Orta Doğu kana bulanmak isteniyor
İsrail’in 7 Ekim tarihinden beri Gazze’de yürüttüğü soykırım süreci Orta Doğu’da bölgesel geniş çaplı savaş riski ihtimalini giderek artırır hale gelmiştir.
İsrail’in önce Lübnan ve sonrasında da İran’a yönelik saldırıları gerilimi farklı bir boyuta taşımış, ABD ve İngiltere’nin Kızıldeniz geçişli küresel ticareti emniyet altına alma iddiasıyla Yemen’e karşı yürütmeye başladığı gündem Kızıldeniz ve çevresinde savaş riskini artırmıştır. ABD ve İsrail’in ortak karanlık emeller çerçevesinde izledikleri politikalar Orta Doğu’nun huzursuz ortamını daha da karmaşık hale getirmeye başlamıştır. Bölgede yürütülen savaş yanlısı çarpık zihniyet uzun süredir doğrudan ya da dolaylı olarak mücadele içerisinde olan tarafların da yeni tedbirler alması hususunda baskı unsuru oluşturmuştur. İsrail’in Lübnan, İran ve Suriye’ye yönelik saldırıları sadece Filistin ile kısıtlı olmayan bir gündemi bugün karşımıza çıkarmaktadır.
İran’ın, İsrail saldırılarına cevap vereceğini duyurmasının akabinde Irak ve Suriye’yi hedef alması devletlerin kendi sınırları dışında birbirleri üzerinde baskı oluşturma, cevap verme mücadelesine dönüşmüştür. Tahran yönetiminin Irak’ın Erbil şehrine balistik füzeler ile düzenlediği saldırılarda MOSSAD ajanlarının hedef aldığını açıklaması ve yine Suriye’nin İdlib şehrinde de DEAŞ noktalarını hedef aldığını duyurması devletlerarası mücadelenin önümüzdeki süreçte de Orta Doğu’daki farklı ülkelerin topraklarında devam edebilme riskinin giderek yükseldiğini şimdiden göstermektedir. Son olarak Salı günü İran’ın Pakistan sınırındaki bölgelere Ceyşu'l Adl isimli örgütü hedef alma bahanesiyle füzelerle saldırması ve Pakistan’ın da buna karşılık vermesi yeni bir gündemi oluşturmaya koyulmuştur.
Geride bıraktığımız Eylül ayında Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de gerçekleşen ve “Tek Dünya” sloganıyla toplanan G20 Liderler Zirvesi’nin en dikkat çekici sonuçlarından birisi Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) projesinin duyurulması olmuştur. Proje ile Hindistan’dan başlayıp Basra Körfezi ile Arap Yarımadası’na oradan da İsrail bağlantılı olarak Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşacak yeni bir ticari hattın oluşturulması hedeflenmektedir. Hali hazırda kapsamlı ve uygulanabilir ekonomik koridor çalışmalarının çok taraflı anlaşmalarla olumlu yönde önemli gelişmeleri gündeme getirdiği bir süreç içerisinde özellikle de ABD’nin öncülüğünde reaksiyonel bir yaklaşımla ortaya atılan IMEC projesinin hayata geçirilebilmesi için diğer projelerin güvenliğinin tehlikeye girmesi ve uygulanabilirliğinin sorgulanması gerekmektedir. Çin-Hindistan, Hindistan-Pakistan ve Pakistan-İran arasındaki geçmişe dayalı çekişmeyle beraber bugün Kızıldeniz ile çevresi ve İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım bu çerçevede ele alınmalıdır.
Diğer yandan ticari koridor çalışmalarında gerek sahip olduğu stratejik konumu gerekse de insanlığın huzurunu temel alan politikaları ile en güvenilir ortak, en güvenli rota olmasıyla küresel barış ve istikrarın 21. Yüzyıldaki kilit noktasının Türkiye olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Küresel rekabetin böylesine kızıştığı bir atmosferde sınır ötesinde PKK terör örgütü üzerinden Türkiye’yi sözde yıpratma faaliyetlerindeki hareketlilik öte yandan Gazze konusundaki tutumuzla Türk Dünyası ve İslam ülkeleri ile yürüttüğümüz ortak çabaların Türk-Arap gerginliği çıkarılarak engellenmeye çalışılmasına yönelik faaliyetler ayrıca Körfez bölgesinden ülkemizi uzaklaştıracak girişimler giderek artacaktır.
Türkiye, hem kendi milli bekasına yönelik hem de insanlığın huzurunu bozmak adına oynanan karanlık ve şeytani oyunları bertaraf edebilme irade, imkân ve kudretine sahip tek küresel güçtür.