İnsanı yaşat ki insanlık yaşasın


Toplumda bozulan davranışları, yitirilen değerleri gördükçe hep “Ah, o eski günler...” deriz. Elbette o eski günlerin de kendine göre şikâyet edilen yönleri vardı. Örneğin, Peyami Safa’nın 1935-1950 yılları arasında yazdığı makaleleri okuduğumda, sanki bugünkü toplumsal bozulmaları kaleme almış gibi bir gerçeklikle karşılaştığım olmuştur.
Bugünle geçmiş arasındaki temel fark ise toplumsal çürümenin artık istatistiksel bir boyuta ulaşmış olmasıdır. Her dönemin elbette kendine ait bir atmosferi vardır. Eskiden ayıplanan ve asla meşrulaştırılmayan bazı davranışlar, günümüzde hem daha sık görülmeye başlamış hem de bu davranışları meşrulaştıranların sayısı artmıştır.
48 yaşındayım. Çocukluk ve gençlik yıllarımı hatırlıyorum; o dönemlerde toplumda hayatını kaybeden ya da sağlık problemi yaşayan insanlara karşı büyük bir duyarlılık vardı. İnsanların davranışlarını yönlendiren ve denetleyen bir toplumsal mekanizma mevcuttu. Bu mekanizma, bireylerin yalnızca kendi vicdanlarına değil, aynı zamanda çevresel değer yargılarına da kulak vermelerini sağlardı.
Mesela bir apartmanda ya da mahallede biri hayatını kaybettiğinde herkes son derece hassas davranırdı. Sessiz konuşulur, gülünmez, radyo ve televizyonlar açılmaz, düğün tarihleri bile ertelenir yahut müziksiz yapılırdı. Komşular, cenaze evine yemek götürmek için adeta seferber olurdu. Hastalar için de benzer bir hassasiyet gösterilirdi. Tüm bunlar yaşanırken kimse siyasi, ideolojik, etnik ya da mezhepsel farklılık gözetmez; davranışlar insanlık ekseninde şekillenirdi.
Gelin görün ki, son yıllarda tanık olduğumuz olaylar toplumun ne denli olumsuz bir dönüşüm geçirdiğini açıkça ortaya koyuyor. Son dönemde yaşananlara baktığımda, gidişat gerçekten hayra alamet değil…
Mesela yakın zamanda yaşanan bazı olaylar bunun vahim örnekleridir:
Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin isimli bir çocuğun öldürülmesiyle ilgili olarak annesi, ağabeyi ve amcası tutuklandı. Üstelik o süreçte geniş aile fertlerinin jandarmayı sahte ihbarlarla oyalayarak soruşturmanın seyrini saptırmaya çalıştığı iddiaları kamuoyuna yansımıştı. Toplumun vicdan cephesinde 8 yaşındaki bir çocuğun ölümüne dair hüzün varken, ailenin kahkahalar içinde birbirleriyle görüşme anı zaten çok şeyi anlatıyordu.
Bolu Kartalkaya’da bir otelde çıkan yangında kimi yanarak, kimi boğularak 78 kişi yaşamını yitirdi. Kurtarma çalışmaları sürerken, olay yerine yakın bölgede insanların kayak yapmaya devam etmesi, eğlenmeyi sürdürmesi ne yazık ki toplumsal duyarsızlığın çarpıcı bir göstergesiydi. Orhan Veli Kanık’ın "Anlatamıyorum" adlı şiirindeki gibiydi manzara:
“Bir tarafta ölüm, bir tarafta eğlence
Anlatamıyorum, anlatamıyorum
Bir tarafta ağlayan, bir tarafta gülen insanlar
Anlatamıyorum, anlatamıyorum.”
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Yolsuzluk, rüşvet ve terör” dosyasından operasyona uğramış Ekrem İmamoğlu’nu ve onun kadrosunu savunmak için yandaşlarını Saraçhane önünde topluyor. Toplanan SOL’ucanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatını kaybetmiş annesine ağır küfürler ediyor. Ben başka hiçbir partinin mitinginde bir siyasinin, bir Cumhurbaşkanı’nın ölmüş annesine küfür edildiğine şahit olmadım. Olan var mı? CHP, her ahlaksızlığın hem ilk yaşatanı hem de uygulamaya devam edeni durumunda...
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin geçirdiği sağlık operasyonunun ardından sosyal medyada yapılan iğrenç yorumlar da, bu bahsettiğimiz sosyal çürümeye en büyük örnek olmuştur. Bu iğrençliği sergileyenler yalnızca sosyal medya trolleri değil; bazı köşe yazarları, yorumcular, siyasiler ve sanatçılar da bu ahlaksızlığa katılarak bu kokuşmuşlukta yerlerini almıştır. Bir sağlık problemi karşısında bu kadar iğrençleşen bir kitleyi belki de ilk defa hepsi bir arada gördüm.
