1700 metreye yakın rakımı olan bölgede Türklerden önceki yerleşimlere ait çok sayıda kurgan bulunmaktadır. Ekibimiz, büyük bir otlak, ova olarak tanımlayabileceğimiz, çevresi dağlarla çevrili, eni 20, boyu 40-50 kilometreye yaklaşan alanda beşten fazla kurgan ziyaretinde bulunmuştur. Türk Kağanlığı’ndan kalma kurgan ile öteki kurganlar arasında büyük farklılıklar vardır. Türkler öncesi kurganlar etrafı yere gömülmüş taşlarla çevrili, iç içe kare şeklinde olan yapılardır. Kurgan yarığının önünde elips veya daire şeklinde taşlarla çevrili birkaç metrelik alan bulunuyor. Kurganın köşelerinde burç misali bir-iki metrekarelik taş yığınları yer alıyor. Bu kurganlar tepenin yamaçlarına serpiştirildiği gibi bir-ikisi de tam tepeye kurulmuştur. Türk Kağanlığı’ndan kalma kurgan ise ovanın tam ortasındadır. Asıl kurgan alanının çevresi ise, bugün kurgan yarığından çıkartılmış taşlarla doludur. Hemen önünde ve sağında ise uzunlamasına sıralanmış balballar bulunuyor. Türk kurganlarının en önemli ayırt edici yönü işte bu balballardır. Esas olarak öldürülen düşmanı temsil eden bu balballar Türklerden, kağanlardan ve kağana yakın kişilerden kalma kurgan alanlarının neredeyse tamamında görülüyorlar. Hem birinci, hem de ikinci Türk kağanlıklarından kalma kurgan yani anıt mezarlarda balbalların mutlaka bulunması dikkat çekiyor. Demek ki ilk Türk devletindeki balbal dikme geleneği, ikinci Türk devletinde de unutulmamış, sürdürülmüştür. Bugut Yazıtı’nın ekibimiz tarafından sürdürülen çalışmaları henüz tamamlanmamıştır. Ancak Soğdca yazıtın en yeni çevirisinden, Yoshida Yutaka’ya ait olan çevirisinden bir bölümü örnek olarak vermek istiyorum: “Bu ‘kanun taşı’nı Türklerin Aşinas boyundan hakanlar dikti. * * * (olmaktadır?) Muḳan Kağan’ın Yaruka (adlı) kardeşi Nivar Kağan, Urkupar-Çraçu-Maġa-Tatpar Kağan için * * * yaptığında, işte, ilahî Muḳan Kağan ile ilahî Maġa-Tatpar Kağan doğudan batıya kadar tüm dünyanın hükümdarıydı…”
İkinci olarak yazıtın bulunduğu kurgan bölgesine gidilmiş, yazıtın çıkartıldığı kurgan alanı incelenmiştir. 1700 metreye yakın rakımı olan bölgede Türklerden önceki yerleşimlere ait çok sayıda kurgan bulunmaktadır. Ekibimiz, büyük bir otlak, ova olarak tanımlayabileceğimiz, çevresi dağlarla çevrili, eni 20, boyu 40-50 kilometreye yaklaşan alanda beşten fazla kurgan ziyaretinde bulunmuştur. Türk Kağanlığı’ndan kalma kurgan ile öteki kurganlar arasında büyük farklılıklar vardır. Türkler öncesi kurganlar etrafı yere gömülmüş taşlarla çevrili, iç içe kare şeklinde olan yapılardır. Kurgan yarığının önünde elips veya daire şeklinde taşlarla çevrili birkaç metrelik alan bulunuyor. Kurganın köşelerinde burç misali bir-iki metrekarelik taş yığınları yer alıyor. Bu kurganlar tepenin yamaçlarına serpiştirildiği gibi bir-ikisi de tam tepeye kurulmuştur.
