Sorun sistem mi, yoksa Hande Fırat mı?
Geçtiğimiz günlerde kırsalda küçük aile işletmelerinin desteklenmesi kapsamında uygulanan hibe desteğinin, Ankara’da 16 projeye verileceği açıklandı. Hibe desteği almaya hak kazanan isimlerden birinin Hande Fırat olması ilgili ilgisiz herkesin dikkatini çekti. Her zaman “tarım siyaset üstüdür” diye dillendirenler bu işin siyasetini bile yapmaya kalkıştılar. Hikâye, teşvik kapsamında “küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yapımının hibeye esas proje üst tutarının 7 milyon TL, proje tutarının yüzde 50’si hibe olarak verilecek.”
Sevgili dostlar, bu hibeler yıllardır kâğıt üzerinde şartları sağlayan, tarım sektörüyle herhangi bir bağı olsun veya olmasın; büyük şirketlere, avukatlara, doktorlara, sanatçılara, popçulara, futbolculara, siyasetçilere ve yakınlarına peynir ekmek gibi verilmiyor muydu?
Söyler misiniz bu destekleri alanların yüzde kaçı çiftçi?
Daha iki yıl öncesinde Coşkun Sabah Bey, Anılar şarkısı eşliğinde 1 milyon liralık yatırımla, 1780 metrekarelik tavuk çiftliği kurup, 15 bin tavukla yumurta üretimine başlamadı mı? O zaman neden tepki göstermediniz? Üstelik “tavukçuluktan kazandığım parayı müzik sektörüne yatırım yapacağım” dediği hâlde.
Bu sorun ne Hande Hanım’ın sorunu ne de Coşkun Bey’in sorunudur. Bu sorun tamamen bir sistem sorunudur!
Bir yandan, özellikle tarımın (bitkisel ve hayvansal üretim) içinde olmayan insanlar genelde riskleri görmeyip sadece kâğıt üzerinde ciroyu hesapladıkları için en küçük krizde ya kapılarına kilit vurmuşlardır ya da işten anlamadıkları için dolandırılmışlardır. “Kaybeden genelde tarım sektörü olmuştur” maalesef.
Diğer yandan, sektör dışından insanlar genç ve yeniliğe açık insanlardır. Bu insanlarla teknolojinin tarımsal faaliyetlerle bir araya gelmesi ve bazı belirsizliklerin en aza indirgenerek, verimli, sürdürülebilir “akıllı tarım” kavramı daha kolay anlaşılacaktır. Tarım sektörüne başka bir sektörden gelen girişimciler gözlemlenebilir, kaliteli, düşük maliyetli ve her geçen gün bir adım daha ileriye giden tarım faaliyetlerine imkân sağlayacaklardır. Ancak tarımsal faaliyet bu insanlar için ikinci bir gelir kapısı, kazanç sektörüdür. Dolayısıyla teşvikte öncelik bu insanlardan ziyade; kazanç kapısı, ana gelir kaynağı tarım sektörü olan ve sektörün içinde kendini yetiştirmiş, ekonomik olarak tek gelir dayanağı tarım olan yetiştiricilere verilmesi gereklidir, şarttır!
Özetle bu mesele Hande Hanım meselesi değildir. Asıl mesele bir sistem meselesidir, sorunudur! Bu vesileyle Hande Fırat Hanım’a başarılar diliyorum. Allah utandırmasın!
HANGİ DÖNÜŞÜM?
Kentsel dönüşüm, 1999’da yaşanan depremden sonra dilimize giren bir ifadedir. İnşaat sektörü konuşulduğunda genelde en çok merak edilen konular arasında “kentsel dönüşüm” kavramı yer almaktadır.
Kimilerine göre rant kapısı, kimilerine göre herhangi bir depremde yaşanacak yıkımı en aza indirmek için gerekli ve kaçınılmaz bir konudur. Teoride ise tamamıyla kamu yararına, makul ve yerinde bir politikadır.
Teknik boyutlarının yanı sıra hukuki boyutları da olan kentsel dönüşüm, “6306 sayılı Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkında Kanun” uyarınca uygulanan bir süreçtir. Bir ülkenin bütün şehirlerinin önemli bölgelerinde kentsel dönüşüm ihtiyacı hissedilebilir. Yalnız bu ihtiyaç sadece şehirlerin önemli bölgelerinde ihtiyaç olarak görülmemelidir. Köylerde yer alan ve risk teşkil eden yapıların da bu kapsamda olduğu unutulmamalıdır. Ama nedense kentsel dönüşüm denildiğinde bizim iki şey aklımıza geliyor. İlki sadece şehirlerin önemli bölgeleri aklımıza gelirken ikincisi ise yasanın depreme hazırlık için değil rant odaklı işletilmesi akıllara geliyor. Dolayısıyla şehirlerin en riskli ilçeleri kentsel dönüşüme girmezken, getirisi yüksek bölgelerde binalar yükseliyor tezi ortaya çıkıyor.
