Dijital hapishane
Eskiden çocuklar mahalle aralarında koşturur, tozlu sokaklarda ter dökerdi. Mahalle kültürü anne kucağı gibi çocukları sarıp sarmalayan bir yuvaydı. Sokaklar tanıdık simalarla doluydu. Herkes birbirini bilir, komşuluklar en samimi haliyle yaşanırdı. Bu tanıdık çevre aynı zamanda çocukların kontrol edilebilir bir ortamda büyümesini sağlar, tehlikeler ekseriyetle mahalle duvarlarının ardında kalırdı.
Ancak zamanla bu tablo değişti. Düzensiz kentleşmenin, ardı arkası kesilmeyen iç ve dış göç dalgalarının gölgesinde solup gitti mahalle kültürü…
Kentlerin ayarını bozan bu süreç yalnızca beton yığınlarının yükselmesine yol açmadı, aynı zamanda samimi ilişkileri de yıkıntıların altında bıraktı.
Bir zamanlar çocukların neşeyle oyun oynadığı sokaklar şimdi yalnızlar apartmanlarıyla dolup taştı. Artık aynı binada yaşayanlar birbirini tanımıyor, tanımaya da gerek duymuyor. Sokaklar, eskiden çocuklar adına güvenli birer oyun alanıyken, şimdi giderek tekinsiz birer mekan haline gelmiş durumda. Bu koşullarda, çocukları güvenle dışarıya salmak imkânsız hale geldi.
Neyse ki teknoloji hızır gibi imdada yetişti, değil mi? Oysa aslında olan, aynı durumun iki farklı sonucundan ibaretti. Bir yanda kentlerin dokusunu bozan nüfus yoğunluğu, diğer yanda bu yoğunluğun arkasındaki yeni iş olanakları vardı. Ve aynı yenilikler, teknolojik sıçramaların da merkezindeydi.
Geldiğimiz süreç günümüzün çocuklarının kişisel gelişimlerini köklü bir şekilde değiştirdi. Eskiden mahalle arkadaşlarıyla büyüyen çocukların gelişimlerini yabancı, korunaksız ve ebeveyn denetiminin bulunmadığı bir dünya şekillendiriyor.
Belki gerekmedikçe evlerinden dışarıya adım atmıyorlar, anne ve babalarının dizinin dibinde büyüyorlar. Ancak ne gariptir ki fiziksel olarak evde olsalar da gerçekte hiç olmadığı kadar uzaktalar.
İnternetin her evi fethetmediği dönemlerde devletin denetimi altındaki televizyon ekranlarında çocukların gelişimine zararlı olabilecek her türlü içerik büyük bir titizlikle ayıklanır, sigara sahneleri çocukların gözünden uzak tutulur, hiç değilse üzeri bulanıklaştırılırdı. Televizyon dizilerinde ve filmlerinde müstehcen sahneler kesilir, kötü sözler titizlikle sansürlenirdi. Belki hala böyle yapılıyor ama televizyon seyircisi kitleler halinde dijital evrene iltica ettiğinden beri çocukların ahlaki gelişimini koruma çabası, toplumun tüm kesimlerinde hassasiyet konusu olma özelliğini yitirdi.
Artık kontrolsüz ve denetimsiz bir sanal dünyada çocukların ahlaki gelişimini dinamitleyen erotik içerikler, küfürler, her nevi ahlaksızlıklar boy boy sergileniyor. Sosyal medya holdingleri bu ahlak bozucu içeriğin reklam gelirinden daha büyük bir ısırık koparma adına yarışırken hiçbir etik ve ahlaki ölçüyü tanımıyor.
Mahalle kültürünün sıcak kucağından, soğuk ve uzak bir dijital evrene… Ve bu değişim, ne yazık ki eski mahallenin güvenli kollarından çok daha tehlikeli sularda yaşanıyor.
Türkiye'de bir hafta boyunca Instagram kapalı kaldı, Roblox adlı dijital oyun platformuna erişim engeli getirildi diye toplumun “özgürlük düşkünü” kesiminden homurdanmalar duyuldu. Ancak burada unutulan bir şey var: Özgürlük, ekranların soğuk ışığının arkasında kaybolan kişiliklerimizi bu dijital hapishaneden kurtarmak ve onların gerçek dünyayla yeniden bağ kurmalarını sağlamaktır.
Bu platformlar çocuklarımızın ahlaki ve sosyal gelişimlerini hiçe sayarak, onları birer tüketim nesnesine dönüştürmekten başka neye hizmet ediyor?
Instagram'a ya da dijital platformlara getirilen sınırlamalara karşı gösterilen tepkiler, aslında özgürlüğün ne olduğuna dair büyük bir yanılsamanın sonucu. Gerçek özgürlük, bir zamanlar sokaklarda korkusuzca oynadığımız, birbirimizi tanıdığımız, mahallemizin güvenli kollarında büyüdüğümüz o yıllarda saklıydı. Şimdiki durum ise hepimizi tutsağı haline getiren bir dijital hapishanenin bahçesinde 7/24 gezinmekten başka bir şey değil.