23 Aralık 2024
weather
6°
Twitter
Facebook
Instagram

Kanıt

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Kanıt

Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948'de onayladığı ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne göre; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen fiillerin “soykırım suçu” oluşturduğu kabul edildi. Bu tanıma öncülük eden ise yine Polonyalı bir Yahudi olan Raphael Lemkin’di.

Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi, grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemlerin alınması ve gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi suçlarından herhangi birinin işlenmesi soykırım suçu olarak kabul edildi. Bu maddelerden bir tanesinin bile işlenmesi soykırım suçu sayılması için yeterli…

İkinci dünya savaşı sırasında Yahudilere uygulanan soykırım suçu bugün Yahudiler tarafından Gazze’de Filistinlilerle yönelik uygulandı. Hastane, ambulans, okul, cami, kilise, pazar yeri ve sivil yerleşim yerlerinin hedef alınması, öldürülen insanların yüzde 70’ini kadın ve çocukların oluşturması, fosfor bombası gibi kimyasal kitle imha silahlarının kullanılmasına kadar birçok “kanıt” bu suçu somutlaştırdı. Dolayısıyla Güney Afrika tarafından Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanına (UAD) taşınan soykırım davası da bu kanıtlar eşliğinde görüldü.

Güney Afrika’nın, UAD’ye 29 Aralık 2023’te İsrail aleyhine açtığı davanın ara kararı dünyanın geçtiği adalet sınavı açısından umutları tekrar canlandırdı. “Geciken adalet, adaletsizliktir” gerçeği önümüzde dursa da, Gazze’yi çocuk mezarlığına dönüştüren soykırımcı İsrail nihayet sanık sandalyesine çıktı. Lahey UAD bugüne kadar hiçbir ülkeyi soykırım suçuyla yargılamadı. Bu açıdan da İsrail’in soykırım suçuyla yargılanması bir ilk olarak tarihe geçti.

İsrail’in itirazlarına rağmen UAD tarafından verilen “ihtiyati tedbir” kararı henüz “soykırım suçunun işlendiği” anlamına gelmese de bu suçun “makul seviyede” ispatladığı kanaatini oluşturdu.

Karara göre, UAD’nin uygulanmasını istediği tedbirler arasında İsrail'in Gazze halkına yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri alması, İsrail'in ordusunun soykırım eylemlerinde bulunmamasını sağlaması, soykırım kışkırtıcılığını önlemek veya cezalandırmak için tüm önlemlerin alınması, Gazze'deki halkın içinde bulunduğu olumsuz hayat şartlarına karşı acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insanî yardımların ulaştırılması istendi. Ayrıca İsrail’in 1 ay içinde UAD’ye rapor sunması kararlaştırıldı. Raporun istenilen süreyi geçmesi halinde “geçersiz” sayılacağı belirtildi.

İsrail’in Gazze katliamına yönelik tepkisini yüksek perdeden dile getiren ilk ülke Türkiye’ydi. Hatta tüm dünyanın gözü önünde yaşanan sivil katliamına ve çocukların hedef alınmasına sessiz kalınmasına da tepki Türkiye’den gelmişti. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan bölge ülkeleri başta olmak üzere BM nezdinde birçok ülke ile ikili görüşmeler yürüttü. İsrail’in işlediği savaş suçlarının ve soykırımın UAD’ye taşınacağını ilk ifade eden lider de yine Erdoğan’dı. Bu konuyla ilgili binlerce avukatın hazırlık yaptığını ifade etmişti.

İsrail’in Gazze soykırımı ile ilgili tüm deliller ise Anadolu Ajansının görsellerle birlikte hazırladığı “Kanıt” isimli kitapta toplandı. Türkçe, İngilizce ve Arapça hazırlanan kitapta 7 Ekim’den bu yana İsrail’in işlediği tüm suçlar bölgedeki muhabir, foto ve kameraman ekipleri tarafından derlendi. Kitabın giriş kısmında da Fransız Avukat Gilles Devers’in yazısına yer verildi. “Kanıt” kitabı Güney Afrika’nın İsrail aleyhine açtığı davanın dayanağı oldu.

UAD vermiş olduğu ara kararla önemli bir adım attı ancak bu konuda başta ABD ve Yahudi lobisinin Divan’a baskı yapıp yapmayacağı konusu soru işaretlerine neden oldu. ABD ve İsrail’in sürekli dile getirdiği “meşru müdafaa hakkı” gibi basit ve bayağı bir gerekçenin baskın kanaate dönüşme şüphesi hala varlığını koruyor. Bu bakımdan UAD’nin soykırım suçunu işleyen ülke kadar, soykırım suçunu işleyen ülkeye silah desteği veren ülkeleri de dosyaya dâhil etmesi gerekir. Küresel vicdan ancak o zaman huzura erer.

1992 yılında Hocalı’da ve 1995 yılında Srebrenitsa’da gerçekleştirilen soykırımdan sonra yakın tarihin en içler acısı soykırımı Gazze’de yaşandı. Srebrenitsa soykırımının failleri yıllar sonra yakalanıp cezalandırılsa da insanlığın adalete olan inancı hep zayıf kaldı. Hocalı hala adaletini bekliyor… Gazze’deki soykırım ise ilk defa UAD’ye taşınıyor.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin 6 Aralık 2023 tarihinde gündeme getirdiği gibi Netenyahu’nun da tıpkı Miloseviç, Ratko Mladiç ve Radovan Karadziç gibi Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanıp cezalandırılması gerekiyor. Adalet gecikmesin… Gazze’de hayatını kaybeden 26 bin 487 sivile bir yenisi daha eklenmesin.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *