Ülkemizde tarım ve devlet memurluğu
Ülkemizde tarım konusunda birçok görüş olmasına karşın en çok öne çıkan görüş, var olan üretim biçimleriyle devam edilemeyeceği ve bir değişimin gerektiğidir.
Aksi takdirde ne zarar edilecek ne de yüksek kazanç elde edilecektir. Bu durumuyla ülkemizde tarım “devlet memurluğu” ile aynı kaderi paylaşıyor. Çok önceden “memur olmak kolay memuriyetle yaşayabilmek zordur” denilirdi. Şimdilerde “çiftçi olmakta zor; çiftçilikle yaşayabilmekte.” Yaşam enflasyonunun kanat çırparak uçmaya hazırlandığı, gıda enflasyonun alıp başını gittiği bu günlerde “memur olmakta zor; memuriyetle yaşayabilmekte.”
Gerek küçük çaplı çiftçilik yapanlar gerek büyük çiftçi ve hayvan yetiştiricileri bitkisel ve hayvansal üretimin artık çiftçi için yeterli geçim kaynağı oluşturamadığından dert yanmakta. Bu dertlenmenin sonucunu kırsalda özellikle genç nüfusta azalmalar olarak görmekteyiz. Bununla bağlantılı bir başka soru ya da sorun ise köylerden kente yönelecek yeni nüfusun geçiş sürecini sancısız yaşamasının koşullarıdır.
Tarım şimdiye kadar kazancı yüksek bir sektördü. Gerek desteklemeler gerekse banka kredilerindeki düşük faiz oranları çiftçinin lehine bir durumdu ve bir şekilde üretim çarkı döndürebiliyordu. Özellikle son yıllarda enflasyonist bir ortamda, üreticilerinde bir tüketici olduğu da hatırlanarak artan üretim maliyetleri, ürün fiyatlarının enflasyon karşısında erimesi ve azalan verimlerden dolayı tarımın artık eskisi gibi gelir getirmediği kanısı hâkim oldu.
Bu kanıksama ile birlikte görsel basında özellikle muhalefetin tarım sektörünü itibarsızlaştırma çabaları da meyvelerini verdi. Tarım sektöründe çalışacak iş gücüne erişim zorlaşırken; “küçükbaş hayvancılıkta çoban” sorunu, “büyükbaş hayvancılıkta ise hayvan bakıcısı” sorunları giderek büyüdü. Köylerdeki genç nüfus üretim yapmayı; kent merkezlerinde yaşamaya ve maaşlı işlerde bekçilik, güvenlik görevlisi (sigorta vs.) gibi işlerde çalışmaya tercih ettiler.
Ülkemizdeki çiftçilerin eğitim düzeyi genelde düşüktür. Özellikle çocuklarının eğitimlerine çiftçilik dışındaki mesleklere de yönelebilmeleri için önem verdikleri de bir gerçektir. Büyük resme baktığımızda “Çiftçilikle geçim olmuyor” diyen çiftçiler çocuklarına “bu işi öğretmemeye” yönelmekte, kentte yaşayabilmeleri için gerekli koşulları sağlamaya çalışmaktadırlar.
Genç nüfusun kent merkezlerine yönelmesinin bir göstergesi de bazı köylerde öğrenci yetersizliğini öne sürerek ilköğretim okullarını kapatıp ve taşımalı eğitime geçilen son derece yanlış eğitim sistemidir. Doktorsuz, öğretmensiz, rol modelsiz, öğrencisiz, köylerimizdeki nüfusun azalması sosyal hizmetlerin de gerilemesine neden olmuştur. Bu sarmal etki aslında: Kırsal alanda çağın gerektirdiği ihtiyaçları karşılayacak; eğitim, sağlık, ekonomik ve kültürel alt yapının olmamasıdır. Bu ihtiyaçların karşılanmaması kente göçü zorunlu kılmıştır.
Çiftçilerimiz hem yükselen maliyetlerin etkisiyle hem de rasyonel tarıma yönelememesi nedeniyle bir süredir borçlanarak üretimini döndürmekte ve yaşamını sürdürmektedirler. Borçluluk durumlarının katlanarak büyüdüğü de bir gerçektir. Çiftçilerimiz; Tarım Kredi’ye borçlu, Gübre ve İlaç Bayiilerine Borçlu, Bankalara borçlu…
Çiftçilerimiz “yıl sonunu”; devlet memurları ise “ay sonunu” zor denkleştiriyor.
TARIMSAL ÜRETİMİ PLANLAMAK YETERLİ Mİ?
Tarımda sadece tarımsal üretimi planlamak yeterli olmayacaktır. Planlamanın sürekliğini sağlamak için çağdaş bir kırsal kalkınma politikası da üretim planlamasına entegre edilmelidir.
Küreselleşme olgusuyla beraber iletişim alanındaki gelişmeler dünyada artık hemen her bilginin en kısa zamanda ve en ücra köşeye kadar ulaşabildiği dönemde, kırsal alanda yaşayan halkın kendi haline, varlığını sürdürmeye bırakılması artık mümkün değildir.
Bu şartlar altında yerleşim tarihi boyunca pek çok devlet ve imparatorluğun kurulmasına ev sahipliği yapmış, dünyaya yön veren birçok medeniyetin ortaya çıkmasına olanak sağlamış olan Anadolu neden hala kırsal bir karakter taşımaktadır?
Bugün gelinen noktada ülkemizde etkili, kalıcı ve sürekli bir kırsal kalkınma politikası yaratılamadığından istenen sonuçlar alınamamıştır. Halen ülkemizde bakanlık düzeyinden başlayarak birçok kamu kurum ve kuruluşu ile özel birlikler kırsal alanda yaşayan nüfus hala büyük sıkıntılarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu nedenle gerçekleşen köyden kente göç halen önemli bir boyuttadır. Kırsal saha sorunları bellidir ve uzun yıllardır süregelmektedir. Dolaysıyla burada esas mesele ülkemizin farklı özellikler gösteren bölgelerinin her birinin kaynaklarının tespit edilerek bunların yöre halkının yararına harekete geçirilmesidir.
Ülkemizin geleceği sadece kentlerde değil, aynı zamanda kırlardadır. Modern bir Türkiye’nin anahtarı gelişmiş refah içinde, insani yaşam koşullarına kavuşmuş bir kırsal Türkiye’nin oluşmasındadır. Ülkemizin kırları da bu potansiyele sahiptir.
Dünyanın giderek açlığa ve gıda sıkıntısına düşmesiyle stratejik bir hal alan tarım ve sağlıklı gıdaya erişim ülkemizin önemini kat ve kat artırmakta ve ülkemizin kırları; potansiyelini harekete geçirecek maharetli, uzman elleri beklemektedir.
Son söz: Son bir soru, ülkemizin gerçekten geçerli, sürekli, planlı, rasyonel, sistemli, sağlıklı, koordineli ve çağdaş bir kırsal kalkınma politikasına acilen ihtiyacı yok mu?