Türk Kağanlığı’ndan kalma kurgan ise ovanın tam ortasındadır. Asıl kurgan alanının çevresi ise, bugün kurgan yarığından çıkartılmış taşlarla doludur. Hemen önünde ve sağında ise uzunlamasına sıralanmış balballar bulunuyor. Türk kurganlarının en önemli ayırt edici yönü işte bu balballardır. Esas olarak öldürülen düşmanı temsil eden bu balballar Türklerden, kağanlardan ve kağana yakın kişilerden kalma kurgan alanlarının neredeyse tamamında görülüyorlar. Hem birinci, hem de ikinci Türk kağanlıklarından kalma kurgan yani anıt mezarlarda balbalların mutlaka bulunması dikkat çekiyor. Demek ki ilk Türk devletindeki balbal dikme geleneği, ikinci Türk devletinde de unutulmamış, sürdürülmüştür. Bugut Yazıtı’nın ekibimiz tarafından sürdürülen çalışmaları henüz tamamlanmamıştır. Ancak Soğdca yazıtın en yeni çevirisinden, Yoshida Yutaka’ya ait olan çevirisinden bir bölümü örnek olarak vermek istiyorum: “Bu ‘kanun taşı’nı Türklerin Aşinas boyundan hakanlar dikti. * * * (olmaktadır?) Muḳan Kağan’ın Yaruka (adlı) kardeşi Nivar Kağan, Urkupar-Çraçu-Maġa-Tatpar Kağan için * * * yaptığında, işte, ilahî Muḳan Kağan ile ilahî Maġa-Tatpar Kağan doğudan batıya kadar tüm dünyanın hükümdarıydı…”
Terracotta’da Türkçe Yazıt Türkler ve sonra Uygurlar, Tang Hanedanı döneminde en ihtişamlı günlerini yaşayan Çin’in başkenti Çang-an (Şian) ile her daim alışveriş içerisinde olmuşlardı. Moğolistan’da Türk devletine son veren ve aynı bölgede devlet kuran Uygurlar, Tang ile çok sıkı ilişkiler içerisindeydiler. Bu iyi ilişkiler çerçevesinde Yağlakar Hanedanı’nın son yıllarında, 794’te Çang’an şehrine gelip buraya yerleşen ve Çin adına çeşitli askerî görevler alan bir Uygur prensi, hayatının baharında, yeni geldiği topraklarda daha birinci yılındayken bir hastalık dolayısıyla vefat etmişti. Prensin yaptıklarını hayranlıkla karşılayan imparator onun adına Çin usulünce, tablet şeklinde küçük bir yazıt hazırlatır. Toplam 17 kısa satırdan oluşan yazıtın bulunduğu tabletin büyük bölümünde, yazıtla örtüşen Çince bir metin de var. Yazıt 2011 yılında bulunmuşsa da 2013 yılında internet ortamında ulaşılabilir hale geldi. Bugüne kadar başta C. Alyılmaz ve V. Rybatzki’ye ait olmak üzere çeşitli yayınları var. Yazıtın 2014’ün Şubat ayında bulunduğu müzede yaptığım çalışmaya dayanan, düzeltilmiş ikinci transkripsiyonu sağdaki tabloda gösteriliyor.
Sonuç olarak Türklerden kalan belgelere göre Türk dili ve tarihi son 50 yıla kadar yalnızca “Göktürk Yazıtları”ndaki bilgilere göre yorumlanabiliyordu. Şimdi birincisi 1970’ten beri bilinen Bugut Yazıtı, ikincisi ise 2014’ten beri (ekibimiz tarafından çözümlenen) Hüys Tolgoy Yazıtı aracılığıyla, Kül Tegin ve Bilge Kağan yazıtlarından 150 yıl önce Türk hakanları ve yaptıkları işler hakkında bilgi edinmiş oluyoruz. Bu belgelerin Çin kaynakları ile destekli olarak yeni yorumları, Türklerin eski tarihi konusunda ufuk açıcı yenilikler getirecektir.