Kaçınılmaz son
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel ve bölgesel şartların bu denli kızıştığı bir dönem yaşanmamıştır. Dönemsel anlamda soğuk savaş süreci içerisinde de gerginlikler yükselmiş olsa da yeni bir savaş ihtimali hemen her çevre nazarında tereddütle karşılanmış, gerginliklerin çatışmaya dönüşmemesi adına diplomatik faaliyetler yürütülmüş, tehditlerin ciddiyeti bu seviyelere ulaşmamıştır.
Artan salgın hastalıklar, terör olayları, sınırı aşan göçler, ekonomik sıkıntılar, enerji ve gıda arzı krizleri, sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler gerginliklerin tırmanmasına etki eden faktörler olarak öne çıkmıştır. Diğer yandan uzun yıllar dayatmaya çalışılan tek kutuplu ya da iki kutuplu dünya düzeni fiili olarak reddedilmeye başlanmış bununla beraberde küreselleşme anlayışı artık yerini yerelleşmeye bırakmaya başlamıştır. Vasat bulan gelişmeler neticesinde güvenlik algıları değişmiş, yeni güvenlik mimarisi arayışları artmış, silahlanma yarışı hız kazanmıştır. Bu şartlar altında insanlığın huzuru kalmamış, küresel bir barış ortamı umudu ise neredeyse körelmiştir.
24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşı oluşturduğu küresel etkilerle yaşandığı coğrafya ile sınırlı kalmamış, savaştan çok uzak coğrafyalarda bile olumsuz etkilere sebep olmuştur. Malum savaşın artan şiddeti, değişen ve dönüşen şartları küresel gerilimi yükseltmiştir. Bu şartlar altında savaşın Avrupa içlerine yayılacağı ve hatta önümüzdeki süreç içerisinde NATO-Rusya çatışmasının başlayacağı özellikle de Batı medyasında sıkılıkla dile getirilmeye başlamıştır. Bununla beraber devlet başkanlarının da söylemleri giderek sertleşmeye başlarken, restleşmelerle beraber nükleer tehditler de artık açık açık dillendirilmeye koyulmuştur. Aynı liderler savaşın kaçınılmaz bir son olduğunu da açıkça ifade ederek yakın bir zamanda bu durumun vasat bulabileceğini ilan etmektedirler.
Avrupa’da gündem “savaş kapıya dayandı” düşüncesiyle şekillenirken, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırılar bugün itibarıyla Ortadoğu’nun geneline yayılmaya başlamıştır. Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail, bölge güvenliğini temelinden sarstığı gibi küresel anlamdaki gerginliği de zirve noktalara taşımıştır. İsrail’in Lübnan’a saldırmasıyla beraber İran-İsrail arasındaki gerginlik giderek artmış, çeşitli senaryolar da işlenmeye koyulmuştur. Her geçen gün İsrail’in yeni saldırı dalgasının ne zaman başlayacağı ve İran’ın ise buna vereceği karşılığın ne olacağı konusunda yürütülen tartışmalar, olası bir saldırının topyekün bir dünya savaşına dönüşeceği ihtimalini kuvvetlendirdiği yönünde şekillenmektedir. Konu sadece İran-İsrail arasında kısıtlı değildir. Az evvel bahsettiğimiz İsrail’in vadedilmiş topraklarda büyük bir devlet kurma düşüncesi Ortadoğu ile beraber Türkiye’yi de hedef haline getirmektedir.
Ülkemizin Kuzey ve Güneyi yangın yerine döndüğü gibi Batı’da özellikle de Ege ve civarında Türkiye’nin milli güvenliğine tehdit oluşturan faaliyetler yürütüldüğü gibi bu faaliyetler “sözde müttefikimiz” olan çevreler tarafından da desteklenmektedir. Bir yandan Yunanistan’ın haksız ve uluslararası hukuka aykırı fiillerine göz yuman çevreler, aynı şekilde bu ülkenin Türkiye’ye tehdit oluşturacak şekilde silahlanmasını da yaptıkları ikili anlaşmalar ile beslemektedirler. Aynı tutum bölgede tek tehdit olarak Türkiye’yi gören Güney Kıbrıs Rum Kesimi özelinde de yürütülmeye devam etmektedir. NATO üyesi olmayan bir ülkenin NATO üyesi olan başka bir ülkeye karşı bizzat NATO üyesi çevrelerce silahlandırılması köklü ittifakların da güvenilirliğini tartışmaya açmıştır.
Küresel gerilimler sadece Avrupa ve Ortadoğu ile kısıtlı değildir. Asya-Pasifik bölgesinde kızışan şartlar güvenliği pamuk ipliğine bağlı hale getirmiştir. ABD’nin kendi içerisinde yaşadığı gündem ülkenin şartlarını giderek zorlamaya başlamıştır. Afrika’nın o ya da bu şekilde verdiği istikrar mücadelesi çeşitli gerekçelerle bozulmak istenmektedir.
Tüm bu gelişmelere bakıldığında savaş artık “kaçınılmaz bir son” haline gelmiştir. Bu şartlar altında başlama ihtimali her geçen gün artan üçüncü dünya savaşına Türkiye’nin iktisadi, ticari, askeri ve politik anlamdaki hazır olması gerekmektedir. Yakın geçmişe bakıldığında özellikle de askeri ve politik anlamda Türkiye, küresel güç olduğu iddiasında bulunan çevrelerin neredeyse tamamını geride bırakmış, savunma anlamındaki atılımları, diplomatik faaliyetleri göz önünde bulundurulduğunda yeni güç merkezinin kendisi olacağı tüm çevrelerce şimdiden kabul görmüştür.