Milli Eğitim
Fiziksel sağlığımızı doktorlarımıza borçlu olduğumuz kadar, ruhsal sağlığımızı da öğretmenlerimize borçluyuz. Toplumu yetiştiren, eğiten, öğreten ve gelecek nesilleri hazırlayan öğretmenlerimize olan borcumuzu sadece şükran ifadeleriyle ya da yılın bir gününe hapsedilmiş göstermelik kutlamalarla geçiştiremeyiz.
Öğretmenlerin sorunlarının yanında eğitim sistemindeki sorun ve açmazları çözmeye sıranın gelmediği, gelse de her iktidarın yoğurt yiyişindeki farklılıkların getirdiği değişikliler nesiller arasında makasın açılmasına ve eğitim sisteminin sorun yumağına dönmesine neden oldu.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan 7 Haziran’da “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Tanıtım Programı’nda yaptığı konuşmada önemli sorunlara dikkat çekti. Ezbere dayalı eğitimden, milli eğitime siyaset üstü yaklaşılması gerektiğinden bahsetti. Maarif modelinin çağın şatlarını yakalayan, sorgulamayı ve araştırmayı teşvik eden bir müfredata sahip olduğunu vurguladı.
Eğitim sistemimizi ve içeriğini belli bir rotaya oturtmakta maalesef geç kaldık. Ertelediğimiz her gün, gelecekten daha fazla uzaklaştık. Mesela hiç düşündük mü neden ezberci bir eğitime sahip olduğumuzu? Sınav sisteminin ve sadece geçer not almanın bundaki payını… Ya da eğitim sistemine neden siyasi kaygılarla bakıldığını? Bu sorun sadece günümüzün mü yoksa geçmişten beri gelen vesayetin bir neticesi mi? Milli mücadele döneminde mezun veremeyen liselerle başlayan süreç her darbe döneminde eğitimli kesimin tırpanlanmasıyla devam etti. Topraklarımızı ele geçiremeyen iç ve dış düşman, eğitim sistemimize göz dikti. Yani eğitim anlamında belimiz bir türlü doğrulmadı. 15 Temmuz hain ve kanlı darbe girişiminden sonra da ilk defa esaslı bir neşter vuruldu.
Bugün, 2025 Dünya Üniversite Sıralamasında 1502 üniversite içinde ODTÜ 285, İTÜ 326, Koç 401, Boğaziçi 418 ve Bilkent Üniversitesi 477. sırada yer aldığı için sevinmek durumunda kalıyoruz. Dünya’ya bilim ve fenni öğreten bir neslin torunları olarak neden ilk sıralarda yer alamadığımız ya da dünyaca tanınan Türk bilim adamlarının neden Batıdaki üniversitelerden çıktığını sorgulamıyoruz. Yükseköğretimdeki siyasallaşma, kampüslerdeki boykot, kavga, terör propagandası ve yerli yersiz protestolar kadar bilime zaman ayırmıyoruz. Cübbesini giyen akademisyenlerimiz ya rektörlük seçimiyle ya da siyasi protestolarla gündemimize girmeyi başarıyor. Üniversitelerimiz bilimden çok şiddet üretiyor. Üniversiteler konusunu ayrı değerlendirmek gerekiyor elbette, ancak gelecek nesillerin hazırlanması için en büyük sorumluluk ağacı yaş iken eğenlere, yani Milli Eğitim Bakanlığına düşüyor.
Mesela, eğitimde fırsatlarımız ne kadar eşit?
Bir taraftan fırsat eşitliğini sağlamak için her öğrencinin ders kitaplarına ücretsiz erişimi temin ediliyorken, diğer taraftan özel okulların artan sayısını gözden kaçırıyoruz. Yani maddi durumu el verenlerin özel okul ve kolejlerde eğitim gördüğü, olmayanların ise milli eğitime bağlı okulları tercih ettiği bir eşitlik! Tıpkı sağlık alanındaki devlet ve özel ayrımı gibi! Gelecek nesillerimizi doğrudan etkileyen Sağlık ve Eğitimin özelleşme sayısındaki artışın ne kadar sağlıklı olduğunu enine boyuna tartışmıyoruz.
Mesela bugüne kadar velilerin maddi imkânı el vermesi halinde çocuklarını özel okula mı yoksa devlet okuluna mı göndermek istediği konusunda bir anket yapıldı mı? Ya da devlet okulundaki öğretmenlerin ne kadarı çocuklarını özel okullara gönderiyor? Ne kadarı özel okula göndermek istediği halde gönderemiyor? Bu soruların cevabını az çok biliyoruz. Asıl sorun da burada yatıyor zaten. Neden devlet okulları özel okullar ile eşit eğitim imkânı sunamıyor? Kim bilir geleceğimizi aydınlatacak kaç çocuğumuz sırf bu sebepten dolayı daha yolun başındayken özgüvenini kaybediyor? Bu açıdan bakıldığında özel okulların bir ticarethaneye dönüştüğü gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Peki, ticarethaneye dönmüş bir eğitim sistemi ne kadar milli sayılabilir?
Öğretmenlerimizin ne kadarı görev yaptığı okullarda kendini huzurlu hissediyor? Ne kadarı güvende hissediyor? Ne kadarı sendikal faaliyetlerin baskısına maruz kalıyor? Herkesin çocuğuna yetme gayretinden evindeki çocuğuna yeteri kadar özen gösteremeyen öğretmenlerimize bir de velilerin baskısı ve kimi zaman ötesine geçen şiddet girişimleri… “Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum” diyen neslin çocukları bugün “bir harf öğretmek için” hangi badirelere katlanıyor?
Türkiye ve Türk milletinin geleceğini şekillendirecek en önemli faktör işte budur. Sağlam bir ekonomimiz olsun, savunma sanayiinde rakibimiz olmasın, milli birlik ve beraberliğimiz bozulmasın, kültürümüz yozlaşmasın, milli ve manevi değerlerimiz yok olmasın istiyorsak iyi bir eğitim sistemine ve müfredata sahip olmaktan başka çaremiz yok.
Öyle bir sistem ve müfredatımız olsun ki, bundan 100 yıl sonra gelecek Milli Eğitim Bakanının bile işi sadece “denetlemek” olsun. Bu manada bir kilometre taşı olan Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin ülkemize, milletimize ve gelecek nesillere hayırlar getirmesini diliyor, başta Milli Eğitim Bakanı Sayın Yusuf Tekin olmak üzere emeği geçen tüm eğitim camiasını tebrik ediyorum.