Şartlar kızışıyor, nükleer tehdit artıyor
Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla beraber devamında vasat bulan gelişmeler şartları derinleştirirken taraflar arasındaki gerilim de giderek tırmanmış ve özellikle de son dönemde ülkelerin nükleer programları üzerine yaptıkları açıklamalar ile liderlerin birinci ağızdan nükleer kullanımına yönelik söylemleri tehdidin ulaştığı boyutu açıkça ortaya koymuştur.
2024 yılının Ocak ayı verilerine göre Rusya’nın 4380, ABD’nin 3708, Çin’in 500, Fransa'nın 290, İngiltere’nin 225, Hindistan’ın 172, Pakistan’ın 170, İsrail’in 90, Kuzey Kore’nin ise 50 adet askeri nükleer silah stoku bulunmaktadır.
Geride bıraktığımız Ağustos ayında ABD Başkanı Joe Biden’ın Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile nükleer çatışmaya hazırlanma talimatı verdiği iddiaları gündeme gelmiş, “Nükleer Görevlendirme Kılavuzu” adı verilen stratejinin ise Mart ayında onaylandığı ifade edilmişti. Bu hadiseden 1 hafta sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, yaptığı açıklamada “nükleer stratejimiz için güncelleme yaptık ve Ukrayna kaynaklı olarak nükleer savaşın Avrupa ile sınırlı kalacağı zannediliyor. Ancak ilk nükleer tuşa biz basabiliriz” ifadelerini kullanmıştır. Devam eden süreçte 26 Eylül’de Rusya Devlet Başkanı Putin Güvenlik Konseyi toplantısı sonrası, Moskova'nın nükleer silah kullanımı için belirlediği doktrinde yaptıkları güncellemeyi kamuoyuyla paylaşmıştır. Putin’in paylaştığı doktrine göre nükleer gücü olmayan bir ülkenin nükleer güce sahip başka bir ülke ile birlikte Rusya’ya saldırması durumunda bunun ortak saldırı olarak değerlendirileceği belirtilmiştir. Yine bununla beraber Moskova'ya karşı konvansiyonel füze saldırıları yapılması durumunun da nükleer silaha başvurmak için bir gerekçe olacağı açıklanmıştır. Akabinde geçtiğimi günlerde Rusya, misilleme saldırılarını simüle eden kapsamlı bir nükleer tatbikat başlatmış ve Rusya Lideri Putin de bu tatbikata katılmıştır. Avrupa’da koşullar bu eksen evrilmeye devam ederken vasat bulan bu hadiseler Orta Doğu’yu yangın yerine çevirmeyi görev edinmiş İsrail’i daha da cesaretlendirmeye koyulmuştur. (İsrail Orta Doğu’da nükleer güce sahip tek ülkedir)
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından İran ile İsrail arasında suni gerginlikler yaşanırken Lübnan’ın vurulması sonrası iki ülke arasındaki “gerginlik” tekrar yükselmiş ve hatta son dönemde savaşın başlamasının an meselesi olduğu sıkılıkla gündeme gelir olmuştur. İran’ın haberli bir şekilde İsrail’e yaptığı etkisiz ve göstermelik saldırısı sonrası İsrail’in hangi boyutta bir karşılık vereceği, ABD’nin buna destek verip vermeyeceği, ABD ile saldırı konusunda anlaşıldığı ifade edilirken İsrail’in geride bıraktığımız hafta İran’daki askeri üslere yönelik hava saldırısı düzenlemesiyle beraber şimdi de aynı senaryo İran açısından tartışılmaya başlamıştır. Tüm bunlar devam ederken nükleerle ilgili bir çıkış da İran’dan gelmiştir. İran Dış İlişkiler Stratejik Konseyi Başkanı Kemal Harrazi “Eğer İran, varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya kalırsa nükleer doktrininde değişikliğe gidebilir. Şu anda da nükleer silah üretme kapasitesine sahibiz. Ancak tek engel, dini liderin bu durumu şu anda yasaklamış olması” açıklamasında bulunmuştur. Görünen o ki Orta Doğu’da da önümüzdeki süreçte nükleer tartışmaları alevlenecektir.
Nükleer tehdit boyutunun giderek arttığı şartlar altında sorun sadece bölgesel olarak kısıtlı değildir. Avrupa ve Orta Doğu ekseninde vasat bulan gelişmeler her ne kadar ön plana çıksa da Asya-Pasifik bölgesi de nükleer riskten uzak değildir. Böylesi şartlar altında nükleer güç faktörünü ilk kullanan Asya, Avrupa, Orta Doğu’da bir silsileyi başlatacaktır. Olası bir nükleer saldırı sadece gerçekleştirdiği coğrafyalarda kısıtlı kalmayarak, Afrika, Doğu Akdeniz, Asya, Avrupa ve hatta Amerika, özetle tüm dünyayı ateş çemberine alacaktır.