Hâlâ kentsel dönüşümden bahsediyoruz ama köylerde yer alan ve risk teşkil eden yapılardan hiç bahsetmiyoruz. Çünkü birçoğumuz ya yasayı tam olarak anlamamış ya da kentsel dönüşümün tanımını bilmiyoruz. Oysaki “kentsel dönüşümün tanımı gereği, bir ülkedeki şehir ve köylerde yer alan ve risk teşkil eden yapıların, güvenli bir şekilde yeniden inşa edilmesi sürecidir.”
Ülkemiz bu anlamda kentsel dönüşüm faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı bir ülkedir. Fakat kırsal dönüşüm için bu yoğunluktan bahsetmek mümkün değildir. Oysaki “köylerimiz ve diğer kırsal yerleşim birimlerimizdeki yapı stokunun büyük kısmı dayanıksız, sağlıksız, asgari insani ihtiyaçları karşılamaktan uzak bir durumdadır.”
6 Şubat gecesi yaşadığımız yüzyılın felaketinin arkasından tam 85 gün geçti. Deprem o kadar şiddetli ve geniş coğrafyaya etki etti ki hem şehirlerde hem de kırsal alanda çok büyük tahribat yarattı. Depremden etkilenen bölgenin ülkemiz tarım topraklarının yüzde 17’si bu bölgede yer almaktadır.
Depremi geniş bir coğrafya (11 ilimiz) yaşamış ve bu kırsal coğrafyada yaklaşık 12 bin köy ve bu köylere bağlı olarak deprem yaklaşık 364 bin çiftçimizi etkilemiştir.
Cumhurbaşkanlığı Strateji Dairesi Başkanlığının 18 Mart tarihli basın açıklamasına göre, muhtemelen hasar tespitine göre depremin tarım sektörüne verdiği zararın 24,2 milyar lira olduğu belirtildi.
Depremde hem can hem de mal kaybı yaşayan üreticilerin birçoğunun sermayeleri enkaz altında kalmış, birçoğu canlarını zor kurtarmıştır. Bölgede bankalar yeni yeni aktifleşmekte ve her finans kuruluşunun deprem bölgesi için risk algıları ve yaklaşımları değişkenlik gösterdiğinden farklı yaklaşımlar da sergilemektedir. Ocak 2023 tarihi itibarıyla, deprem bölgesi üreticilerinin finans kuruluşlarına olan borcu yaklaşık 52 milyar lira olarak görülmektedir. Borçların yüzde 75’i kamu bankalarınadır.
Kırsal dönüşüme katkı sağlamayı bir kenara bırakalım; kırsalda depremden etkilenenler mevcut borçların üretmeden ya da eksik üreterek nasıl döndürüleceği ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Öyle görünüyor ki, kamu ve bazı özel bankaların geçmiş borçlarını bir yıl öteleseler dahi yeterli olmayacaktır.
Kırsal Dönüşüm Projesi, öncelikli olarak deprem geçirmiş kırsalda ivedi bir şekilde uygulanmalıdır. Depremin yaraları sarıldıktan sonra, kırsal dönüşümü kırsalda sadece deprem bölgesinde uygulamalı olarak düşünülmemeli, istihdam imkânları ve geçim kaynakları önemli ölçüde daralmış bulunan, yaşam standartları düşük, sürekli göç veren ve devlet desteğine muhtaç olan kırsal yerleşim birimlerimizin yenilenmesi ve geliştirilmesi için de “Kırsal Dönüşüm Projesi” düşünülmelidir.
Kuşkusuz insanlar günümüzde daha sakin, daha temiz yerlerde, doğaya daha yakın olarak ve daha çok mekân kullanarak yaşama isteği gerçekleştirmektedir. Bu nedenle, sanayi sonrasının toplumunun gelecek dönemlerde yeni bir kırsal yapısı olmayacaktır. Artık “kırsal alan kentsel mekâna dönüşmekte, kentli nüfusça kullanılmakta, kentsel kurumlarca denetlenmekte ve yönetilmektedir.”
Son söz: Dünyanın ve ülkelerin geleceğini belirlemede en önemli bir süreç olan kentleşmeyi durdurmaya olanak yoktur. Ancak toplumsal katmanlar arası ve bölgeler arası dengeli kalkınma, yerleşme, arsa ve konut yöneltileriyle kentleşmenin yönü değiştirilebilir. Kırsal Dönüşüm Projeleriyle kırsalda bölgeler arası gelişmişlik farklılıkları daha sağlıklı biçimde, daha normal bir hızla gerçekleşmesi sağlanabilir.
Hem diyoruz ki kırsala dönün hem de diyoruz ki şehirde doğal gaz yakarken köye dönün tezek yakın! Dostlar, şehirdeki imkânları da kırsala sunmalıyız!
Kendinizi ve etrafınızı iyileştirdiğiniz bir hafta diliyorum.