Ve Mattia Ahmet Minguzzi… Henüz 14 yaşında, tertemiz bir geleceği olan bu çocuk, iki serseri tarafından hayattan koparıldı. Ailesi adalet isterken, bazı kesimlerin katilleri desteklemesi ve ailesi başta olmak üzere vicdani duruş sergileyenleri ölümle tehdit etmesi… En alçakçası da Mattia Ahmet Minguzzi’nin mezarına saldırılması... Bu artık sadece bir hukuk meselesi değil; bu, tam anlamıyla toplum için bir insanlık meselesi olmuştur.
Toplumsal çürümenin bir başka acı örneği de sanatçı Volkan Konak’ın ölümüyle gözler önüne serildi. Sahnede geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda eden, toplumun her kesimi tarafından dinlenen bu sanatçı için bazı çevrelerden —ne yazık ki müftülük makamından dahi— “Sahnede gebermiş” gibi çirkin ifadeler geldi.
Volkan Konak’ın ölümü ardından ortaya konan çirkin söylemler ve ithamlar karşısında bir yazı kaleme almıştım. Her kesimden büyük destek alan bu yazım, aslında diğer örneklere de cevap niteliğinde olmuştu:
GEBEREN VAR!
Hem de çok geberen...
Gün geçtikçe daha fazlası geberiyor.
Peki, ne geberiyor?
Bu toplumda insani değerler, hasletler, erdemler geberiyor...
Ölçüler tükendi, insanlık can çekişiyor.
Aylardır, yıllardır yazıyorum: İnsanların hastalığıyla dalga geçmeyin, ölümler üzerinden kin ve nefret kusmayın diye...
Bu çürümüşlük her kesimde kendini gösteriyor.
“O yapıyor, bu yapmıyor” diye bir ayrım yok.
Herkes el birliğiyle, adeta seferberlik hâlinde insani değerleri gebertiyor.
Aylardır SOL’ucanların ve yandaşlarının, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin geçirdiği ameliyat sonrası yürüttükleri iğrenç propagandaları ibretle izliyoruz.
Tek kelimeyle: lağımın içinde debeleniyorlar.
Geçtiğimiz günlerde “Kuzeyin Oğlu” Volkan Konak sahnede hayatını kaybetti.
Fikirlerini beğenmeyebilirsin.
Ama “Geberdi” diyorsan, asıl geberen senin içindeki insanlıktır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) “Ölülerinizi hayırla yâd edin” buyurmuşken; bir müftü çıkıp “Sahnede gebermiş” diyorsa, bu, İslam’a leke sürme çabasıdır.
Müftü bunu yaparsa, troller neler yapmaz?
Kimsenin hastalığıyla dalga geçmeyin. Başınıza gelir.
Kimsenin ölümüne kin kusmayın. Aynı acı sizin de kapınızı çalabilir.
Volkan Konak’ın 55 çocuğu okuttuğunu, insanlara yaptığı iyilikleri unutmayın.
Onu nefretle değil, eserleriyle yâd edin.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
İnsani değerleri gebertmeyin.
Yaşatın.
Yaşatın.
Yaşatın… (1 Nisan 2025)
***
Tüm bu örnekler tek bir gerçeği haykırıyor:
Biz yalnızca değerlerimizi değil, insan kalabilme melekemizi de yitirme noktasına geliyoruz. İnsani değerler ölürse, insanların yaşamındaki sevgi, saygı, huzur, güven tamamen ortadan kalkar.
Peki, hâlâ geç değil mi?
Elbette geç değil. Ancak bir silkinişe ihtiyacımız var. Vicdanı olan herkesin, siyasi görüşü, inancı, etnik kökeni ne olursa olsun, ortak bir “insanlık paydasında” buluşması gerekiyor.
Belki de artık “Ah, o eski günler…” demek yerine,
“Nasıl bir gelecek kurabiliriz?” diye sormanın vakti gelmiştir.
Aksi halde daha ileriki yıllarda bugünümüze şükredeceğiz, bugünleri daha çok arayacağız…
Değerli sanatçımız Mustafa Yıldızdoğan “İnsanlar” eserinde ne güzel söylüyor:
“EMANET BU DÜNYA / BEDENDE CAN BİLE / NE VAR Kİ SEVGİYLE / YAŞASAK EL ELE”