Dedeağaç’ta Fransız hareketliliği
Geçtiğimiz hafta içerisinde Fransa Kara Kuvvetleri Stratejik Nakliye ve Tedarik Merkezi‘nden bir grup subay, Dedeağaç Liman Müdürü Konstantinos Hacimihail ile toplantılar gerçekleştirmiştir. Liman Müdürü Hacimihail toplantıya dair yaptığı açıklamada “Dedeağaç Limanı’nın Fransız ordusu tarafından kullanılmaya başlamasını ele aldıklarını” ifade etmiştir. Bu bağlamda geçen 10 ay içerisinde Dedeağaç’ı iki kez ziyaret eden Fransa’nın Atina Büyükelçisi de Fransa’nın limana yanaşan Fransa Deniz Kuvvetlerine ait gemi sayısının artacağı yönünde açıklamalarda bulunmuş olması dikkatlerden kaçmamıştır.
Yunanistan, 2021 yılında Fransa’ya 24 adet Rafale savaş uçağı sipariş etmiş ve şimdiye kadar bunun 17 tanesini teslim almıştır. Diğer yandan Atina’nın, Paris’e 3 adet Belharra tipi fırkateyn sipariş ettiği de bilinmektedir. Fransa ve Yunanistan arasındaki askeri yakınlık, 2012 yılında imzalanan “Savunma ve Güvenlik İçin Stratejik Ortaklık Anlaşması”-ki anlaşmanın ikinci maddesi taraflardan birinin egemenlik bölgesine silahlı saldırı olursa, diğerine eldeki tüm uygun araçlarla yardım ve katkı sağlama yükümlülüğü vermektedir- ile farklı bir boyut kazanmıştır.
Dedeağaç Limanı’nda ABD’nin de uzun bir süredir askeri varlığını artırması ve limanın ABD Deniz Kuvvetlerinin “çelik yumruğu” olarak da bilinen “Arleigh Burke” sınıfı muhrip gemiler (destroyer) ile benzer büyüklükteki savaş gemilerinin yanaşabilecekleri şekilde genişletilmesi planı dikkatlerden kaçmamış, yine özelleştirme ihalesinin ABD şirketlerince alınmış olması gündeme gelmiştir.
Hem ABD hem de Fransa’nın, gayriaskeri statüde bulunan ve Yunanistan’ın “uluslararası hukuku” hiçe sayarak silahlandırdığı adalar konusunda Türkiye ile yaşadığı problemlerde Yunanistan’ı desteklemeleri hepimizin malumudur. Hâl böyleyken ve Yunanistan ile Fransa arasında 2012 yılında imzalanan anlaşmanın ikinci maddesi ortadayken Fransa’nın Dedeağaç Limanı’nı aktif olarak kullanma isteği akıllara farklı konuları getirmektedir.
ABD, Rusya-Ukrayna savaşının akabinde her ne kadar Rus tehdidi bahanesini öne sürerek Dedeağaç’taki etkinliğini artırmış olsa da Türkiye çevresinde bulunan askeri varlığı ve Yunanistan-Türkiye anlaşmazlığındaki tavrı ile yine Güney Kıbrıs Rum Kesimi özelindeki tavır ve tutumu göz önünde bulundurulduğunda Rusya’nın sadece bir bahane olduğu düşüncesini doğurabilmektedir.
NATO, her ne kadar Türkiye’nin siyasi tarihinde şaibeli olarak anılsa da ülkemiz NATO kapsamında verilen görevleri yerine getirmiştir. Ancak müttefikimiz olduğunu öne süren ülkelerin, Türkiye’nin “egemenlik ve milli güvenlik” meselelerinde ülkemiz karşısında tavır almaları ise görünen bir gerçeklik olmakla beraber müttefiklik ruhu ile de bağdaşmamaktadır.
21. yüzyılda yaşanan gelişmeler ile son dönemde yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı da etkisi itibarıyla küresel düzenin yeniden kurulmaya başladığını açık etmiştir. Türkiye’nin, Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu irade ile günümüz şartlarında artık edilgen değil etken, söz dinleyen değil sözünü dinleten bir yapıya kavuştuğu tüm çevrelerce iyi anlaşılmalıdır. Zira Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel anlamda “egemenlik hakları ve milli çıkarlarının” gözetilmesi barışa dayalı uluslararası düzenin tesis edilmesinde önemli bir faktördür.
Son dönemde yaşanan gerek Rusya-Ukrayna savaşı gerekse de Türklüğün zaferi ile sonuçlanan “İkinci Karabağ Savaşı” sonrası ülkemizin ortaya koyduğu tavır; vasat bulan problemlerin çözümü noktasında Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olduğu gerçeğini tekraren ortaya koymuştur.
Bu bağlamda özellikle de Türkiye’nin “milli güvenliği, hak ve menfaatleri” aleyhinde sonuçlar doğurabilecek anlaşma ve çabaların muhataplarına da zarar vereceği iyi anlaşılmalıdır.
Türkiye her zaman iyi komşuluk, barış ve diplomasiden yana olan tavrını korumuştur. Ancak egemenlik hakları konusunda taviz vermeyeceği, bölgesel tehditler oluşturulma çabalarına sessiz kalmayacağı da gerek şanlı tarihimize bakıldığında gerekse de günümüz şartları altında değerlendirildiğinde açıkça görülmektedir.