Başıboş insan sorunu
Çözüm bekleyen her meseleyi siyasallaştırma hastalığı başıboş insanların besin kaynağıdır. “Toplum neden ve nasıl çürür?” sorusunun cevabı da bu insanların tutumunda gizlidir. Bunların amacı doğruyu bulmak değil, doğru ve yanlışı birbirine katmaktır. Maksatları sorunu çözmek değil, kronik hale getirmektir.
“Toplum çürümeye nereden ve nasıl başlar?” sorusunun başrolünde bu başıboş insanlar vardır. Sepetteki çürük elma, vücuttaki kanser hücresi gibidirler. Kurtulmak için izole etmekten başka çare yoktur.
“Toplumun huzuru neden ve nasıl bozulur?” sorusunun ürediği yerde bulunurlar. Canlı, sürekli mutasyon geçiren, bulaşıcı ve doğrudan bağışıklığı hedef alan zehirli bir yapıya sahiptirler.
Toplum, çürümeye insandan başlar. İnsan ise vicdanından…
İnsanın kalbinin atması onun yaşadığını göstermez. İnsanın aynı zamanda vicdanı da atmalıdır. Bir toplumun vicdanı yerine her fırsatta kafası atıyorsa orada insanların kalbiyle kafası arasındaki kavga derinleşiyor demektir.
İnsan vicdanıyla büyür.
Aile, vicdan üzerine kurulur.
Toplum, vicdanlı ailelerden oluşur.
Milletler, vicdanı ve aklıyla barışık olduğu müddetçe bir ve beraber olur.
Devletler, akıl ve ruh sağlığını koruyan milletler sayesinde ayakta durur.
Bu yüzden insanı yaşatmak devleti yaşatmaktır. İnsanlar ise yaşamak için sadece gıdaya veya servete ihtiyaç duymazlar. Nefes almaya da ihtiyaçları vardır. Ruhlarını doyurmak, ümitlerini diri tutmak, heyecanlarını kaybetmemek isterler. İnsanlar, bu sayede geçmiş ile gelecek arasında sağlam bir köprü olmaya devam ederler. Bu köprü ne kadar sağlam kalırsa devlette o kadar muhkem kalır.
İnsanların karınlarının tıka basa doyduğu ama ruhlarının aç olduğu milletler obez devletler oluşturur. İnsanlığa zulüm eden, gücünü zayıfı ezmek için kullanan, fiziki olarak gelişmiş ama vicdanen zayıf düşmüş devletlerdir bunlar.
İnsanların karınlarının aç ama ruhlarının tıka basa dolu olduğu milletler ise estetik devletler oluşturur. Mazlumun yanında, güçsüzün etrafında yer alan ama tüm çabalarına rağmen obez devletleri durdurmaya güçleri yetmeyen devletlerdir bunlar. Bu ikisi arasında bir dengeye ihtiyaç vardır. Dengesi bozulan dünyanın, denge üzerine kurulmuş devletlere, denge üzerine yaşayan milletlere, dengeli bir yaşam süren insanlara ihtiyacı vardır.
Bu ihtiyacın karşılanmadığı devletler dengesini kaybetmiş, geleceğini yitirmiş fertler topluluğundan başka bir anlam ifade etmezler. Bu topluluğun değerleri örselendiği için mayası da deforme olmaya başlamıştır.
Tuzun koktuğu, Marko Paşa’nın dert dinlediği, dokuz köyün yolunun onuncu köye çıktığı yer tam da burasıdır.
Burada insanlar hayvandan da aşağı bir meziyete sahiptir.
Burada insanlar şeytanla yarışır haldedir.
Burada insandan geriye sadece et ve kemikten oluşan bir suret kalmıştır.
Mevlana, “Şeytanla her savaşa korkusuzca hazırım. İnsan şeytanlaşırsa işte ondan korkarım” sözleriyle bu durumu özetler.
Toplum ve hayvan sağlığını tehdit eden başıboş sokak köpekleri için çeşitli çözüm önerileri var. Hem insanı hem hayvanı korumaya yönelik “topla-kısırlaştır-sahiplendir” yöntemiyle bu sorunun üstesinden gelinecek.
“Tüm köpekler öldürülsün” diyenlerle “tüm köpekler sokaklarda kalmaya devam etsin” diyenleri bu tartışmadan çıkarırsak akılcı ve vicdani bir sonuca ulaşmış olacağız.
Peki, hayvandan da aşağı meziyetlere sahip ve iyileştirilme imkânı bulunmayan şeytanlaşmış insan müsveddeleri sorununu nasıl çözeceğiz? İnsan, toplum ve devlet sağlığını tehdit eden başıboş insan sorununa nasıl bir çözüm getireceğiz?