığını sürdürüyordu. Yemen’de Husiler ve Suudi destekli gruplar arasındaki savaş, mezhepsel gerilimin bir başka yansımasıydı. 

Aslında bunların hepsi, Ortadoğu’daki devletlerin uluslaşma süreçlerini tamamlayamadıklarının göstergeleri. Toplulukları bir arada tutacak ortak bir kimlik oluşturulamayınca, mezhepsel ve etnik aidiyetler yıkıcı bir motivasyonla ön plana çıkıyor.

Peki, etrafı bu hengâmeyle çevriliyken, Türkiye birliğini ve bütünlüğünü korumayı nasıl başardı? İngiliz Ajan Thomas Edward Lawrence’ın yapımcılığını yaptığı Büyük Arap Ayaklanması’nın önemli figürlerinden olan Ürdün Kralı Abdullah, Osmanlı’dan kurtuluş öykülerini aktardığı anılarında “Ne yazık ki bu ayrılış, korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olmadı, hatta daha kötüsü meydana geldi. Türkler her istediklerini yaptılar, fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizlerse farklı farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık” diyordu. Türklerin her durumda Türklüklerini korumaları, Arapların mezheplere bölünerek birbirlerine düşmeleri nedendi? 

Esasında bu, başarılı ve başarısız uluslaşma süreçlerinin iki örneğiydi. Osmanlı’dan miras kalan çok kültürlü yapının farklılıklarını, kapsayıcı bir vatandaşlık tanımının içerisine yerleştirmeyi başaran Türkiye Cumhuriyeti,  Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” felsefesiyle siyasi ve içtimai birliğini sağladı. Suriye ise Osmanlı’dan ayrılarak Büyük Arap İmparatorluğu’nun bir parçası olacaklarını hayal edenlerce emperyalizmin kucağına düşürüldü. 

Peki, Suriye’nin bundan sonraki yolu ne olur? 8 Aralık’ta Esad rejimini deviren muhalifler, bugün geç kalınmış vahdeti sağlama konusunda tarihi bir fırsata sahipler. Yeni bir uluslaşma deneyimi mi, yoksa etnik ve mezhebi zümreleri barış içinde kenetleyecek hakkaniyetli bir formül mü? Nasıl bir yolda karar kılacaklarını zaman gösterecek. Fakat her hâlükârda Suriye’nin iç barışını, içtimai ve siyasi birliğini muhafaza edebilmesi elzem. 

Suriye’nin bugünkü en büyük şansı, bu kez sömürgecilerin pençesinde değil, Suriye’nin geleceğini en az Suriyeliler kadar düşünen Türkiye’nin yardım elini uzatmaya hazır olmasında… Türkiye’nin rehberliğinde inşa edilecek yeni bir Suriye, geçmişin yaralarını sarar ve istikbali parlak yarınlara ulaşır. Öyle görünüyor ki, faaliyet ve münasebetler de bu yönde ilerlemektedir.

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *